70. İkinci Hakikat: Ey nefs-i emmare! Katiyen bil ki senin hususi amma pek geniş…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İkinci Hakikat: Ey nefs-i emmare! Katiyen bil ki senin hususi amma pek geniş bir dünyan vardır ki âmâl, ümit, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Hâlbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülasa esastan fasid ve zayıftır. Daima harap olmaya hazırdır.
Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. Bak zaman-ı mazi senin gibi, geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın, artık sen bilirsin…
Arkadaş! Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken insanlar adedince dünyaları havidir. Çünkü her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Böyle kalbî yerleri şerh ve izah etmeye ihtiyaç yoktur. Bu tip metinleri enfüsi tefekkürle okumalı ve okurken nefsimizi hesaba çekmeliyiz. Bunu yaparken de her cümle üzerinde düşünmeli ve hakikate kalben müteveccih olmalıyız.
Elbette böyle metinler üzerinde ilmi tahliller de yapılabilir. Ancak kalbî metinlerde ilmi tahlil yapmayıp kalbin hissesini ziyadeleştirmek daha evladır. Yani asıl muhatap kalp olmalı, akıl tebei makamında dinlemelidir.
Risale-i Nurları yeni okumaya başlayan ve nasıl tefekkür edeceğini tam bilmeyenler için ben kendi dersimi ve tefekkürümü yazarak yapayım. Onlara da bir örnek ve misal olsun.
İkinci Hakikat: Ey nefs-i emmare! Katiyen bil ki senin hususi amma pek geniş bir dünyan vardır ki âmâl, ümit, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Ey nefsim! Sen yolunu şaşırmış, umumi dünya ile hususi dünyanı birbirine karıştırmışsın. Hususi dünyanı, umumi dünya gibi sağlam ve bir derece sabit zannetmişsin. Hâlbuki senin hususi dünyan her an yıkılmaya namzettir ve zevale mahkûmdur.
Ey nefsim! Senin bu hususi dünyan emellerin ve ümitlerin üzerine bina edilmiştir. Emel ve ümitlerin ebede kadar uzanmıştır. Yine dünyan taallukat ve ihtiyaçlar üzerine bina edilmiştir. Her şeyle bir alakadarlığın ve hadsiz ihtiyaçların vardır. Hatta hayalin nereye gitse oradan bir ihtiyaçla döner. İşte mahiyetin budur…
En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Hâlbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülasa esastan fasid ve zayıftır. Daima harap olmaya hazırdır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Ey nefsim! Hususi dünyanın direği vücudundur ve hayatındır. Bunlar da kurtludur ve çürüktür; fasittir ve zayıftır. Her an harap olmaya hazırdır. Gün gelecek, birden başına yıkılacak; hususi dünyanın kıyameti kopacak.
Ey nefsim! Hâlin bu iken, nasıl oluyor da rahat rahat geziyor, keyfinin ve zevkinin peşinde koşuyorsun. Hatırlasana, deprem olduğunda, evin başına yıkılır korkusuyla dışarılarda sabahlar, korkudan eve giremezdin. Hâlbuki hususi dünyan her an başına yıkılabilir de sen bundan gafilsin…
Kıyametin bir anda kopacak; ölüm seni ansızın yakalayacak! Gözünü bir açacaksın, toprağın altında kabirde yatıyorsun… O zaman seni hangi pişmanlığın kurtaracak?
Ey nefsim! Gel, fırsat varken tövbe et. Hususi dünyan başına yıkılmadan ve umumi dünya seni terk etmeden evvel sen onları kalben terk et ve selamet bul…
Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Ey nefsim!
— Ebedî misin? Sonsuza kadar yaşayacak mısın?
— Taştan, demirden ya da çelikten misin? Böyle yıkılmayacak bir vücudun mu var?
Yok, vallahi öyle değildir! Sen etten ve kemiktensin. Bunlar da her an dağılmaya ve ayrılmaya müsaittir. Bir bakmışsın dağılıvermişler de ortada senden geriye hiçbir şey kalmamış… Hatta sevdiklerin bile seni toprağa hızlıca koyar ki kokmayasın ve çürüyüp onları rahatsız etmeyesin…
Bak zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın, artık sen bilirsin… (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Ey nefsim!
— Dedelerin ninelerin nerede?
— Annen baban nerede?
— Bir kısım akraban ve sevdiğin dostlar nerede?
Görmez misin, onlar toprağın altına girip gizlenmişler. Geçmiş zaman onlar için geniş bir kabristan olmuş.
— Peki, istikbal ne olacak?
İstikbal de hem senin için hem de sevdiklerin için bir mezaristan olacak…
İşte sen bugün bu iki kabristan arasında kalmış bir zavallısın… Sağına baksan, sevdiklerinin gömüldüğü kabristan; soluna baksan, seni ve sevdiklerini gömecek mezaristan…
Artık sen bilirsin… İstediğini yap… Ama bil ki ne amel işlersen kabirde dostun o amel olacak. O amel tecessüm edecek ve sana arkadaş olacak!
Ey nefsim! Hiç mi aklın yok! Hadi aklın yok, kendine insafında mı yok… Kabrinde yılan ve çıyan suretinde tecessüm edecek amelleri nasıl işler ve onların arkadaşlığına nasıl razı olursun?
Arkadaş! Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken insanlar adedince dünyaları havidir. Çünkü her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Ey nefsim! Bir odanın karşısına bir ayna konulsa iki oda olur. Biri gerçek oda, diğeri hayalî oda…
Aynen bunun gibi, her bir insanın hayat aynasında umumi dünyanın bir aksi vardır. Umumi dünya bir iken, akisleri insanlar adedincedir. Yani şu dünyada insanlar adedince hususi dünyalar vardır.
Ey nefsim! Sen hususi dünyanı umumi dünyayla karıştırıyorsun. Hâlbuki hususi dünyan öldüğün zaman yıkılır, kıyameti kopar. İşte her gün 150 bin insanın kıyameti kopuyor; hususi dünyası başına yıkılıyor. Belki sen de bugün güneşin batışını göremeyeceksin; hususi güneşin batacak…
Ey nefsim! Ne zaman pişman olup Allah’a hakiki kul olacaksın? Hakikatle bu kadar hemhâl olup Allah’tan bu kadar gafil olan senden başkasını görmedim. Allah seni affetsin ve sana hidayet nasip etsin…
Ben tefekkür dersimin bir kısmını sizlerle -nasıl yapacağını bilmeyenlerle- paylaştım. Ancak ders sadece bu kadar değildir. Bu ders bütün günümüzü doldurmalı. Fırsat buldukça nefsimizle konuşmalı ve kendimizi hesaba çekmeliyiz.
Metni bir daha okuyalım ve dersimizi tamamlayalım:
İkinci Hakikat: Ey nefs-i emmare! Katiyen bil ki senin hususi amma pek geniş bir dünyan vardır ki âmâl, ümit, taallukat, ihtiyacat üzerine bina edilmiştir. En büyük temel taşı ve tek direği, senin vücudun ve senin hayatındır. Hâlbuki o direk kurtludur. O temel taşı da çürüktür. Hülasa esastan fasid ve zayıftır. Daima harap olmaya hazırdır.
Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Âni olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. Bak zaman-ı mazi senin gibi, geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın, artık sen bilirsin…
Arkadaş! Bildiğimiz, gördüğümüz dünya bir iken insanlar adedince dünyaları havidir. Çünkü her insanın tam manasıyla hayalî bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz