a
Ana SayfaKatre61. İkinci hastalık: “Ucub”dur. Arkadaş! Yeise düşen adam azaptan kurtulmak için…

61. İkinci hastalık: “Ucub”dur. Arkadaş! Yeise düşen adam azaptan kurtulmak için…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

İkinci Hastalık: “Ucub”dur. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Ucbun ne olduğu hakkında âlimler farklı izahlar yapmışlar. Mesela İmam Mâverdî şöyle demiş:

— Kişinin itibarı ve mevkii ile gururlanmasına kibir, faziletleriyle övünmesine ise ucb denir.

İbni Hazm, ucbu kendini beğenme, övünme, kibir ve büyüklenmenin aslı olarak gösterir. Birbirine yakın anlamlar taşıdığından dolayı da çoğu insanın bu kelimeleri ayırt etmekte güçlük çektiğini ifade eder.

Hâris el-Muhâsibî, kibrin ucbdan doğduğunu beyan eder.

İmam Gazâlî Hazretlerine göre, kibir toplum içinde görülen bir durumdur. Zira insanlar birbirine karşı büyüklük taslar. Ucb ise psikolojik bir hâl olup tek başına yaşayanlarda bulunabilir.

Bazı kaynaklarda ucbun ileri derecesine “idlâl” denmiştir. Buna göre, “ucb” yapılan amelle böbürlenmek, “idlâl” ise amele karşılık beklemektir.

Bazı âlimler de ucbu insanın kendini beğenmesi ve faziletleriyle övünmesi olarak tanımlar.

Üstad Hazretleri ise ucbu “amele güvenmek” şeklinde değerlendiriyor.

Şimdi, metne devam ederek bu hastalığın sebebini ve bu hastalıktan kurtulmanın yolunu öğrenelim:

Arkadaş! Yeise düşen adam azaptan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemalât beni kurtarır, yeter.” diye bir derece rahat eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Yeis: Ümitsizlik / İstinad: Dayanma, güvenme)

Ucb hastalığına yakalanmanın sebebini -Üstadımızın tayyettiği basamaklarla birlikte-maddeleyelim:

1. Kişi amele ve taate muvaffak olamıyor. Farzları hakkıyla eda edemiyor ve haramlardan sakınamıyor.

2. Bu durumda, azaptan ve cehennemden korkmaya başlıyor.

3. Kendisini azaptan kurtaracak bir ameli olmadığı zannıyla yeise yani ümitsizliğe düşüyor. Kendi kendine, “Ben ahirette ne yapacağım? Beni azaptan ne kurtaracak?” diye düşünmeye başlıyor ve yeisi iyice koyulaşıyor.

4. İşte bu yeisin tahrikiyle kendisini azaptan kurtaracak bir noktayı aramaya başlıyor. İşlemiş olduğu bir ameli, sahip olduğu bir kemali, din uğruna yaptığı bir fedakarlığı bulmaya çalışıyor; “Beni kurtaracak bir amelim yok mudur?” diye taharriye başlıyor.

5. Bir hasenatı ve kemalâtı bulunca da hemen ona bel bağlıyor. Kendi kendine diyor ki: “Bu amelim ve bu kemalât beni kurtarır; bu bana yeter.”

6. Bu düşünceyle de bir derece rahat ediyor. Hâlbuki bilmiyor ki ucba düşmüş ve manevi bir hastalığa yakalanmış…

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Halbuki a’mâle güvenmek ucubdur. İnsanı dalalete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(A’mâl: Ameller)

Üstadımız burada ucbun tanımını yaptı: A’mâle güvenmek ucubdur.

İnsanın ameline güvenmesi, kemalâtına bel bağlaması ve hasenatı ile övünmesi onun hakkı değildir. Zira kemalâtı ve hasenatı onun zatî mülkü değildir. Belki onlar bir hediye-i Rabbânî ve bir ihsan-ı Rahmânîdir. İnsan o amelin sahibi değildir ki ona güvenebilsin ve “Bu benimdir.” diyebilsin.

Üstad Hazretleri bu hakikati öyle ispat ediyor ki nefis dahi susup kabul etmek zorunda kalıyor. Üstadımız ispata şöyle başlıyor:

Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib sanat, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup insan o hanede emaneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Lakîta: Bulunmuş mal / Temellük etmek: Sahiplenmek / Hâvi olduğu: İçine aldığı, ihtiva ettiği / Dest-i kudret: Kudret eli)

Şimdi mezkûr metni cümle cümle mütalaa edelim:

Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir.  

Bu vücud ve bu vücuda takılan azalar ve cihazlar bizim mülkümüz değildir. Çünkü bizim eser-i sanatımız değildir. Gözü biz yapmadık, kulağı biz yapmadık, dili biz yapmadık; eli, ayağı, kalbi, mideyi ve diğer uzuvlarımızı biz yapmadık. Maddi ve manevi ziynetlerle bu vücudu biz tezyin etmedik. Değil bunları yapmak, saçımızdaki bir teli dahi biz yapmadık; ondan dahi âciziz.

O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir.

Evet, bu vücudu biz yapmadık, aza ve cihazatımızı biz icad etmedik. Biz yapmadığımız gibi, yolda da bulmadık. Yani başkası yapmış da kıymetsiz olduğu için yola atmış, biz de yolda giderken bulmuşuz da eğilip almış değiliz.

— Madem biz yapmadık ve yolda da bulmadık, o hâlde bu vücudun sânii kimdir?

Ancak o vücud hâvi olduğu garib sanat, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup insan o hanede emaneten oturur.

Bu vücud bir Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmıştır. Onun kudretiyle yaratılmış, hikmetiyle donatılmış, ilmiyle teçhiz edilmiş, iradesiyle tezyin edilmiş ve rahmetiyle taltif edilmiştir.

Şu vücud, sahip olduğu garip sanat ve acib nakışların şehadetiyle; gözden kulağa, elden ayağa, akıldan kalbe; bütün maddi ve manevi cihazlarının delaletiyle, Allah’ın dest-i kudretinden çıkmış bir hanedir. Biz ise bu hanede emaneten oturuyoruz.

O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir.

Bizler bu vücudun mucidi ve sahibi olmadığımız gibi, bu vücudda yapılan tasarrufun da sahibi değiliz. Şu an vücudumuzda neler oluyor neler… Bizim ise bu faaliyetlerin hiçbirinden haberimiz yok. Bu vücuda dair tek müdahalemiz bir lokmayı alıp ağza atmaktır. Bundan sonrasında çiğnemek bile bize ait değildir. O dahi başka bir zatın emriyle işliyor…

Netice: İnsan madem bu vücudu kendisi yapmamış ve yolda bulup temellük etmemiş. Ve madem bu vücud, sahip olduğu bütün cihazatıyla Allah’ın ona bir hediyesidir. Bu durumda, insan bu azalarla işlemiş olduğu hasenatın sahibi değildir.

— Tarlanın sahibi olmayan, mahsulün nasıl sahibi olacak?

— Kalemin sahibi olmayan, yazının nasıl sahibi olacak?

— Fabrikanın sahibi olmayan, ürünün nasıl sahibi olacak?

— Azanın sahibi olmayan, o azayla işlenen amellerin nasıl sahibi olacak?

Asla olmaz ve olamaz…

Bu fakir, Kur’an okuduktan sonra -Üstad Hazretlerinden aldığı bu dersle- genelde ellerini açıp şöyle dua ediyor:

Ya Rabbi! Bu Kur’an senindir ve bu Kur’an’ı bana sen ezberlettin. Bu Kur’an’ın yazıldığı hafıza senin… Kur’an’ı gören göz senin… Kur’an’ı okuyan dil senin… Kur’an’ı işiten kulak senin…

Ya Rabbi! Kur’an’ı bana sen ezberlettin ve benim için kuvve-i hafızamda sen muhafaza ettin.

Bugün geldiğinde ilk önce kalbime Kur’an’ı okumaya karşı bir meyil koydun; bana okumayı sevdirdin, okumamı ilham ettin ve bu hususta bana bir gayret verdin. Sonra dilimi sen oynattın ve sesleri sen çıkardın. Gözüme sen gösterdin, kulağıma sen işittirdin ve Kur’an’ı okurken ayetleri bana sen ilham ettin. Kelimeleri dilime teker teker sen koydun. Bana ait olan tek şey ise senin bu ihsanına mazhar olmak, ayna olmak…

Ya Rabbi! Bu amelimden dolayı hiçbir sevabı hak etmiyorum. Zira Kur’an senin, Kur’an’ı okuduğum dil senin, ayetleri gördüğüm göz senin, işittiğim kulak senin, Kur’an’ın saklandığı kuvve-i hafıza senin, Kur’an’ı seven kalp senin ve bu kalpteki Kur’an’a karşı olan muhabbet senin… Lakin sen ne kadar cömertsin ki kendine ait bir amele dahi sevap yazıyor ve ihsanının aynasına in’am ediyorsun.

Ya Rabbi, bu amelim senin hazinenden çıkmış ve yine sana dönmüştür. Ben, bu amelin sahibi olduğumu zannetmekten sana sığınıyorum ve bu amelin yazıldığı amel sayfasını koparıp denize atıyorum. Senin rahmetin bana yeter, seni sevmek bana yeter; başka amel istemem…

Belki her amelimizden sonra böyle demeli ve amelimizin Cenab-ı Mevla’ya ait olduğunu lisanen dahi ikrar etmeliyiz.

Ucb bahsine sonraki derste devam edeceğiz. Bu dersimizde şu kısmın mütalaasını yaptık.

İkinci Hastalık: “Ucub”dur.

Arkadaş! Yeise düşen adam azaptan kurtulmak için istinad edecek bir noktayı aramaya başlar. Bakar ki bir miktar hasenat ve kemalâtı var, hemen o kemalâtına bel bağlar. Güvenerek der ki: “Bu kemalât beni kurtarır, yeter.” diye bir derece rahat eder.

Halbuki a’mâle güvenmek ucubdur. İnsanı dalalete atar. Çünkü insanın yaptığı kemalât ve iyiliklerde hakkı yoktur, mülkü değildir, onlara güvenemez.

Hem insanın vücudu ve cesedi bile onun değildir. Çünkü kendisinin eser-i sanatı değildir. O vücudu yolda bulmuş, lakîta olarak temellük de etmiş değildir. Kıymeti olmayan şeylerden olduğu için yere atılmış da insan almış değildir. Ancak o vücud hâvi olduğu garib sanat, acib nakışların şehadetiyle, bir Sâni-i Hakîm’in dest-i kudretinden çıkmış kıymettar bir hane olup insan o hanede emaneten oturur. O vücudda yapılan binlerce tasarrufattan ancak bir tane insana aittir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin