16. Şu lisanların tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki…
Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Şu lisanların tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki… (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Tafsil: Ayrıntılı açıklama / İcmal: Özet)
Üstad Hazretleri önceki derste şu kâinattaki bütün envaın, erkânın, azanın, eczanın, cüz’iyatın, hüceyratın, zerratın ve esîrin Allah’ın vücub-u vücuduna ve vahdetine elli beş lisanla şehadet ettiğini söylemişti. Bu makamda bu lisanları icmal ile beyan ediyor. Bu lisanların izahı sonraki derslerde yapılacak.
Üstadımız bu 55 lisandan 26 tanesini şöyle beyan ediyor:
– Kâinat terkiplerindeki intizam,
– Cereyan-ı ahvaldeki nizam,
– Suretlerdeki garabet,
– Nakışlarındaki ziynet,
– Yüksek hikmetler,
– Eşyadaki muhalefet ve mümaselet,
– Camidattaki muavenet,
– Birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd,
– Hikmet-i âmme,
– İnayet-i tamme,
– Rahmet-i vâsia,
– Rızk-ı âmm,
– Hayatlar,
– Tasarruf,
– Tahvil,
– Tagyir,
– Tanzim,
– İmkân,
– Hudus,
– İhtiyaç,
– Zaaf,
– Mevt,
– Cehil,
– İbadet,
– Tesbihat,
– Daavat
Ve hakeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemaliyesine şehadet ettikleri gibi, esmâ-i hüsnayı tilavet ederek Cenab-ı Hakk’a tesbih ve Kur’an-ı Hakîm’i tefsir ve Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın ihbaratını tasdik ediyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
(Terkip: Bir araya getirme, birleşim / Garabet: Hayret vericilik, gariplik / Mümaselet: Benzerlik / Camidat: Cansızlar / Muavenet: Yardımlaşma / Tesanüd: Dayanışma / Rızk-ı âmm: Herkesin faydalandığı rızık / Tahvil: Dönüştürme / Tagyir: Değiştirme / Hudus: Sonradan meydana gelme / Daavat: Dualar)
Üstadımız 55 lisandan 26 lisanı saydı ve dedi ki: Şu kâinat ve içindeki eşya daha pek çok sıfatlarının lisanıyla:
1. Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in (gücü her şeye yeten ve ezelî olan yaratıcının) vücub ve vücuduna şehadet eder.
2. Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in evsaf-ı kemaliyesine şehadet eder.
3. Esmâ-i hüsnayı tilavet ederek Cenab-ı Hakk’ı tesbih eder.
4. Kur’an-ı Hakîm’i tefsir eder.
5. Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın ihbaratını tasdik eder.
Bunların hepsi ileriki derslerde teker teker izah edilecek. Bizler izahları kendi makamına havale ederek metne devam ediyoruz. Üstadımız şöyle diyor:
Geçen lisanların tafsiline geçiyoruz. Şöyle ki: Kâinatta görünen tanzimat, nizamat, muvazenat, kabza-i tasarrufunda bir mizan ve nizam bulunan Hâlık’ın vücub-u vücuduna delalet etmekle اَللَّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ cümlesini okur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Üç kelime geçti: Tanzimat, nizamat, muvazenat.
Arapça bilmeyenler için birbirine benzeyen bu kelimeler Arapça bilenler için çok farklı manalar ifade etmektedir. İlk önce bu kelimeleri lügat cihetiyle tahlil edelim:
Tanzim: “Nazm” kelimesinin tef’il babına girmiş hâlinin masdarıdır. Tanzimat ise “tanzim” kelimesinin çoğuludur.
Nizam: Yine “nazm” kelimesinin mufaale babına girmiş hâlinin masdarıdır. Nizamat ise “nizam” kelimesinin çoğuludur.
Muvazene: “Vezn” kelimesinin mufaale babına girmiş hâlinin masdarıdır. Muvazenat ise “muvazene” kelimesinin çoğuludur.
Şimdi de kelimelerin ifade ettiği manaya bakalım:
Nazm kelimesi “inci vb. kıymetli taşları dizmek” manasına gelir. Bu kelime tef’il babına girdiğinde “tanzim” şeklini alır. Tef’il babının özelliği bir işin çok kuvvetli ve fazla yapıldığını ifade etmesidir. Mesela:
قَطَعَ fiili “kesti” manasındadır. Bu fiilin tef’il babına girmiş hâli olan قَطَّعَ ise “parçaladı” manasına gelir.
هَدَمَ fiili “yıktı” manasındadır. Bu fiilin tef’il babına girmiş hâli olan هَدَّمَ ise “yerle bir etti” manasına gelir.
أَكَلَ fiili “yedi” manasındadır. Bu fiilin tef’il babına girmiş hâli olan أَكَّلَ ise “çokça yedi” manasına gelir.
Demek, tef’il babı bir işin çok kuvvetli ve fazla yapıldığını ifade eden bir babdır. Bundan da şu mana çıkar:
Eğer “Kâinattaki nazm…” denilseydi, eşyanın ipe dizilir gibi sıralandığını ve âlemde böyle bir düzgünlüğün olduğunu anlardık. “Kâinattaki tanzim…” denildiğinde de aynı manayı anlıyoruz. Ancak “tanzim”de bir kuvvet vardır; nazm işinin çok kuvvetli ve fazla olduğunu ifade eder. Yani nazm hakikati şu âlemde öyle tecelli ediyor ki hiçbir eşya bu tertipten, bu düzenden, bu sıradan, bu dizilişten zerre miskal ayrılmıyor. Böyle olunca da tanzim oluyor. Zira tanzim, nazm işinin şiddetle yapılmasıdır.
Tanzime bir örnek olarak Güneş Sistemi’ni gösterebiliriz. Yıldızların konumları öyle bir şekilde tanzim edilmiştir ki zerre miskal tesadüf ihtimalini kabul etmez. Eğer birbirlerine azıcık yakın olsalar birbirlerini çekip çarpışacaklar; azıcık uzak olsalar bu sefer de sistemden kopup uzaklaşacaklar. İşte bu tanzim, perde arkasında iş gören zatın vücub-u vücudunu ve vahdetini güneş gibi ispat eder. Zira böyle bir tanzim tesadüfün işi olamaz.
Şimdi de ikinci kelimemiz olan “nizamat” üzerine konuşalım:
“Nizamat” mufaale babından gelmiş bir kelimedir. Mufaale babının en önemli özelliği, bir işin karşılıklı yapıldığını göstermesidir. Mesela:
كَتَبَ “yazdı” manasındadır. Bu kelime mufaale babına girdiğinde كَاتَبَ olur ve “yazıştı” manasına gelir.
قَتَلَ “öldürdü” manasındadır. Bu kelime mufaale babına girdiğinde قَاتَلَ olur ve “savaştı” manasına gelir.
نَزَعَ “çekti” manasındadır. Bu kelime mufaale babına girdiğinde نَازَعَ olur ve “çekişti” manasına gelir.
Demek, mufaale babı bir işin karşılıklı yapıldığını (işteşlik) ifade eden bir babdır. Bundan da şu mana çıkar:
“Nizamat” karşılıklı dizilişi, karşılıklı düzeni, karşılıklı insicamı ifade etmektedir. Mesela ağız ile dişler arasında, göz ile kaş arasında, baş ile vücut arasında, meyve ile ağaç arasında, sinek ile kanadı arasında vs. bir düzen vardır. İşte bu düzen “nizam”dır, bunun çoğulu da “nizamat”tır.
Şimdi de üçüncü kelimemiz olan “muvazenat” üzerine konuşalım:
“Muvazenat” mufaale babından gelmiş bir kelimedir. Mufaale babı bir işin karşılıklı yapıldığını gösterir. Demek muvazenat lafzıyla, bir eşyanın kendi dengesi değil, diğer eşyalarla olan karşılıklı dengesi kastedilmiştir. Meseleyi biraz daha açalım:
“Mizan” denge demektir. Mizan denildiğinde bir eşyanın kendi vücud ve azalarındaki dengeyi ve ölçüyü anlarız. “Mizan” kelimesi mufaale babına girdiğinde “muvazene” olur. Çoğulu da “muvazenat”tır.
Mizan ile muvazene arasındaki fark şudur: Mizan bir varlığın kendi dengesi ve yaratılışındaki ölçülü hâlidir. Muvazene ise karşılıklı denge ve ölçüdür. Mesela:
– Bir dişin ölçülü hâlde yaratılışını düşünürsek mizanı tefekkür etmiş oluruz. Eğer o dişin diğer dişlerle arasındaki dengeyi ve ölçüyü düşünürsek muvazeneyi tefekkür etmiş oluruz.
– Bir parmaktaki dengeyi düşünürsek mizanı tefekkür etmiş oluruz. Eğer o parmağın diğer parmaklarla ve elle arasındaki dengeyi düşünürsek muvazeneyi tefekkür etmiş oluruz.
– Bir meyvenin kendisindeki dengeyi düşünürsek mizanı düşünmüş oluruz. Eğer o meyvenin dalla ve ağaçla arasındaki dengeyi düşünürsek muvazeneyi tefekkür etmiş oluruz.
Gördüğünüz gibi, kelimelerin türediği kökler ve girdiği bablar esas alınarak mütalaa edildiğinde karşımıza bambaşka manalar çıkıyor. Bu dersten ödevimiz şu olsun:
Kâinatta görünen tanzimat, nizamat ve muvazenatı tefekkür edelim. Ancak şuna dikkat edelim: Tefekkürü yapabilmek için fikri bir misal üzerine bindirmek lazım. Fikir misale binmeli ve onunla seyahat etmeli. Yani tefekkür edebilmek için hakikatleri somut örnekler üzerinden düşünmeliyiz. Bunun için de interneti kullanabilirsiniz. “Âlemdeki düzen ve tertip”, “eşyanın karşılıklı dizilişi”, “âlemdeki denge” gibi cümlelerle arama yaparak somut bilgiler üzerinden mezkûr hakikatleri tefekkür edebilirsiniz.
Şimdi, mütalaasını yaptığımız bölümü bir daha okuyalım:
Şu lisanların tafsili gelecektir. Şimdi icmal ile zikredeceğim. Şöyle ki:
– Kâinat terkiplerindeki intizam,
– Cereyan-ı ahvaldeki nizam,
– Suretlerdeki garabet,
– Nakışlarındaki ziynet,
– Yüksek hikmetler,
– Eşyadaki muhalefet ve mümaselet,
– Camidattaki muavenet,
– Birbirinden uzak olan şeylerdeki tesanüd,
– Hikmet-i âmme,
– İnayet-i tamme,
– Rahmet-i vâsia,
– Rızk-ı âmm,
– Hayatlar,
– Tasarruf,
– Tahvil,
– Tagyir,
– Tanzim,
– İmkân,
– Hudus,
– İhtiyaç,
– Zaaf,
– Mevt,
– Cehil,
– İbadet,
– Tesbihat,
– Daavat
Ve hakeza pek çok sıfatlar lisanlarıyla Hâlık-ı Kadîm-i Kadîr’in vücub ve vücuduna ve evsaf-ı kemaliyesine şehadet ettikleri gibi, esmâ-i hüsnayı tilavet ederek Cenab-ı Hakk’a tesbih ve Kur’an-ı Hakîm’i tefsir ve Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ın ihbaratını tasdik ediyorlar.
Geçen lisanların tafsiline geçiyoruz. Şöyle ki: Kâinatta görünen tanzimat, nizamat, muvazenat kabza-i tasarrufunda bir mizan ve nizam bulunan Hâlık’ın vücub-u vücuduna delalet etmekle اَللَّهُ لَا اِلهَ اِلَّا هُوَ cümlesini okur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)
Yazar: Sinan Yılmaz