a
Ana SayfaKatre92. Kardeşlerim! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki…

92. Kardeşlerim! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

REMİZ

Kardeşlerim! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki: Küllü cüzde, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkâr eder. Mesela küçük bir kabarcıkta, güneşin tamamıyla tecelliyatını ister. Bunu göremediği için o kabarcıktaki cilvenin güneşten olduğunu inkâr eder. Hâlbuki şemsin vahdeti, tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Üstad Hazretleri bu remizde üç farklı konudan bahsediyor. Birinci konu nefsin bir hastalığı. Bu hastalık şu: Nefis küllü cüzde, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkâr eder.

Üstadımız buna güneş misalini verdi. Bu misalde güneş külldür, damla ise cüz.

Güneş ışığıyla bir damlayı aydınlatır ve onda tecelli eder. Damladaki zayıf bir tecelli dahi güneşin varlığını ispat için kâfidir. Çünkü ortada gözün gördüğü bir yansıma var. Bu yansıma ya güneşindir ya da damlanın kendisinindir. Eğer kendisininse o zaman içinde hakiki bir güneş vardır hatta kendisi bir güneştir. Zira böyle yedi renge ve ısıya sahip olabilmek için güneş gibi bir cisim olmak gerekir. Güneşi inkâr eden, bir damlanın içinde güneşin var olduğunu kabul etmek zorunda kalır. Bu ise tam bir akılsızlıktır.

İşte damla kendisindeki zayıf bir akisle güneşin varlığını ispat ederken, nefis bizatihi güneşin kendisini damlada görmek ister. Göremediği için de inkâr eder.

Aynen bu misal gibi, Şems-i Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ da isim ve sıfatlarıyla mahlukatta tecelli etmektedir. Zerreden şemse kadar her şey -misalden yola çıkarsak- âdeta bir damla hükmündedir. Bu damlalarda Allah’ın isim ve sıfatları tecelli etmektedir. Bu damlalar Allah’ın esmasının aynası ve sıfatlarının bir kitapçığıdır.

Tek bir eşya ve o eşyadaki tek bir tecelli Allah’ın varlığını ispat için kâfi iken, kâfir bizzat Allah’ın kendisini görmek istemekte ya da bütün isimleriyle o eşyada tecellisini arzu etmektedir. Hem de her bir ismin azami mertebedeki tecellisini aramaktadır. Yani misalden yola çıkarsak: Zerrede şemsi görmek istemekte; göremeyince de Allah’ı inkâr etmektedir.

Hâlbuki Allah’ın varlığını tasdik için tek bir çiçek, tek bir böcek, tek bir kelebek hatta tek bir zerre yeterlidir. Tabii aklı ve insafı olana…

Üstadımız dedi ki: Hâlbuki şemsin vahdeti, tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez.

Yani güneşin bir tane olması, sadece bir damlada gözükmesini iktiza etmez. Güneş bir iken hadsiz şeffaf eşyada tecelli edebilir. Aynen bunun gibi, Allah’ın da bir olması, tecelliyatının vahdetini istilzam etmez. Allah bir iken, isim ve sıfatlarıyla hadsiz eşyada aynı anda tecelli eder; bir iş başka bir işe mâni olmaz.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Ve keza, delalet etmek tazammun etmeyi iktiza etmez. Mesela kabarcıktaki güneşin cilvesi güneşin vücuduna delalet eder fakat güneşi tazammun edemez yani içine alamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Tazammun etmek: İçine almak)

Üstadımız hakikati yine güneş misaliyle izah etti. Farklı bir misalle meseleyi pekiştirelim:

Karlı bir yolda bir ayak izin görseniz, “Buradan birisi geçmiş. Bu ayak izi ona aittir.” dersiniz. Tek bir ayak izi, oradan geçen zatın vücudunu ispat etmekte ve onun varlığına şehadet etmektedir.

Ayak izi, oradan geçen zatın vücudunu ispat eder ancak onu içine alamaz, tazammun edemez.

Şimdi, birisi ayak izini gördüğünde şöyle dese:

— Ben bu ayak izinin birisine ait olduğuna inanmıyorum. Çünkü izin içinde onu görmüyorum…

Eğer böyle dese ona gülünür ve denir ki:

Delalet etmek tazammun etmeyi iktiza etmez. Ayak izi, sahibine delalet eder ancak onu içine alamaz.

Aynen bunun gibi, eşya da Allahu Teâlâ’ya delalet eder ancak tazammun edemez yani içine alamaz.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Ve keza, bir şeyi bir şeyle tavsif edenin, o şeyle muttasıf olması lazım gelmez. Mesela şeffaf bir zerre şemsi tavsif eder fakat şems olamaz. Bal arısı Sâni-i Hakîm’i vasıflandırır, amma Sâni olamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Evet, bir damla, güneşin çok evsafını tavsif eder fakat o evsafın hiçbiriyle muttasıf olamaz. Mesela damla der ki: Güneşin ışığı var, yedi rengi var, sıcaklığı var… Bunları der; bunlarla güneşi tavsif eder fakat şems olamaz yani bu sıfatlarla muttasıf olamaz.

Aynen bunun gibi, her bir eşya da Allah’ı binbir ismiyle ve sıfatlarıyla tavsif eder ancak bu isimlere müsemma ve sıfatlara mevsuf olamaz. Eşya sadece bir aynadır, bir tecelligâhtır; kendinde tecelli eden esmâ-i hüsnayı ve sıfat-ı ulyayı gösterir. O esmanın müsemması ve o sıfatların mevsufu ancak Allah’tır.

Metin açık olduğundan bu kadar izahla iktifa ediyoruz. Şimdi, mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım:

REMİZ

Kardeşlerim! Nefsin en mühim bir hastalığı da şudur ki: Küllü cüzde, büyüğü küçükte görmek istiyor. Göremediği takdirde red ve inkâr eder. Mesela küçük bir kabarcıkta, güneşin tamamıyla tecelliyatını ister. Bunu göremediği için o kabarcıktaki cilvenin güneşten olduğunu inkâr eder. Hâlbuki şemsin vahdeti, tecelliyatının da vahdetini istilzam etmez.

Ve keza, delalet etmek tazammun etmeyi iktiza etmez. Mesela kabarcıktaki güneşin cilvesi güneşin vücuduna delalet eder fakat güneşi tazammun edemez yani içine alamaz.

Ve keza, bir şeyi bir şeyle tavsif edenin, o şeyle muttasıf olması lazım gelmez. Mesela şeffaf bir zerre şemsi tavsif eder fakat şems olamaz. Bal arısı Sâni-i Hakîm’i vasıflandırır, amma Sâni olamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin