58. Bahusus şu melik, bu geçici meydanlarda her vakit şu meydan-ı ekberin birçok misallerini…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ولا سيما ve bahusus إذا أظهر ذلك الملكُ şu melik gösterdiğinde في كل وقت her vakitte في هذا الميدان المؤقت bu geçici meydanda كثيرا من أمثال ذلك الميدان الأكبر ونموناته şu meydan-ı ekberin misallerinden ve numunelerinden birçoğunu فيُعلَم من هذه الكيفية bu keyfiyetten bilinir…
Ve bahusus şu melik, bu geçici meydanda her vakit şu meydan-ı ekberin birçok misallerini ve numunelerini gösterdiğinde bu keyfiyetten bilinir ki:
أن ما يُشاهَد müşahede edilen şeyler من هذه الاجتماعات والافتراقات (o müşahede edilen şeylerden murad) bu toplanmalar ve ayrılmalar ليست مقصودة لذاتها bizatihi maksud değildir بل إنما هي bilakis onlar (toplanmalar ve ayrılmalar) ancak تمثيل وتقليد bir temsildir ve taklittir.
Müşahede edilen bu toplanmalar ve ayrılmalar bizatihi maksud değildir. Bilakis onlar ancak bir temsildir ve taklittir.
لتُؤخَذَ صوَرُها suretleri alınsın diye وتُركَّبَ وتُحفظَ نتائجها ve neticeleri terkib edilsin ve muhafaza edilsin diye وتُكتبَ لتدومَ ve baki olması için yazılsın diye وتدورَ المعاملةُ في المجمع الأكبر ve bir mecma-i ekberde (ahirette) bir muamele dönsün diye والمشاهدة في ذلك المحضر ve şu hazır olma yerinde (yani mecma-i ekberde) bir müşahede (dönsün diye) عليها onlar üzerine (o ictimaat ve iftirakat üzerine) فتُثمِر الفانيةُ ta fâniler (zail hâller) meyve versin صوَرا ثابتة sabit suretleri وأثمارا باقية ve baki semereleri.
(Bu ictimaat ve iftirakat şu sebepledir ki) suretleri alınsın, neticeleri terkib ve muhafaza edilsin, baki olması için yazılsın ve bu (zail) ictimaat ve iftirakat üzerine, bir mecma-i ekberde bir muamele dönsün ve hazır olma yerinde bir müşahede dönsün. Ta zail hâller sabit suretleri ve baki semereleri meyve versin.
İzah: Mesela kışın ölen mahlukat baharda tekrar ihya ve icat ediliyor. Şimdi anladık ki bu hâlin kendisi bizzat maksud değilmiş. Bu hâl bir numuneymiş ve öldükten sonra dirilmenin bir misaliymiş.
Yine bulutları görüyoruz… Birden toplanıyorlar, sonra dağılıyorlar ve daha sonra tekrar toplanıyorlar. Bu hâl de bizzat maksud değilmiş; bir numune ve misalmiş. Toplanmaları şu imtihan yurdundaki toplanmamıza; dağılmaları ölüm ile bu yurdu terk etmemize; tekrar toplanmaları da kabirlerden çıkıp mahşer meydanında toplanmamıza bir numune ve misalmiş.
Evet, Allahu Teâlâ bu gibi numunelerle ahiretin meydan-ı ekberinde vukua gelecek hâlleri bizlere gösteriyor. O mahşer-i azimde yapılacak muameleler bu küçük numunelerde olduğu gibi cereyan edecek.
Demek, ölü bir ağacın diriltilmesi; kış uykusuna yatan bir hayvanın yazın uyandırılması; varlıkların bir araya getirilip toplanması, sonra dağıtılması ve sonra tekrar bir araya getirilmesi ve bunlar gibi onlarca icraat, hepsi bir numune ve bir misalmiş ki ahiretin meydan-ı ekberinde vukua gelecek hâlleri gösterirmiş. Tabii görmesini bilene…
Yine şu âlemdeki nimetler cennet nimetlerinin numuneleri ve azaplar cehennem azaplarının misalleriymiş. Şu dünyadaki güzel yerler cennet manzaralarının emsali ve sıkıntılı yerler de cehennem tabakalarının örnekleriymiş. Ve hakeza…
Üstadımız dedi ki: Ta zail hâller sabit suretleri ve baki semereleri meyve versin.
Bu baki semerelerin bir tanesi, ehl-i cennete ebedî manzaralar olmasıdır. Nasıl ki filmlerde geçmiş zamanı seyredebiliyoruz; aynen bunun gibi, ehl-i cennet de manevi sinemalarda dünyanın her anını seyredebilecek.
Şunu bir düşünün:
– Kâinatın yaratılışını seyrediyorsunuz. Hem de filmini değil, gerçeğini. Belki de bu sinema üç boyutlu, içine girip yaşıyorsunuz.
– Hz. Musa’nın denizi geçişini seyrediyorsunuz.
– Ashab-ı Kehf’i -zalim sultana karşı hakkı haykırırken ve mağarada uyurken- görüyorsunuz.
– Hz. İbrahim’i ateşe atılırken seyrediyorsunuz.
– Bedir’i, Uhud’u seyrediyor; Peygamberimiz (a.s.m.)’ın hicretinde onunla beraber adım atıyorsunuz…
Yani âlemin neresini, hangi zaman diliminde görmek istiyorsanız, o kaseti takıyor, içine girip izliyorsunuz. Tabii biz nakıs fikrimizle ahiretin sinemasını bu kadar hayal edebiliyoruz. Acaba o sinema nasıl bir sinemadır ve izlerken nasıl bir keyif alınır, bunu ancak cennete gidersek anlarız!
Yazar: Sinan Yılmaz