a
Ana SayfaKatre103. Nefis tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor…

103. Nefis tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

REMİZ

Arkadaş! Nefis tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir hâlıkın bir malikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Hâlbuki kazandığı o hürriyetler, adem-i mesuliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Üstad Hazretleri üç beş satırla çok müşkül bir meseleyi izah etti; belki hepimizin aklına gelen bir soruya cevap verdi. Soru şu:

Allahu Teâlâ insana nihayetsiz ihsanatta bulunmuştur. Mesela:

– Zehirli bir böceğin eliyle ona balı yedirmiş.

– Elsiz bir böceğin eliyle ipeği giydirmiş.

– Ağaçların kuru dallarını rahmetinin eli yapmış ve çeşit çeşit meyveleri insana uzatmış.

– Toprağı kazan yapıp kaynatmış ve her türlü nebatı insan için bu kazanda pişirmiş.

– Güneşi, ayı ve yıldızları ona musahhar etmiş.

– Hadsiz aza ve cihazlarla onu teçhiz etmiş.

– Her şeyi onun emrine vermiş…

Allahu Teâlâ’nın insanın üzerindeki nimetlerini saymaya kalksak saymakla bitiremeyiz. Şimdi sorumuz şu:

— Bütün bu nimetlere rağmen insan niçin Allah’ı inkâr ediyor?

— Niçin Allah’a düşmanlık edip ona iman etmiyor?

İşte Üstadımız mezkûr beyanıyla küfrün sebebini izah etti. Şimdi metni maddeleyerek küfürle neticelenen basamakları mütalaa edelim:

1. Nefis tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden… Kişi önce vazife-i ubudiyeti terk ediyor. Farzları eda edemiyor ve haramlardan kaçamıyor.

2. Tesettür etmek istiyor. Yani onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor… Kendisini günahkâr ve müflis bildiğinden utanıyor ve Allah’tan gizlenmek istiyor. Allah’ın onu gördüğü düşüncesi onu utandırıyor. İstiyor ki Allah onu görmesin ve yaptıklarından haberdar olmasın.

3. Bunun için bir hâlıkın bir malikin bulunmamasını temenni eder… Yani diyor ki: “Keşke Allah olmasaydı. Eğer Allah olmasaydı dilediğimi yapar ve dilediğim gibi yaşardım. Utanmama ve sıkılmama bir sebep de kalmazdı…” Böyle düşünüyor ve Allah’ın yokluğunu temenni ediyor.

4. Sonra mülahaza eder… Temennisi, tefekküre ve Allah’ın yok olabilme ihtimalini düşünmeye döner. İş artık temenniden çıkmış ve düşüncenin sahasına girmiştir.

5. Sonra tasavvur eder… İş mülahazadan da çıkıp tasavvur dairesine girer. İş bu daireye girdiğinde kişi Allah’ın yokluğuna dair deliller bulmaya çalışır. Eşyanın tesadüfen olduğunu ya da tabiatın yaptığını tasavvur etmeye başlar. Allah’ın yokluğunu tasavvur edip, “Allah olmasa ne olur?” der ve Allah’ın yokluğu üzerine hükümler bina etmeye başlar.

6. Nihayet ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar… En sonunda kâfir olup dinden çıkar ve Allah’ın yokluğuna hükmeder.

Bu izahla anladık ki küfür ilimden gelmiyor; günahtan geliyor. Kişi günahları sebebiyle kâfir oluyor. Bu hakikat İkinci Lem’a’da şöyle izah ediliyor:

Evet, günah kalbe işleyip siyahlandıra siyahlandıra ta nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah istiğfar ile çabuk imha edilmezse kurt değil, belki küçük bir manevi yılan olarak kalbi ısırıyor.

Mesela utandıracak bir günahı gizli işleyen bir adam, başkasının ıttılaından çok hicap ettiği zaman, melaike ve ruhaniyatın vücudu ona çok ağır geliyor. Küçük bir emare ile onları inkâr etmek arzu ediyor.

Hem mesela cehennem azabını intac eden büyük bir günahı işleyen bir adam, cehennemin tehdidatını işittikçe istiğfar ile ona karşı siper almazsa bütün ruhuyla cehennemin ademini arzu ettiğinden, küçük bir emare ve bir şüphe, cehennemin inkârına cesaret veriyor.

Hem mesela farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın, küçük bir amirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı ezel ve ebedin mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tembellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: “Keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasa idi.”

Ve bu arzudan bir manevi adavet-i İlahiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şüphe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse kati bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır.

O bedbaht bilmiyor ki inkâr vasıtasıyla, gayet cüz’î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müthiş manevi sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp yılanın ısırmasını kabul eder. Ve hakeza… Bu üç misale kıyas edilsin ki  بَلْ رَانَ عَلٰى قُلُوبِهِمْ  sırrı anlaşılsın. (İkinci Lem’a)

Üstadımızın İkinci Lem’a’daki bu beyanı mütalaasını yaptığımız kısmın tam bir şerhidir.

Şimdi, mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım:

REMİZ

Arkadaş! Nefis tembellik saikasıyla vazife-i ubudiyetini terk ettiğinden tesettür etmek istiyor. Yani onu görecek bir rakibin gözü altında bulunmasını istemiyor. Bunun için bir hâlıkın bir mâlikin bulunmamasını temenni eder. Sonra mülahaza eder. Sonra tasavvur eder. Nihayet ademini, yok olduğunu itikad etmekle dinden çıkar. Hâlbuki kazandığı o hürriyetler, adem-i mesuliyetler altında ne gibi zehirler, yılanlar, elîm elemler bulunduğunu bilmiş olsa derhal tövbe ile vazifesine avdet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin