a
Ana SayfaKatre41. Ve keza, kâinatın -küllî ve cüz’î- ihtiva ettiği bütün eczasını istila eden…

41. Ve keza, kâinatın -küllî ve cüz’î- ihtiva ettiği bütün eczasını istila eden…

Katre mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, kâinatın -küllî ve cüz’î- ihtiva ettiği bütün eczasını istila eden bir hikmet-i âmme görünür. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Hikmet-i âmme: Her şeyi kuşatan hikmet)

Hikmet: Her işte menfaatlere riayet edilmesi, boş ve abes bir işin yapılmamasıdır. Hikmetin zıttı israf ve abesiyettir.

Şu kâinatın hiçbir yerinde -küllî olsun, cüz’î olsun- israf ve abesiyet olmayıp, her yerde nihayet derecede bir hikmet hükümfermadır. Şimdi, kâinattaki hikmeti bir parça tefekkür edelim:

İnsanın bütün azalarında, kemik ve damarlarında, bedeninin hücrelerinde, her yerinde ve her cüzünde faydalar ve hikmetler gözetilmiştir. Hatta bazı azasına bir ağacın meyveleri kadar hikmetler ve faydalar takılmıştır. İşte bu hâl ispat eder ki şu âlemde nihayetsiz bir hikmet eliyle iş görülüyor.

Hem her şeyin sanatında nihayet derecede bir intizamın bulunması yine ispat eder ki nihayetsiz bir hikmetle iş görülüyor. Evet, bir çiçeğin programını küçücük tohumunda dercetmek; bir ağacın amel sahifelerini, tarihçe-i hayatını ve cihazlarının fihristini küçücük bir çekirdekte kader kalemiyle yazmak elbette nihayetsiz bir hikmetle iş görüldüğünü ispat eder.

Hem her şeyin yaratılışında güzel bir sanatın bulunması nihayet derecede bir hikmeti gösterir. Evet, şu küçücük insan bedeni içinde bütün kâinatın fihristini, bütün rahmet hazinelerinin anahtarlarını, bütün güzel isimlerinin aynalarını dercetmek elbette nihayet derecede bir hüsn-ü sanat içinde bir hikmeti gösterir.

Eşyadaki hikmet üzerine ciltler dolusu kitap yazılabilir. Çünkü yaratılan her mahluk, vücudu ile bu hikmetin varlığına şehadet etmektedir. Bizler bu makamda sadece bir sivrisineğe bakacağız. Aslında sivrisineğin vücudundaki hikmetle ilgili de özel bir kitap yazılabilir ve yazılmıştır da… Bizler hikmeti bir parça da olsa tefekkür edebilmek için sadece sineğin bir iki özelliğinden bahsedeceğiz:

Sivrisinek son derece hassas ısı algılayıcılarıyla donatılmıştır. Binde birlik (1/1000) bir sıcaklık değişimini dahi hissedebilir. Bu algılama ışığa bağlı olmadığından dolayı karanlık bir odada bulunsa bile kan damarını rahatlıkla bulabilir.

Kan damarını buldu mu ilk önce hortumcukları vasıtasıyla noktayı seçer. Deriyi ise sanıldığı gibi basınçla değil, üst çene ve dişlerinin bulunduğu alt çenesi ile yarar. Testere gibi ileri geri hareketlerle deriyi keser ve açılan yarıktan iğnesini kan damarına sokar. Şırıngaya benzeyen iğnesi ise bir kılıfla korunmuştur. Kan emme sırasında bu kılıf iğneden sıyrılır.

Burada büyük bir problem vardır ki o da kanın pıhtılaşmasıdır. Zira insan vücudu -yine bir hikmetten dolayı- akan kanı pıhtılaştırma özelliğinde yaratılmıştır. Bu sayede, bir yeri kanayan insan kan kaybından ölmez ve akan kan bir müddet sonra pıhtılaşarak durur.

Eğer sinek kanı emerken kan pıhtılaşırsa sinek beslenemez. Sivrisinek bunun da önlemini almıştır. Avının vücudundaki pıhtılaşmayı önleyecek bir sıvıyı damardan açtığı deliğe zerk eder ve bu sıvı kanın pıhtılaşmasını önler. İşte kaşıntıya sebep olan da bu enzimdir.

Bir sinek dahi böyle hikmetle yaratılmış ve hikmetli azalarla donatılmıştır. Herhâlde kâinattaki hikmeti hiç bir akıl sahibi inkâr edemez ve ilim sahibi reddedemez.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Ve bu hikmet-i âmme; kasd, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlak’ın vücub-u vücuduna delâlet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Kasd: Niyet, karar verme)

Hikmetle iş görene hakîm denir ki hakîm zat da kasd, şuur, irade ve ihtiyar sıfatlarına sahiptir. Bu sıfatlara sahip olamayan hakîm olamaz; hakîm olmayan da hikmetli iş yapamaz.

Madem şu âlemin her yerinde bir hikmet var ve bu hikmet her bir eşyada ve fiilde gözüküyor, öyleyse bu fiillerin faili ancak bir Hakîm-i Mutlak olabilir. Ondan başkası bu hikmetli fiillere sahiplik iddiasında bulunamaz.

İşte kâinat ve içindeki eşya, üzerlerinde gözüken hikmetin lisan-ı hâliyle bir Hakîm-i Mutlak’ın vücub-u vücuduna delâlet eder.

“Vücub-u vücud” kavramını önceki derslerde sıkça izah ettiğimizden dolayı burada izahına gerek duymuyoruz.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Çünkü kâinat meful ve münfaildir. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Meful: Failin yaptığı işten doğrudan etkilenen ögedir. Mesela “Ali camı kırdı.” desek, bu cümledeki “cam” lafzı mefuldür. Zira fail olan Ali’nin fiilinden o etkilenmiştir.

Münfail: Fiilden etkilenen manasındadır. Bu da meful gibidir. Ancak münfail fiil çatısında meful fail gibi gözükür. Mesela “Ay yarıldı.” dediğimizde, “Ay” lafzı fail gibi gözükmektedir. Ancak biz biliriz ki Ay kendi kendine yarılmaz, onu bir yaran vardır. İşte bu sebeple, “Ay” lafzı cümlede fail gibi gözükse de hakikatte münfaildir, failin fiilinden etkilenen ögedir.

Kâinat ve içindeki her bir eşya da böyle meful ve münfaildir. Zira her biri Allah’ın yaratmasıyla vücuda gelmiş ve Allah’ın fiilî sıfatlarının tecellisinden etkilenmiştir.

Bundan da şu hakikate çıkılır:

Meful failsiz olamadığı gibi, mefulün camid bir cüzü de fail olamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

(Camid: Cansız)

Üstad Hazretleri Arapça bir nahiv kuralından Allah’ın vücub-u vücuduna bir pencere açtı. Arapçada cümle yapısı fiil, fail ve mefulden oluşur. Bir cümlede meful varsa, fail de olmalıdır. Meful failsiz olamaz. Bu fail gizli de olabilir, açık da olabilir.

Mesela “Ali süt içti.” desek, bu cümlede “Ali” fail, “süt” ise mefuldür. Eğer süt içilmişse muhakkak onu içen birisi olmalıdır. Yani eğer meful varsa, fail de olmalıdır. Bu cümlede fail “Ali”dir ve açık bir şekilde gözükmektedir.

Cümlemiz, “Sütü içti.” ya da “Süt içildi.” şeklinde olsa, bu durumda, fail gizlidir. Birinci cümlede “süt” mefuldür ve faili gizlidir. İkinci cümlede “süt” münfaildir ve faili yine gizlidir. Ancak gizli de olsa biz biliriz ki bu sütü içen biri olmalıdır. Çünkü meful ve münfail bir faili iktiza eder.

Kâinat da meful ve münfail olduğuna göre, bir faili olmak zorundadır. Meful failsiz olamadığı gibi, mefulün camid bir cüzü de fail olamaz. Bu durumda geriye tek bir şık kalır ki o da Allah’ın fail-i mutlak olduğudur.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ve keza, kâinatın -küllî ve cüz’î- ihtiva ettiği bütün eczasını istila eden bir hikmet-i âmme görünür. Ve bu hikmet-i âmme; kasd, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun ediyor. Bu sıfatlar, bir Hakîm-i Mutlak’ın vücub-u vücuduna delâlet eder. Çünkü kâinat meful ve münfaildir. Meful failsiz olamadığı gibi, mefulün camid bir cüzü de fail olamaz. (Mesnevi-i Nuriye, Katre)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin