43. Ve keza, kâinatı müştemilatıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, kâinatı müştemilatıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor. Bu merhamet; rahmet, hikmet, inayet, in’am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar bir Rahman-ı Rahîm’in vücub-u vücuduna şehadet eder. Çünkü sıfat mevsufsuz olamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Müştemilat: İçindekiler / İn’am: Nimet verme)
İlk önce rahmetin şu âlemdeki tecellisini bir parça tefekkür edelim:
Zehirli bir böceğin karnında şifalı ve en tatlı bir balı bizim için pişirmek ve o böceğin eliyle bize ikram etmek rahmetin bir tecellisidir. Elbette bu ikram zehirli böceğin işi olamaz. Zira bal yapmak fiilinde rahmet, hikmet, inayet ve in’am gibi sıfatlar gözükür. Sıfatlar mevsufsuz olamaz. Zehirli bir böcek bu sıfatlara sahip olamayacağına göre, bala da sahip olamaz. Bal ancak bu sıfatlara sahip olan Allah’ın ihsanı olabilir.
Yine bahar mevsiminde bütün ağaçlara -cennet hurileri tarzında- en güzel elbiseleri giydirmek, çiçek ve meyvelerle süslendirmek, onların elleri hükmünde olan kuru dallarıyla lezzetleri farklı, renkleri farklı, kokuları farklı, şekilleri farklı meyvelerle bizi beslemek elbette rahmetin bir tecellisidir. Bu rahmetin içinde hikmet, inayet ve in’am gibi sıfatlar gözükür. Sıfatlar mevsufsuz olamaz. Kuru bir ağaç bu sıfatlara sahip olamayacağına göre, bu rahmete de sahip olamaz. Bu rahmet ancak bu sıfatlara sahip olan Allah’a ait olabilir.
Yine elsiz bir böceğin eliyle ipek gibi yumuşak bir elbiseyi bize giydirmek rahmetin bir tecellisidir. Yoksa o elsiz böcek yemyeşil dut yaprağını yiyip bembeyaz bir ipeği bizim için çıkaramaz. Çünkü rahmet, hikmet, inayet ve in’am sıfatlarından yoksundur. Bu rahmete ancak bu sıfatlarla mevsuf olan Zat sahip olabilir; O da Allah’tır.
Ya inek, deve, koyun ve keçi gibi hayvanlara ne demeli… Onlara yemyeşil otu yedirip kan ve fışkıları arasından bembeyaz, besleyici bir sütü çıkarmak ve o hayvanı bir süt fabrikası yapmak elbette rahmetin işidir.
Yine o koca Güneş’i Dünya’mıza soba ve lamba yapmak, Ay’ı kandil ve takvim yapıp yıldızlarla semanın yüzünü süslendirmek elbette rahmetin bir tecellisidir.
Şimdi, rahmetin insandaki cüzi bir tecellisine bakalım:
— Acaba gözümüz olmasaydı ne yapardık? Kapkaranlık bir âlem…
— Ya kulaklarımız olmasaydı? Sessiz bir âlem…
— Ya dilimiz olmasa ve ona tat alma duyusu verilmeseydi? Konuşmanın ve lezzetin olmadığı bir âlem…
— Ya burnumuz olmasaydı? Kokunun olmadığı bir âlem…
Elbette böyle bir âlemde yaşamak ne kadar zor olurdu. Acaba el, ayak, parmak gibi maddi; akıl, korku, şefkat ve muhabbet gibi manevi hediyeler olmasaydı ne yapardık? Demek, her bir azanın ve duygunun verilişi rahmetin bir tecellisidir.
Hayvanlara bu âlemden istifade edebilmeleri için lazım olan cihazların takılması da rahmetin bir tecellisidir. Kuşa kanat takıp uçmayı, balığa yüzgeç verip yüzmeyi öğretmek rahmetin bir tecellisidir. Yine her canlıya hayatının devamı için gerekli olan aza ve duyguları vermek rahmetin tecellisidir. İşte rahmet her şeyi böyle kuşatmıştır.
Yine şu dünyanın gidişatına dikkatle bakılsa görülür ki: En âciz ve en zayıftan tut, ta en kuvvetliye kadar her canlıya muhtaç olduğu rızık veriliyor. Hatta en zayıf ve en âcize en iyi rızık veriliyor. Hiç biri unutulmuyor ve karıştırılmıyor. Her dertliye ummadığı yerden bir derman yetiştiriliyor. Öyle ulvi bir keremle ziyafetler ve ikramlar olunuyor ki nihayetsiz bir rahmet eli içinde işlediği bedaheten gözüküyor.
Şu kâinatta gözüken rahmet ve şefkatle ilgili onlarca cilt kitap yazılabilir. Bizler “Arife tarif yeter.” sırrınca meseleyi daha fazla uzatmayarak rahmetin diğer tecellilerini sizlerin tefekkür âlemine havale ediyoruz.
Şimdi şunu soruyoruz:
— Merhametiyle şu âlemi yoktan kim icad etmiş?
— Her varlığa kendine mahsus elbiseyi kim giydirmiş?
— Her birini farklı şekillerde kim terbiye etmiş?
— Vazifelerini kim öğretmiş?
— Hayatını devam ettirebilmesi için lazım olan cihazlarla kim teçhiz etmiş?
— Maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle kim karşılamış?
— Buluttan suyu kim indirmiş, zehirli böcekten balı kim çıkarmış?
— Böceği ipek fabrikası, inek ve koyun gibi hayvanları birer süt çeşmesi kim yapmış?
— Kimdir yeryüzünü bir sofra yapıp, baharı bu sofraya bir gül destesi yapan?
— Kimdir bahçeleri kazan gibi kaynatan ve içlerinde her türlü nebatatı pişiren?
— Kimdir ağaçların kuru dallarını rahmetin eli yapan ve her türlü meyveyi o ellerle takdim eden?
— Kim, kim, kim?
Allah’tan başka bu “kim”lere verilebilecek bir cevap var mıdır? Allah’tan başka kimin haddi var ki mahlukata böyle rahîmâne muamele etsin ve onların her türlü ihtiyacını görüp ikram etsin?
Nasıl ki güneşin ışığı güneşin vücudunu ispat eder ve güneşi gösterir; aynen bunun gibi, şu emsalsiz rahmet dahi perde arkasında bir Zatı “Rahim” ismiyle bizlere tanıtır ve O’nun vücudunu ispat eder.
Üstadımızın şu cümlesine de dikkat edelim: Bu merhamet; rahmet, hikmet, inayet, in’am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar bir Rahman-ı Rahîm’in vücub-u vücuduna şehadet eder. Çünkü sıfat mevsufsuz olamaz.
Evet, fiil failsiz, isim müsemmasız ve sıfat mevsufsuz olamaz. Ortada bir fiil varsa, onun bir faili olmalıdır. Bir isim varsa, müsemması olmalıdır. Bir sıfat varsa, mevsufu olmalıdır.
Göz önündeki şu merhametle muamele içinde rahmet, hikmet, inayet ve in’am sıfatları gözüküyor. Dolayısıyla bu merhamete sahip olabilmek için, rahmet, hikmet, inayet ve in’am sıfatlarına sahip olmak lazım. Bu sıfatlarla mevsuf olmayan, bu merhamete sahip olamaz ve sahiplik iddiasında bulunamaz.
Heyhat! Allah’tan başka bu sıfatlara sahip olan varsa çıksın ortaya da görelim!
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Ve keza, kâinatı müştemilatıyla beraber içine alan pek geniş bir merhamet görünüyor. Bu merhamet; rahmet, hikmet, inayet, in’am gibi çok sıfatları tazammun ediyor. Bu sıfatlar bir Rahman-ı Rahîm’in vücub-u vücuduna şehadet eder. Çünkü sıfat mevsufsuz olamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz