59. Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz burhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz burhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlub olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden burhanların her birisi parmağını uzatıp matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yaklaşık 50 derstir Allah’ın varlığının ve birliğinin delillerini mütalaa ediyoruz. Bütün bu deliller matlubu ihata eden bir daire hükmündeymiş. Matlub da Allah’ın varlığı ve birliğiymiş. Yani Üstad Hazretleri Allah’a imanı ortaya koymuş ve etrafını delillerle çevirmiş; ta nefis ve şeytan imanın bu hakikatine ilişemesin.
Üstadımız sanki iman-ı billah hakikatinin etrafını bir kale ile çevirmiş. Her bir delil bu kalenin bir taşı veya duvarı hükmünde olmuş. Bu duvarları aşamayan ve bu kaleyi parçalayamayan, içinde ve merkezinde olan iman-ı billah hakikatine ilişemez.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
O burhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf burhanların zafiyeti zail olur. Zail olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Nasıl ki ince ipler birleşse kopmaz bir urgan olur; aynen bunun gibi, zayıf deliller de birleşse kuvvet bulur, kopmaz bir burhan olur. Zayıf deliller birbirlerine dayanarak ve aynı manaya parmak basarak zayıflıktan kurtulur. Zayıflıktan kurtulmasa bile itibardan düşmez. Velev ki itibardan düşse dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür. Şöyle ki:
Her bir delili daireyi oluşturan bir çizgi kabul edelim. Çizgiler birbiriyle birleşti ve geniş bir daire oluştu. Ortasında da matlub olan vücub-u vücud ve vahdet var. Eğer birisi bir çizgiyi zayıf bulup koparsa dairede boşluk açamıyor; kopan çizginin sağındaki ve solundaki çizgiler hemen birleşip boşluğu kapatıyor. Olsa olsa daire biraz küçülüyor.
Dolayısıyla merkezdeki vücub-u vücud ve vahdete ilişmek için bir çizgiyi koparmak yetmiyor; bütün çizgilerin koparılması gerekiyor. Yani iman-ı billah hakikatinin çürütülebilmesi için bütün delillerin çürütülmesi ve hepsinin hükümden düşürülmesi gerekiyor. Yoksa sadece bir delilin çürütülmesiyle iman-ı billah hakikatine ilişilemez.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Maahâzâ, burhanların heyet-i mecmuasına terettüp eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh bir burhana bakıldığı zaman zafiyetten dolayı vehimler baş gösterirse öteki burhanlardan süzülen kuvvet ile ortada zafiyet kalmaz, vehimler de dağılır. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Diyelim ki vücub-u vücud ve vahdet hakkında 50 delili mütalaa ettik. Her bir delil diğer bir delile dayandı ve neticede kopmaz bir urgan oldu. 50 delilin birleşmesiyle ortaya çıkan kuvveti tek bir delilde aramak -Üstadımızın ifadesiyle- aklın hastalığına ve zihnin cüz’iyetine işaretmiş.
Dolayısıyla bir delilin zafiyetine hükmedilse ve vehimler baş gösterse, diğer delillerden süzülen kuvvet bu vehimleri yok eder. Demek, delilleri mütalaa eden kişi bir delildeki zafiyete takılmamalı; o delili kuvvetli bir delile yaslayarak onu zafiyetten kurtarmalı hatta şöyle demeli:
— Bu delili ben tam anlayamadım. Bu sebeple de bana zayıf gibi gözüküyor. Ama zayıf bile olsa diğer kuvvetli delillere dayanarak kuvvet bulur. Yok, kuvvet bulmaz denilse, o zaman bu delil daireden çıkar, en fazla daire biraz küçülür; matluba yine ilişilemez…
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Maahâzâ, bazı burhanlar suya benziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh bu gibi burhanları gayet latif ve dikkatli, ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki dökülmesin, sönmesin, uçmasın. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
İnsan suyu hem elinde tutar hem de hisseder. Zira suyun kesif bir vücudu vardır.
Ziyaya gelince, ziyayı görür ama tutamaz. Zira ziyanın kesif bir vücudu yoktur.
Hava ise ne görülür ne de tutulur.
Deliller de böyledir. Bir kısmı su gibidir yani son derece kuvvetlidir. Hem akıl, hem kalp, hem ruh hatta nefis dahi bunu kabul eder.
Delillerin bir kısmı ise kuvvet bakımından ziya gibidir. Ruh ve kalp hisseder ama aklın eli tutamaz.
Delillerin diğer bir kısmı da hava gibidir. Ruh hisseder, kalp hisseder ama çıplak bir şekilde akıl onu göremez.
Buradaki su, ziya ve hava kavramları delilinin kuvvetine işarettir. Mesela intizam ve mizan delili su gibidir. Son derece kuvvetli olup çürütülemeyecek bir delildir. Mevt delili belki ziya gibidir. Her akıl kabul etmez, ancak imanla kabul edilir. Mahlukatın tesbihatı delili ise belki hava gibidir. Ancak kuvvetli bir imanla hissedilir.
Bunlar gibi, her delilin kendine göre bir kuvveti vardır ve bir latifeye namzettir. Her delil akla değildir; bir kısmı ruhadır, bir kısmı kalbe, bir kısmı letaife, bir kısmı nefse, bir kısmı şeytana ve hakeza…
Hakiki mümin odur ki en zayıf delilden dahi dağ gibi hisse çıkarır, marifetullahına bir vesile ve muhabbetullahına bir köprü yapar.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık. (Devamındaki takrizi de kaydediyoruz.)
Arkadaş! Şu yüksek olan matluba zikrettiğimiz burhanlar, matlubu ihata eden bir dairedir. Matlub olan vücub-u vücud ve vahdet o dairenin merkezindedir. Daireyi teşkil eden burhanların her birisi parmağını uzatıp matlubun hak ve sadık olduğuna imza atıyorlar.
O burhanlardan zayıf olanların aralarında tesanüd vardır. Yani birbirini teyid ve takviye etmekle, zayıf burhanların zafiyeti zail olur. Zail olmasa bile itibardan düşmez. İtibardan düşse bile dairenin bozulmasına sebep olmaz. Ancak daire küçülür.
Maahâzâ, burhanların heyet-i mecmuasına terettüp eden matlubun kuvvet ve vuzuhunu her fertten istemek ve her fertte aramak, aklın hastalığına, zihnin cüz’iyetine işaret olup matlubu red ve inkâr için bir zemin teşkil ediyor. Binaenaleyh bir burhana bakıldığı zaman zafiyetten dolayı vehimler baş gösterirse öteki burhanlardan süzülen kuvvet ile ortada zafiyet kalmaz, vehimler de dağılır.
Maahâzâ, bazı burhanlar suya benziyor, bir kısmı da havaya benziyor, bir kısmı da ziya gibidir. Binaenaleyh bu gibi burhanları gayet latif ve dikkatli, ince bir fikir ile arayıp tutmalıdır ki dökülmesin, sönmesin, uçmasın. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
TAKRİZ
Fâzıl-ı muhterem, Meclis-i Mesahif ve Tetkik-i Müellefat-ı Şer’iye Reis-i Âlîsi Şeyh Safvet Efendi Hazretlerinin takrizidir.
Cenab-ı Hakk’a hamd ve kendisine Kur’an nazil olan Peygamberimize ve dinin binasını tahkim ve temhid eden âl ü ashabına salât ü selâm olsun!
“Tevhid Denizinden Bir Katre” namındaki risale gözüme tecelli etti. O denizle bu katre arasında bir fark göremedim. Çünkü o katre, hakikatte o denizden geliyor ve o denize dökülüyor. Tevhid denizinden avuçla su içmekte ve İslamiyet memesinden süt emmekte kardeşimiz olan Allâme Bedîüzzaman Said Nursî’nin sa’yinden dolayı Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükürler olsun!
El-fakir, Türabu Akdâmi’l-Ulema, Safvet (rahmetullahi aleyh)
Yazar: Sinan Yılmaz