51. Ve keza, kâinat; umumi ve hususi, maddi ve manevi pek büyük ihtiyaçlar içindedir…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, kâinat; umumi ve hususi, maddi ve manevi pek büyük ihtiyaçlar içindedir. Gerek vücuduna ve gerek bekasına lazım şeyleri, işleri görmekten âcizdir. Bu gibi matlublarının şuuru olmaksızın yerine getirilmesi elbette Rahman-ı Rahîm ve Vâcibü’l-vücud bir Sâni-i Hakîm tarafındandır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Üstadımız “kâinat” diyerek acz delilini kâinat ölçeğinde okudu. Bizler ihatayı kolaylaştırmak için ilk önce bu delili varlıklar ölçeğinde okuyalım. Daha sonra da aynı hakikati kâinat üzerinde tefekkür edelim:
Her bir şey, zatında sabit olan âcizliğin lisan-ı hâliyle Allahu Teâlâ’nın vücub-u vücuduna delalet eder; Rahman-ı Rahîm ve Sâni-i Hakîm olduğuna şehadet eder. Şöyle ki:
Mesela bir çocuk görseniz, tek eliyle bir treni çekiyor. Hemen dersiniz ki:
— Bu treni çeken bu çocuk olamaz çünkü bu treni çekmek için gereken kuvvet bu çocukta yoktur. O hâlde benim göremediğim başka bir kuvvet olmalıdır. Bu çocuk sadece o kuvvetin bir perdesidir.
Size bu muhakemeyi yaptıran şey sebep ile netice arasındaki dengesizliktir. Misaldeki çocuk sebeptir, treni çekmesi ise neticedir. Sebebin gayet zayıf ve âciz olması, neticenin meydana gelebilmesi için ise büyük bir kuvvete ihtiyaç duyulması o sebebi faillik makamından tard eder ve başka bir failin varlığını ispat eder.
Yani misalimizdeki çocuk aczinin lisan-ı hâliyle der ki:
— Bu treni çekmek için hadsiz bir kuvvete ihtiyaç vardır. Bu kuvvetin binde biri bende bulunmaz. İşte bu hâl ispat eder ki treni çeken ben değilim. Ben sadece bir perdeyim.
Aynen bu misalde olduğu gibi, her bir varlık da nihayetsiz acziyle birlikte harikulade işler yapar. Mesela:
– Küçücük tohumlar dağ gibi ağaçları taşır.
– Ağaçlar elleri hükmündeki dallarla; renkleri, tatları ve şekilleri farklı meyveleri bize sunar.
– Simsiyah toprak âdeta bir kazan olur kaynar, içinde her türlü sebzeyi pişirir.
– Zehirli bir böcek balı yapar.
– Elsiz bir böcek ipeği dokur.
Evet, saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok mucizevi işler her an gözümüz önünde yapılıyor. Neticeleri meydana getiren sebepler gayet âciz ve basit iken, onlardan meydana gelen neticeler gayet sanatlı, hikmetli ve kıymetli oluyor. İşte bu hâl ispat eder ki bu neticeleri yaratan, bu sebepler değildir. Bilakis bu işleri yapan Allahu Teâlâ’dır. Sebepler ise sadece Allah’ın kudretine bir perdedir.
Demek, her bir varlığın, zatındaki acziyet ile beraber kendi kuvvetinin binler derece fevkinde işler yapması aczin lisan-ı hâliyle bir şehadetidir ki Sâni-i Hakîmleri olan Allah’ın vücub-u vücudunu ilan ve ispat ederler.
Mahlukatın lisan-ı acz ile yaptıkları şehadeti dersten sonra daha derinlemesine tefekkür edebilirsiniz. Bu tefekkürde sebep ve neticeler arasındaki uyumsuzluğu düşünün. Mesela şu hadiselere bakabiliriz:
– Bulut sebeptir, yağmur netice.
– Yumurta sebeptir, tavuk netice.
– Beyin sebeptir, onda bir kütüphanenin yazılması netice.
– Atomlar sebeptir, seslerin nakli netice.
– İnek sebeptir, süt netice.
Tefekkürünüz esnasında sebeplerin ne kadar âciz, basit, cansız ve cahil olduğunu; neticelerin ise son derece sanatlı ve hikmetli olup ilmin ve kudretin eserini gösterdiğini düşünün. Daha sonra da bu sebepler arkasında işi yapan zatı yani Allahu Teâlâ’yı akıl gözü ile görün.
Varlıklar ölçeğinde acz delilini okuduk. Şimdi de bu delili kâinat ölçeğinde okuyalım:
Kâinatın da umumi ve hususi, maddi ve manevi pek çok ihtiyaçları; gerek vücudu ve gerekse bekası için pek çok talepleri vardır. Kâinatın, bu ihtiyaçlarını karşılayabilecek ne bir kuvveti ne de bir kudreti vardır. Bırakın kuvveti ve kudreti, ilmi dahi yoktur ki ihtiyacının farkına varabilsin.
Hâl bu minvalde iken görüyoruz ki kâinatın bütün bu ihtiyaçları mükemmelen karşılanıyor; bütün matlupları yerine getiriliyor. İşte bu, aczin lisan-ı hâliyle bir şehadettir ki perde-i gayb arkasında olan bir Sâni-i Hakîm’i kör gözlere dahi gösterir.
Şu kelimelerin üzerinde de birkaç kelam edelim:
Kâinat; umumi ve hususi, maddi ve manevi pek büyük ihtiyaçlar içindedir.
Umumi ihtiyaçları: Kâinat içindeki her bir varlığın ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Mesela ehl-i arz için güneş umumi bir ihtiyaçtır. Hava umumi bir ihtiyaçtır. Su umumi bir ihtiyaçtır. Toprak umumi bir ihtiyaçtır…
Hususi ihtiyaçları: Hususi bir varlığın muhtaç olduğu şeylerdir. Mesela iğne sinek için hususi bir ihtiyaçtır. Yüzgeç balık için hususi bir ihtiyaçtır. Kanat kuş için hususi bir ihtiyaçtır. Pençe aslan için hususi bir ihtiyaçtır…
Demek, umumi ihtiyaçlara bütün varlıklar hep birden muhtaç iken, hususi ihtiyaçlara sadece fertler muhtaçtır.
Ben cümleyi mütalaa ederken, “kâinat” ifadesiyle “kâinatın içindeki varlıklar” manasını anladım ve cümleyi buna göre izah ettim. “Kâinat” ile kâinatın kendisi de kastedilmiş olabilir. Bu durumda, kâinatın hususi ve umumi ihtiyaçları nelerdir, bunu düşünmek gerekir.
Maddi ihtiyaçları: Maddeten ihtiyaç duyduğu şeylerdir. Kâinat hidrojenden oksijene, azottan karbona kadar birçok maddi elemente muhtaçtır. Kâinatın varlığı, bu elementlerin varlığına ve bir dengede olmasına bağlıdır.
Manevi ihtiyaçları: Varlıklar sadece maddeden ibaret değildir. Evvela onlar üzerinde manevi bir terbiye vardır ki bu terbiye sayesinde arı bal yapar, ipek böceği ipeği dokur; inek süt verir, tavuk yumurta… Bu terbiye varlıklar için manevi bir ihtiyaçtır.
Yine her varlıkta sevgi, korku, mutluluk, üzüntü gibi duygular vardır. Hayatın devamı için bu duygulara da ihtiyaç vardır. Bu duygular da manevi ihtiyaçlardandır.
Gerek vücuduna ve gerek bekasına lazım şeyleri, işleri görmekten âcizdir.
“Vücuduna” ifadesiyle varlık âlemine çıkması için gerekli olan şeylere; “bekasına” ifadesiyle de hayatının devamı için gerekli olan şeylere dikkat çekilmiştir.
Kâinat için iki mesele vardır:
1. Yokluktan varlığa çıkmak yani yok iken var olmak.
2. Varlığının devam ve bekası.
Kâinat hem yokluktan varlığa çıkmak hem de hayatını devam ettirmek için lazım olan şeyleri ve işleri görmekten âcizdir. İşte bu acziyeti Allah’ın varlığına büyük bir delildir.
Üstadımızın beyanını böldük, parçaladık ve tefekkür için hazır hâle getirdik. Asıl mesele bundan sonra başlıyor. Bu mesele, tefekkür ile manayı akla ve kalbe yedirmektir. Sakın bu hakikatleri tefekkür etmeden geçmeyin. Yoksa etkisi sathi ve çok az olur.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Ve keza, kâinat; umumi ve hususi, maddi ve manevi pek büyük ihtiyaçlar içindedir. Gerek vücuduna ve gerek bekasına lazım şeyleri, işleri görmekten âcizdir. Bu gibi matlublarının şuuru olmaksızın yerine getirilmesi elbette Rahman-ı Rahîm ve Vâcibü’l-vücud bir Sâni-i Hakîm tarafındandır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz