36. Evet, kanun emirdendir, namus iradedendir.
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Evet, kanun emirdendir, namus iradedendir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Namus: Yasa, kanun)
İlk önce, “Kanun emirdendir.” cümlesi üzerine konuşalım:
Şu âlem içinde birçok âlem vardır ki bütün bu âlemler de iki âlemin içindedir. Bu iki âlem şudur:
1. Halk âlemi: Zaman ve mekânla mukayyed olan varlıklardan teşekkül eden âlemdir. Buna mülk ve şehadet âlemi de denir. Zahirî beş duyumuzla hissettiğimiz şeyler bu âlemdendir.
2. Emir âlemi: Metafizik ve manevi âlemdir. Diğer bir ifadeyle: Emir âlemi, zaman ve madde mevzubahis olmaksızın Cenab-ı Hakk’ın كُنْ (Ol) emri ile var olan âlemdir. Buna melekût ve gayb âlemi de denir. Akıl, nefis, ruh, kalb, sır vb. latifeler bu âleme aittir.
İnsan, varlığı cihetiyle bu iki âlemden de hissesini almıştır. Maddi vücudu âlem-i halktan; ruhu, aklı, nefsi, kalbi ve diğer latifeleri ise âlem-i emirdendir.
Bu iki âlem arasındaki farklar şunlardır:
1. Halk âleminde sebeplerle iş görülür ve mahlukat bir sebeple yaratılır. Emir âleminde ise sebeplerle iş görülmez. Her şey كُنْ(Ol) emriyle yaratılır.
2. Halk âlemindeki varlıkların bir vücud-u haricisi vardır. Emir âlemindeki varlıkların ise bir vücud-u haricisi yoktur. Bir kısmı -kanunlar gibi- mevhum ve itibarî şeylerdir. Diğerleri de -melekler, ruh ve ruhaniler gibi- nurani varlıklardır.
Bu iki âlemin varlığı Kur’an’da şöyle beyan edilir:
أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَاْلأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ
“Dikkat edin, halk da emir de O’na aittir. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir!” (Araf 54)
Ayet-i kerimede geçen “halk” ve “emir” ifadeleri hakkında Fahreddin-i Râzi Hazretleri şöyle der:
— Bu ayet, Allah’ın dışında kalan her şeyin ya halk âleminden ya da emir âleminden olduğuna işarettir. Halk âleminden olana gelince, halk “yaratmak, takdir edip ölçüp biçmek” demektir. Cisim veya maddi olan her şeyin muayyen bir miktarı vardır. Böyle olanlar halk âleminden olurlar. Bir hacme ve muayyen bir miktara sahip olmaktan uzak olan her şey ise emir âleminden olurlar. (Tefsir-i Kebir, Araf suresi 54. ayetin tefsiri)
Bu izahlardan sonra şimdi, “Kanun emirdendir.” cümlesinin izahını yapabiliriz:
“Kanun emirdendir.” demek, şu âlemdeki bütün kanunlar; yer çekimi kanunundan kütle çekim kanununa, hareket kanunundan Hubble kanununa kadar, bütün mevhum ve itibarî kanunlar, emir âlemindendir demektir.
Şimdi de “Namus iradedendir.” cümlesi üzerine konuşalım:
Namus “kanun, yasa” manasındadır. “Kanun” ile “namus” arasında belirgin bir fark yoktur. En azından ben bu farkı bulamadım. Gönlüme şöyle bir fark geliyor:
Yer çekimi kanunu, kütle çekim kanunu, suyun kaldırma kanunu, hareket kanunu gibi kanunlar, Üstadımızın beyanındaki “kanunlar” kısmına dâhildir. Mahlukata yüklenen vazifeler ise “namus” kısmına dâhildir.
Mesela tavuğun yumurtlaması, arının bal yapması, ineğin süt vermesi, bulutların yağmuru getirmesi, ağaçların meyve vermesi gibi işler “namus” kısmına dâhildir. Bu namus da iradeden gelmektedir. Yani Allahu Teâlâ’nın iradesi, tavuğun yumurtlaması, arının ise bal yapması yönünde tecelli etmiştir. Eğer irade-i İlahiye tavuğun bal yapıp, arının yumurtlaması şeklinde tecelli etseydi, tavuk bal yapar, arı da yumurtlardı.
Bunlar gibi, mahlukatın yaptığı her bir vazife irade-i İlahiyenin tecellisiyle belirlenmiş ve mahlukat bu vazifenin dışına çıkamamıştır. Bu da gösterir ki namus -yani mahlukata yüklenen vazifeler ve şeriat-ı fıtriyenin bu kısmı- iradedendir yani irade-i İlahiye ile vaki olmuştur.
Bu yaptığım izahı ilimle değil, zanla yaptım. İsabet ettiysem iki sevap, edemediysem bir sevap vardır inşallah…
Üstadımız meseleyi şöyle neticelendiriyor:
İşte kâinat müsebbebatın lisanıyla اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile Hâlık-ı Hakiki’yi ilan ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Evet, kâinat sebeplerin âcizliği, fakirliği, basitliği; camid, şuursuz ve iradesiz olması; müsebbebatın ise nakışlı, ziynetli, garip ve acip olmasının lisanıyla اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ der ve Hâlık-ı Hakiki’yi ilan eder.
Bu derste mütalaasını yaptığımız bölümü önceki iki dersle birlikte okumalısınız. Çünkü bu ders önceki iki dersin devamı. Önceki derslerde mütalaasını yaptığımız bölümü de kaydederek dersimizi tamamlayalım. Delilin tamamı şu şekildeydi:
Ve keza, esbab-ı zahiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Müsebbebatta bulunan harika nakışlar, ziynetler, garib ve acib sanatların o gibi kıymetsiz esbab ile katiyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh mesela:
– Bedenin hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülatı ekmek yemesine,
– Ve kuvve-i hafızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları kulaktaki ve baştaki telâfife,
– Ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülatına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür.
Ancak o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahi bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar.
Bu hakikate binaen sabittir ki kevn ü vücudda müessir-i hakiki ancak kudreti gayr-ı mütenahi bir Hâlık-ı Kadîr’dir. Esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. Havas ve hâsiyetler dahi kudretin tecelliyatına ve lem’alarına isim ve ünvanlardır.
Hem kanunlar ve nevamis denilen şeyler ancak ilim ile irade ve emrin envaa olan tecellilerinin isimleridir.
Evet, kanun emirdendir, namus iradedendir. İşte kâinat müsebbebatın lisanıyla اَللّٰهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ ile Hâlık-ı Hakiki’yi ilan ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz