88. Ve onun sakinleri misafirlerdir. Rabb-i Kerim onları dâru’s-selâma davet ediyor…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وأن ساكنيها ve onun sakinleri (dünyada oturanlar) مسافرون misafirlerdir يدعوهم onları davet ediyor رب كريم Rabb-i Kerim إلى دار السلام dâru’s-selâma.
Ve (insanın anlaması gerekir ki) onun sakinleri misafirlerdir. Rabb-i Kerim onları dâru’s-selâma davet ediyor.
İzah: Üstad Hazretleri bu esası Onuncu Söz’de şöyle beyan etmiş:
“İkinci Esas: Hem anlarsın ki şu hanın içinde oturanlar misafirlerdir. Onların Rabb-i Kerîm’i, onları dârü’s-selâma davet eder.” (Onuncu Söz)
Bu ifadeler bana şu ayet-i kerimeyi hatırlattı:
وَاللّٰهُ يَدْعُوا اِلَى دَارِ السَّلَامِ وَيَهْدِي مَنْ يَشَاءُ اِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ
“Allah dâru’s-selâma davet eder ve dilediğini sırât-ı müstakîme hidayet eder.” (Yunus 25)
Üçüncü esas:
وأن هذه التزيينات bu tezyinat ليست للتلذذ بالتنـزه فقط sadece tenezzühle (gezmekle ve hoş vakit geçirmekle) telezzüz için (lezzet almak için) değildir بدليلِ أنها onun (tezyinatın) olmasının deliliyle تُلِذُّك آنا sana bir an lezzet veriyor ثم تُؤلمك بفراقها أزمانا sonra firakıyla çok zamanlar sana elem veriyor وتُذيقك وتفتح اشتهاءَك sana tattırıyor ve iştihanı açıyor ثم لا تُشبعك sonra seni doyurmuyor لقصْر عُمرِها ömrü kısa olduğu için أو قصرِ عمرِك veya senin ömrün kısa olduğu için بل belki إنما هي للعبرة وللشكر o ancak ibret içindir ve şükür içindir وللشوق إلى أصولها الدائمة daimî asıllarına teşvik içindir ولغايات عُلوية ve ulvi gayeler içindir.
Ve (insanın anlaması gerekir ki) bu tezyinat sadece tenezzühle telezzüz için değildir. Şöyle olmasının deliliyle: Şu tezyinat sana bir an lezzet veriyor, sonra firakıyla çok zamanlar sana elem veriyor. Sana tattırıyor ve iştihanı açıyor, sonra seni doyurmuyor. Çünkü ya onun ömrü kısa ya senin ömrün kısa. Belki şu tezyinat ancak ibret ve şükür içindir, daimî asıllarına teşvik içindir ve ulvi gayeler içindir.
İzah: Üstad Hazretleri bu esası Onuncu Söz’de şöyle beyan etmiş:
“Üçüncü Esas: Hem anlarsın ki şu dünyadaki tezyinat, yalnız telezzüz veya tenezzüh için değil… Çünkü bir zaman lezzet verse firakıyla birçok zaman elem verir. Sana tattırır, iştihanı açar fakat doyurmaz. Çünkü ya onun ömrü kısa ya senin ömrün kısadır. Doymaya kâfi değil… Demek kıymeti yüksek, müddeti kısa olan şu tezyinat; ibret içindir, şükür içindir, usûl-ü daimîsine teşvik içindir, başka gayet ulvi gayeler içindir.” (Onuncu Söz)
Bu makamda bir okuma usulü dersi yapalım:
Mesnevi-i Arabî’yi sadece Arapça ibareyi çözmek ve orijinal metni okumak için ders yapmıyoruz. Çünkü asıl mesele ibareyi çözmek ve cümleyi tercüme etmek değildir. Asıl mesele mananın boyasıyla boyanmak ve hakikati kalbe, ruha ve latifelere işletmektir. Bunun yolu da okumak veya tercüme etmek değil, metin üzerinde derûnî tefekkür etmektir.
Mesela okuduğumuz metni ele alalım. Bu metin üzerinde şu meselelerin tefekkürünü yapmalıyız. Tabii boynu bükerek ve nefsimizi karşımıza alarak:
— Ey nefsim! Bu tezyinat ve bu kadar çok masraf sadece tenezzüh ve telezzüz için midir? Başka bir gayesi yok mudur?
— Eğer böyle zannediyorsan yanılmışsın. Bu kadar masraf sadece senin zevkin için olamaz. Bunun delili de şudur: Bu tezyinat sana bir an lezzet veriyor ancak firakıyla çok zamanlar elem çektiriyor. Sana tattırıyor ve iştihanı açıyor ancak seni doyurmuyor. Çünkü ya onun ömrü kısa ya senin ömrün kısa! Eğer şu tezyinat sadece lezzet için olsaydı zeval ve firak olmaz ve zeval-i lezzetin elemi seni böyle yakmazdı.
— Bundan anlaşılıyor ki şu tezyinat ve bu kadar masraf senin keyfin ve lezzetin için değildir. Bunlar ancak ibret içindir, şükür içindir, daimî asıllarına teşvik içindir ve daha başka ulvi gayeler içindir.
— Öyleyse ey nefsim! Bırak lezzet peşinde koşmayı; şu tezyinata ibret için bak. Şu nimetleri şükür için tat. Bu numunelere değil, bunların asıllarının olduğu cennete müştak ol. Bu tezyinatın hikmetini öğren ve o hikmete göre amel et vesselam…
İşte nefisle böyle uzun uzadıya konuşmalı, hakikati ruha ve kalbe işletmeli ve okuduğumuzla amel etme hususunda gayret göstermeliyiz. Yoksa okur okur hâlâ ham olur; bir kazanda pişeriz de hâlâ çiğ oluruz.
Yazar: Sinan Yılmaz