98. Bahusus bu âlemin maliki icadı kendisine kolay olan şeyi tekrarla vaat etmiştir…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ولاسيما ve bahusus أن مالك هذا العالم bu âlemin maliki قد وَعد مكررا tekrarla vaat etmiştir بما o şeyi ki إيجادُه onun icadı عليه Ona (o malike) هيّن سهل يسير âsândır, kolaydır ve basittir. (Üç kelime de “kolay” manasındadır ve tekit için gelmiştir. Bizler tekrara düşmemek için kelimenin eş anlamlılarını tercih ettik.)
Ve bahusus bu âlemin maliki, icadı kendisine âsân, kolay ve basit olan şeyi (âlem-i ahireti) tekrarla vaat etmiştir.
ووجوده ve onun (vaat ettiği şeyin) vücudu لخلقه وعباده mahlukatı ve ibadı için مهمّ بلا نهاية nihayetsiz mühimdir وغال بلا غاية ve hadsiz kıymetlidir.
Ve vaat ettiği şeyin vücudu, mahlukatı ve ibadı için nihayetsiz mühimdir ve hadsiz kıymetlidir.
مع أن خُلفَ الوعد bunlar birlikte, vaadinden dönmesi في غاية الضدية nihayet zıddiyet içindedir لعزّة اقتداره izzet-i iktidarına ومرحمة ربوبيته ve merhamet-i rububiyetine.
Bununla birlikte, vaadinden dönmesi izzet-i iktidarına ve merhamet-i rububiyetine nihayet zıddiyet içindedir.
إذ çünkü خُلفُ الوعد vaadinden dönmek نتيجةُ الجهل أولا evvela cehaletin neticesidir والعجزِ آخِرا ve ahiren aczin (neticesidir).
Çünkü vaadinden dönmek, evvela cehaletin ve ahiren aczin neticesidir.
فخلف الوعد ve vaadinden dönmek محالٌ muhaldir على العليم المطلق Alîm-i Mutlak’a والقدير المطلق ve Kadîr-i Mutlak’a.
Ve vaadinden dönmek, Alîm-i Mutlak’a ve Kadîr-i Mutlak’a muhaldir.
فليس إيجاد الحشر haşrin icadı değildir بانْقلاباته وبجنّاته inkilâbâtıyla ve cennetleriyle بأعسر عليه Ona daha zor من إيجاد الربيع baharın icadından بتحولاته وبجِنانه tahavvülatıyla ve bahçeleriyle.
Haşrin, (bütün) inkilâbâtıyla ve cennetleriyle icadı; baharın, (bütün) tahavvülatıyla ve bahçeleriyle icadından Ona daha zor değildir.
وأما وعدُه سبحانه Onun vaadine gelince (Onu tenzih ve tesbih ederiz) فثابتٌ sabittir بتواترِ كلِّ الأنبياء bütün enbiyanın tevatürüyle بإجماع جميع الأصفياء bütün asfiyanın icmaıyla.
Onun vaadine gelince (Onu tenzih ve tesbih ederiz), bütün enbiyanın tevatürüyle ve bütün asfiyanın icmaıyla sabittir.
استمع kulak ver قوةَ وعدِه سبحانه onun vaadinin kuvvetine (Onu tenzih ve tesbih ederiz) من هذه الآية bu ayetten…
Bu ayetten onun vaadinin kuvvetine (Onu tenzih ve tesbih ederiz) kulak ver:
اَللّٰهُ لٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ فِيهِ وَمَنْ اَصْدَقُ مِنَ اللّٰهِ حَدَيثًا
Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur. Andolsun ki sizi, kendinde şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacaktır. Allah’tan daha doğru sözlü kim vardır. (Nisa 87)
قُتِلَ الْاِنْسَانُ مَا اَكْفَرَهُ
Kahrolası insan! O ne de nankördür. (Abese 17)
لا يصدِّق (o kâfir) tasdik etmiyor حديثَ مَن o zatın sözünü ki هذه الموجودات bu mevcudat كلماتُه الصادقة بالحق hak ile sadık kelimeleridir وهذه الكائنات ve bu kâinat آياتُه الناطقة بالصدق sıdk ile konuşan ayetleridir ويعْتمد على هذيانات وهمِه ve vehminin hezeyanlarına itimat ediyor وحماقات نفسِه ve nefsinin ahmaklıklarına وأباطيل شيطانه ve şeytanının boş sözlerine.
O kâfir, bu mevcudat, onun hak ile sadık kelimeleri ve bu kâinat, onun sıdk ile konuşan ayetleri olan Zatın sözünü tasdik etmiyor; vehminin hezeyanlarına, nefsinin ahmaklıklarına ve şeytanının boş sözlerine itimat ediyor.
نعوذ بالله Allah’a sığınırız من الخِذلان hıyanetten ومن شر النفس والشيطان ve nefsin ve şeytanın şerrinden.
Hıyanetten ve nefsin ve şeytanın şerrinden Allah’a sığınırız.
İzah: Bu hakikatin mütalaasını daha önce yapmıştık. Üstadımız o makamda şöyle demişti:
ولا سيما إذا كان الملك قد وعد وأوعد مكررا بما إيجادُهُ عليه هيّن يسير ووجودُهُ للرعية في نهاية الأهمية وخُلفُ الوعدِ في غاية الضدية لعزّة اقتداره
Ve bahusus melik, icadı kendisine basit ve kolay, raiyyeti için ise nihayet ehemmiyette olan şeyleri mükerreren vaat ve tehdit etmişse ve sözünden dönmek kudretinin izzetinden dolayı son derece zıtsa…
Hakikatler tekrar edildikçe bizler de mütalaayı tekrar ediyoruz. Şimdi, daha önce yaptığımız mütalaayı tekrar edelim:
— Hiç mümkün müdür ki nihayetsiz bir ilmin ve hadsiz bir kudretin sahibi olan şu âlemin Rabbi, emirlerine itaat eden kullarına cenneti vadetsin, isyan edenleri ise cehennemle korkutsun ve bu vaat ve korkutmayı da bütün peygamberleri ve kitaplarıyla yapsın da daha sonra o vadettiği şeyleri yerine getirmeyip -hâşâ- cehlini ve aczini göstersin? Bu hiç mümkün müdür?
Hâlbuki vadettiği şeyler O’nun kudretine hiç ağır gelmez. Bilakis O’na pek hafif ve pek kolaydır. Geçmiş baharın hadsiz mevcudatını gelecek baharda icat edip iade etmek kadar kolaydır. Bir çiçeği yaratmak kadar kolaydır. Bir sineğin ihyası kadar kolaydır.
Hem vadettiği şeyler öyle şeylerdir ki bütün peygamberler tevatürle onları haber vermiş ve bütün evliya icma ile onların vukuuna şehadet etmiştir.
Hem Allah’ın vaadini yerine getirmemesi ve sözünden dönmesi kudretinin izzetine zıttır ve zatına yakışmaz!
— Acaba hiç mümkün müdür ki Cenab-ı Hak tekraren vadettiği ve kendisiyle korkuttuğu şeyleri getirmeyerek -hâşâ- hem kendi cehlini ve aczini göstersin hem de peygamberlerini ve evliyasını yalancı çıkartsın?
Hayır, asla olamaz!
Şimdi, şu sorunun cevabını bulmaya çalışalım:
— Acaba vadedilen veya kendisiyle korkutulan bir şeyin yerine getirilmemesinin -yani sözden dönülmesinin- sebepleri nelerdir?
Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Cehalet: Bir şeyi vadeden eğer vadettiği şeyi nasıl yapacağını bilmiyorsa -yani söz verdiği şey hususunda cahilse- vadettiği şey vukua gelmez. Demek cehalet, vadedilen şeyin vukuuna mâni olan bir sebeptir.
2. Âcizlik: Eğer vadeden kimse vadettiği şeyi yapma hususunda âciz veya fakirse, gücü ve zenginliği yetmiyorsa, vadettiği şey yine vukua gelmez. Demek âcizlik de vadedilen şeyin ifa edilememesine bir sebeptir.
3. Yalancılık: Eğer vadeden kişi yalancıysa ve sözünden kolayca dönebiliyorsa, vadedilen şey yine yerine gelmez. Demek yalancılık da vadedilen şeyin yerine getirilmemesine bir sebeptir.
O hâlde şöyle bir misal versek:
Birisi bize dese ki:
— Senin için muhteşem bir çiftlik kurup, hiç görmediğin ziyafetler hazırlayacağım.
Bizim bu sözden şüphe edebilmemiz için şunlardan birisinin olması gerekir:
1. Eğer bu vaadi yapan kişi cahilse -yani bir çiftliğin nasıl kurulacağından habersizse- o kişinin bu vaadine şüphe ile bakılabilir.
Yok, eğer o kişi bu hususta son derece mahir ve bilgili ise vaadinden hemen şüphe edilmez. Bu durumda, ikinci şıkka bakılır.
2. Eğer o kişi âciz ve fakirse -yani bir çiftliği kurabilecek güce ve maddi imkâna sahip değilse- yine o kişinin vaadine şüphe ile bakılabilir.
Yok, eğer o kişi son derece kuvvetli ve zengin ise hatta vadettiği çiftlikler gibi yüzlercesi göz önünde ise artık bu cihetten şüphe edilemez. Bu cihet de geçildiğinde üçüncü şıkka bakılır.
3. Bu kişi sözünde sadık mıdır, yalan söyler mi, sözünden cayar mı?
Eğer hiçbir yalanı duyulmamış ve yalana asla tenezzül etmeyecek birisi ise o zaman bu kişinin sözünden şüphe edilmez.
Bir daha ifade edecek olursak: Bize çiftliği ve içindeki ziyafeti vadeden kişi,
– Eğer işinde son derece âlim,
– Kudret ve zenginlikte son derece yüksek,
– Doğru söylemede son derece titiz olsa,
– Bir de bize kıymet verse ve kıymet verdiğini de hissettirse artık onun sözünden şüphe edilmez ve onun vaadine şüphe ile bakılmaz.
Artık bundan sonra onun sözünden şüphe etmek onu ya cehaletle, ya âcizlik ve fakirlikle, ya da sözünde durmamak ve yalancılıkla ithamdır.
Aynen bu misal gibi, Cenab-ı Hak da müminlere cenneti ve kâfirlere cehennemi vadetmiştir. Bu vaadi gerçekleştirmemek Allahu Teâlâ hakkında düşünülemez. Zira ifade ettiğimiz gibi, sözünü yerine getirmemek ya cehaletten, ya âcizlikten, ya da yalan söylemektendir. Hâlbuki bütün bunlar Cenab-ı Hakk’ın kudretinin izzetine zıt, ilminin ihatasına münafi ve zatının sıdkına muhaliftir.
Şimdi ey kâfir! Küfür ve inkârınla ne kadar ahmakça bir cinayet işlediğinin farkında mısın? Kendi yalancı vehmini, hezeyancı aklını ve aldatıcı nefsini tasdik edip, hiçbir cihetle yalan söylemek ve sözden dönmek kendisine yakışmayan bir Zatı tekzip ediyorsun. Hâlbuki şu âlemdeki her şey O’nun sıdkına şehadet ediyor ve O’nun nihayetsiz ilim ve kudretini ispat ediyor.
İşte cehennemin hadsiz derecede dehşetli olmasının bir sebebi de insanın işlediği bu büyük cinayetlerdir. Zira insan nihayetsiz küçüklüğü içinde nihayetsiz büyük cinayetler işler. Ahireti inkâr ederek, Allahu Teâlâ’yı cehaletle, âcizlikle ve yalancılıkla itham eder. Bu cinayeti sebebiyle de ebedî cezaya elbette müstahak olur.
Şimdi, bu çok önemli ve son derece kuvvetli olan delili maddeleyerek pekiştirelim:
1. Cenab-ı Hak müminlere cenneti ve kâfirlere cehennemi vadetmiştir.
2. Cenab-ı Hak bu vaadini bizlere peygamberleri ve kitapları aracılığı ile bildirmiştir.
3. Ahireti getirmemek, bütün peygamberleri yalancı çıkarmak ve bütün kitapları tekzip etmek demektir. Elbette Allahu Teâlâ o en sadık kullarını yalancı çıkarmaktan ve kendi kitaplarını tekzip etmekten son derece münezzeh ve mukaddestir.
4. Sözünden caymak ve vaadinden dönmek ya cehalet, ya âcizlik, ya da yalancılık sebebiyledir. Madem Allahu Teâlâ hakkında cehalet, âcizlik ve yalan düşünülemez, öyleyse ahiretin varlığı da inkâr edilemez.
5. Demek ahiretin varlığını inkâr edenler, Cenab-ı Hakk’ı cehaletle, âcizlikle ve yalancılıkla itham etmektedirler ki bu azim cinayetin cezası da elbette ebedî cehennem olacaktır.
Yazar: Sinan Yılmaz