102. Bahusus bu âlemin mutasarrıfı her vakitte; günde, senede, asırda ve devirde…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ولاسيما ve bahusus أن متصرف هذا العالم bu âlemin mutasarrıfı يُظهِر في كل وقت her vakit gösteriyor يوما وسَنة وقرنا ودَورا gün, sene, asır ve devir olarak ( كل وقت nin temyizi) في ميدان الأرض الموقت الضيّق geçici ve dar yeryüzü meydanında كثيرا من أمثال ذلك الميدان الأكبر الأوسع daha büyük ve daha geniş olan şu meydanın misallerinden birçoğunu ومن نموناته ومن إشاراته ve onun numunelerinden ve işaretlerinden (birçoğunu).
Ve bahusus bu âlemin mutasarrıfı her vakit -her gün, her sene, her asır ve her devir- geçici ve dar yeryüzü meydanında, daha büyük ve daha geniş olan şu meydanın birçok misallerini, numunelerini ve işaretlerini gösteriyor.
İzah: Haşir meselesi, akıldan uzak görülecek ve emsali olmayan bir mesele değildir. Zira Allahu Teâlâ her vakit haşrin ve neşrin yüzlerce misalini göstermektedir. İşte bazıları:
1. Kışın ölen mahlukat baharda kısmen aynen ve kısmen mislen yaratılır.
2. Her gün, gecenin gelmesiyle öldürülür ve ertesi sabah tekrar yaratılır.
3. Uyku ile insanlar öldürülür, sabah tekrar diriltilerek neşredilir.
4. Bulutlar semada toplanır, sonra dağıtılır ve sonra tekrar bir araya getirilerek haşrin numuneleri gösterilir.
5. Kışın ölen ağaçlar baharda cennet hurileri tarzında süslenir ve onlara hayat verilir.
6. Bazı hayvanlar kış boyunca uyutulur yani bir nevi öldürülür, sonra bahar geldiğinde tekrar diriltilir.
7. Hatta hayalen kendimizi bin sene evvel farz etsek, sonra zamanın iki cenahı olan mazi ile müstakbeli birbiriyle karşılaştırsak; asırlar, günler adedince haşrin ve kıyametin misallerini ve numunelerini görebiliriz.
Hiç mümkün müdür ki:
– Allahu Teâlâ, kışın ölmüş ve kurumuş koca arzı bahar mevsiminde ihya etsin,
– O ihya içinde, her biri insanın haşri gibi acip, üç yüz binden fazla mahlukat nevilerini haşr ve neşredip kudretini göstersin,
– Bahar mevsiminin nihayet derecedeki karışıklığı içinde, tam bir imtiyaz ve tefrik ile mahlukatını yaratıp ilminin ihatasını göstersin,
– Ve sonra o Zat-ı Zülcelal haşri yapmasın ve yapamasın, beşeri öldükten sonra ihya etmesin veya edemesin, mahkeme-i kübrayı açmasın ve açamasın, cennet ve cehennemi yaratamasın?
Hâşâ ve kellâ!
Meseleyi biraz tefekkür edelim:
Gözümüzle görüyoruz ki şu âlemin sahibi olan Zat-ı Zülcelal her asırda, her senede hatta her günde bu dar ve fâni zemin yüzünde, öldükten sonra dirilmenin pek çok emsalini ve numunelerini icat ediyor.
Mesela bahar mevsiminde görüyoruz ki beş-altı gün zarfında, hayvanat ve nebatattan üç yüz binden fazla nev tekrar diriltiliyor; kışın ölen mahlukata tekrar hayat veriliyor. Bütün ağaçların ve otların kökleri ve bir kısım hayvanlar aynen ihya edilip iade ediliyor. Bir kısmı ise neredeyse ayniyet derecesinde bir misliyetle icat ediliyor. Yaratılan bu varlıklar neredeyse bir önceki kışta ölen emsallerinin aynısı oluyor.
Madde cihetiyle farkları pek az olan tohumcuklar, birbirleriyle ve toprak ile o kadar karışmışken, tam bir imtiyaz ve şahsiyet ile yaratılıyor. Hem o kadar süratle birlikte, tam bir kolaylıkla, intizam ve denge içinde, altı gün veya altı hafta zarfında ihya ediliyor. Ve bu ihya yeryüzünün her yerinde, aynı anda cereyan ediyor. Hiçbiri diğerine karıştırılmıyor, hiçbirinin aza ve cihazları unutulmuyor.
— Acaba hiç mümkün müdür ki bu işleri yapan Zata bir şey ağır gelebilsin, semavat ve arzı bir tek emri ile yaratamasın, insanı bir sayha ile haşredemesin?
Yazar: Sinan Yılmaz