101. Zahirden hakikate geçen bütün ervah-ı niyyere, kulub-u münevvere ve ukul-u nuraniye sahipleri…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ومع ذلك ve bununla birlikte قد أَخبر haber vermiş كلُّ مَن ذهب من الظاهر إلى الحقيقة zahirden hakikate geçen herkes من ذوي الأرواح النيّرة ervah-ı niyyere (nurlu ruh) sahipleri والقلوبِ المنوّرة ve kulub-u münevvere (sahipleri) والعقولِ النورانية ve ukul-u nuraniye (sahipleri) ودخل في حضور قُربه ve Onun kurb-u huzuruna girenlerin hepsi (haber vermiş) سبحانه Onu tenzih ve tesbih ederiz أنه أعدّ للمطيعين والعاصين Onun itaat edenler ve asiler için hazırladığını دارَ مكافأة ومجازاة bir mükâfat ve mücazat yeri وأنه يَعِدُ وعدا قويا ve Onun kuvvetli bir şekilde vadettiğini ويوعِد وعيدا شديدا ve şiddetli bir şekilde tehdit ettiğini.
Ve bununla birlikte, zahirden hakikate geçen bütün ervah-ı niyyere, kulub-u münevvere ve ukul-u nuraniye sahipleri ve Onun (sübhânehû) kurb-u huzuruna giren herkes, Onun itaat edenler ve asiler için bir mükâfat ve mücazat yeri hazırladığını, kuvvetli bir şekilde vadettiğini ve şiddetli bir şekilde tehdit ettiğini haber vermiş.
وهو ve O (c.c.) أجلُّ وأقدس son derece yücedir ve mukaddestir من أن يَذِلّ ويتذلّل zelil olmaktan ve küçülmekten بخُلف الوعد vaadinden dönmek ile وأعلى وأعزَّ ve son derece yücedir ve izzetlidir من أن يَعجز âciz olmaktan عن إنجاز الوعيد tehdidini yerine getirmekten.
Ve O (c.c.) vaadinden dönmek ile zelil olmaktan ve küçülmekten son derece yücedir ve mukaddestir. Tehdidini yerine getirmekten âciz olmaktan da son derece yücedir ve izzetlidir.
مع أن المخبِرِين bununla birlikte muhbirler الذين هم ki onlar الأنبياءُ والأولياء والأصفياء enbiya, evliya ve asfiyadır متواترون mütevatirdirler وأهلُ اختصاص ve ehl-i ihtisastırlar لمثل هذه المسألة böylesi bir meselede.
Bununla birlikte, muhbirler olan enbiya, evliya ve asfiya mütevatirdirler ve böylesi bir meselede ehl-i ihtisastırlar.
وقد أجمعوا واتفقوا ve icma ve ittifak etmişler مع تخالفهم birbirlerine muhalefet etmelerine rağmen في المسالك والمشارب والمذاهب mesleklerinde, meşreplerinde ve mezheplerinde على هذا الإخبار bu ihbarda (Allah’ın haber vermesinde) الذي o ihbar ki تؤيده الكائنات بآياتها kâinat onu ayetleriyle teyit ediyor.
Mesleklerinde, meşreplerinde ve mezheplerinde birbirlerine muhalefet etmelerine rağmen, kâinatın ayetleriyle teyit ettiği bu ihbarda icma ve ittifak etmişler.
فهل عندك أيها الإنسان ey insan, senin nezdinde var mıdır حديثٌ bir söz أصدقُ من هذا الحديث bu sözden daha doğru فهل يمكن ve mümkün müdür أن يكون خبر bir haberin olması أصدقَ من هذا الخبر وأحقَّ bu haberden daha doğru ve daha hak.
Ey insan! Senin nezdinde bu sözden daha doğru bir söz var mıdır? Ve bu haberden daha doğru ve daha hak bir haberin olması mümkün müdür?
İzah: Bu hakikati daha önce iki defa mütalaa etmiştik. Bu, üçüncü mütalaamız olacak. “Üç defa değil üç yüz defa mütalaa etsek yine de azdır.” diyelim ve aynı mütalaayı tekrar edelim:
— Hiç mümkün müdür ki nihayetsiz bir ilmin ve hadsiz bir kudretin sahibi olan şu âlemin Rabbi, emirlerine itaat eden kullarına cenneti vadetsin, isyan edenleri ise cehennemle korkutsun ve bu vaat ve korkutmayı da bütün peygamberleri ve kitaplarıyla yapsın da daha sonra o vadettiği şeyleri yerine getirmeyip -hâşâ- cehlini ve aczini göstersin? Bu hiç mümkün müdür?
Hâlbuki vadettiği şeyler O’nun kudretine hiç ağır gelmez. Bilakis O’na pek hafif ve pek kolaydır. Geçmiş baharın hadsiz mevcudatını gelecek baharda icat edip iade etmek kadar kolaydır. Bir çiçeği yaratmak kadar kolaydır. Bir sineğin ihyası kadar kolaydır.
Hem vadettiği şeyler öyle şeylerdir ki bütün peygamberler tevatürle onları haber vermiş ve bütün evliya icma ile onların vukuuna şehadet etmiştir.
Hem Allah’ın vaadini yerine getirmemesi ve sözünden dönmesi kudretinin izzetine zıttır ve zatına yakışmaz!
— Acaba hiç mümkün müdür ki Cenab-ı Hak tekraren vadettiği ve kendisiyle korkuttuğu şeyleri getirmeyerek -hâşâ- hem kendi cehlini ve aczini göstersin hem de peygamberlerini ve evliyasını yalancı çıkartsın?
Hayır, asla olamaz!
Şimdi, şu sorunun cevabını bulmaya çalışalım:
— Acaba vadedilen veya kendisiyle korkutulan bir şeyin yerine getirilmemesinin -yani sözden dönülmesinin- sebepleri nelerdir?
Bu sebepleri şöyle sıralayabiliriz:
1. Cehalet: Bir şeyi vadeden eğer vadettiği şeyi nasıl yapacağını bilmiyorsa -yani söz verdiği şey hususunda cahilse- vadettiği şey vukua gelmez. Demek cehalet, vadedilen şeyin vukuuna mâni olan bir sebeptir.
2. Âcizlik: Eğer vadeden kimse vadettiği şeyi yapma hususunda âciz veya fakirse, gücü ve zenginliği yetmiyorsa, vadettiği şey yine vukua gelmez. Demek âcizlik de vadedilen şeyin ifa edilememesine bir sebeptir.
3. Yalancılık: Eğer vadeden kişi yalancıysa ve sözünden kolayca dönebiliyorsa, vadedilen şey yine yerine gelmez. Demek yalancılık da vadedilen şeyin yerine getirilmemesine bir sebeptir.
O hâlde şöyle bir misal versek:
Birisi bize dese ki:
— Senin için muhteşem bir çiftlik kurup, hiç görmediğin ziyafetler hazırlayacağım.
Bizim bu sözden şüphe edebilmemiz için şunlardan birisinin olması gerekir:
1. Eğer bu vaadi yapan kişi cahilse -yani bir çiftliğin nasıl kurulacağından habersizse- o kişinin bu vaadine şüphe ile bakılabilir.
Yok, eğer o kişi bu hususta son derece mahir ve bilgili ise vaadinden hemen şüphe edilmez. Bu durumda, ikinci şıkka bakılır.
2. Eğer o kişi âciz ve fakirse -yani bir çiftliği kurabilecek güce ve maddi imkâna sahip değilse- yine o kişinin vaadine şüphe ile bakılabilir.
Yok, eğer o kişi son derece kuvvetli ve zengin ise hatta vadettiği çiftlikler gibi yüzlercesi göz önünde ise artık bu cihetten şüphe edilemez. Bu cihet de geçildiğinde üçüncü şıkka bakılır.
3. Bu kişi sözünde sadık mıdır, yalan söyler mi, sözünden cayar mı?
Eğer hiçbir yalanı duyulmamış ve yalana asla tenezzül etmeyecek birisi ise o zaman bu kişinin sözünden şüphe edilmez. Artık bundan sonra onun sözünden şüphe etmek onu ya cehaletle, ya âcizlik ve fakirlikle, ya da sözünde durmamak ve yalancılıkla ithamdır.
Aynen bu misal gibi, Cenab-ı Hak da müminlere cenneti ve kâfirlere cehennemi vadetmiştir. Bu vaadi gerçekleştirmemek Allahu Teâlâ hakkında düşünülemez. Zira ifade ettiğimiz gibi, sözünü yerine getirmemek ya cehaletten, ya âcizlikten, ya da yalan söylemektendir. Hâlbuki bütün bunlar Cenab-ı Hakk’ın kudretinin izzetine zıt, ilminin ihatasına münafi ve zatının sıdkına muhaliftir.
Şimdi ey kâfir! Küfür ve inkârınla ne kadar ahmakça bir cinayet işlediğinin farkında mısın? Kendi yalancı vehmini, hezeyancı aklını ve aldatıcı nefsini tasdik edip, hiçbir cihetle yalan söylemek ve sözden dönmek kendisine yakışmayan bir Zatı tekzip ediyorsun. Hâlbuki şu âlemdeki her şey O’nun sıdkına şehadet ediyor ve O’nun nihayetsiz ilim ve kudretini ispat ediyor.
İşte cehennemin hadsiz derecede dehşetli olmasının bir sebebi de insanın işlediği bu büyük cinayetlerdir. Zira insan nihayetsiz küçüklüğü içinde nihayetsiz büyük cinayetler işler. Ahireti inkâr ederek, Allahu Teâlâ’yı cehaletle, âcizlikle ve yalancılıkla itham eder. Bu cinayeti sebebiyle de ebedî cezaya elbette müstahak olur.
Şimdi, bu çok önemli ve son derece kuvvetli olan delili maddeleyerek pekiştirelim:
1. Cenab-ı Hak müminlere cenneti ve kâfirlere cehennemi vadetmiştir.
2. Cenab-ı Hak bu vaadini bizlere peygamberleri ve kitapları aracılığı ile bildirmiştir.
3. Ahireti getirmemek, bütün peygamberleri yalancı çıkarmak ve bütün kitapları tekzip etmek demektir. Elbette Allahu Teâlâ o en sadık kullarını yalancı çıkarmaktan ve kendi kitaplarını tekzip etmekten son derece münezzeh ve mukaddestir.
4. Sözünden caymak ve vaadinden dönmek ya cehalet, ya âcizlik, ya da yalancılık sebebiyledir. Madem Allahu Teâlâ hakkında cehalet, âcizlik ve yalan düşünülemez, öyleyse ahiretin varlığı da inkâr edilemez.
5. Demek ahiretin varlığını inkâr edenler, Cenab-ı Hakk’ı cehaletle, âcizlikle ve yalancılıkla itham etmektedirler ki bu azim cinayetin cezası da elbette ebedî cehennem olacaktır.
Yazar: Sinan Yılmaz