107. Ve bahusus şu Rabb-i Sermedî ve Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, şu zail menzillerde…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ولاسيما ve bahusus إذا أظهر gösterdiğinde ذلك الربُّ السرمدي şu Rabb-i Sermedî والسلطان الأزلي الأبدي ve Sultan-ı Ezelî ve Ebedî في تلك المنازل الزائلة şu zail menzillerde والميادين الآفلة kaybolan meydanlarda والمشاهر الراحلة ve göçüp giden meşherlerde آثارَ حكمةٍ باهرة ماهرة apaçık ve mahir bir hikmetin eserlerini وعنايةٍ ظاهرة زاهرة ve zahir ve parlak bir inayetin (eserlerini) وعدالة عالية غالية ve yüce ve kıymetli bir adaletin (eserlerini) ومرحمة واسعة جامعة ve geniş ve cami bir merhametin (eserlerini)…
Ve bahusus şu Rabb-i Sermedî ve Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, şu zail menzillerde, kaybolan meydanlarda ve göçüp giden meşherlerde; apaçık ve mahir bir hikmetin, zahir ve parlak bir inayetin, yüce ve kıymetli bir adaletin ve geniş ve cami bir merhametin eserlerini gösterdiğinde…
بدرجةٍ bir derecede يَعرِف باليقين yakîn ile bilir مَن لم يكن على عينه غينٌ gözünde perde olmayan kimse وفي قلبه رين ve kalbinde pas (olmayan) أنه şunu ki ليس في الإمكان daire-i imkânda yoktur أكملُ من حكمته Onun hikmetinden daha mükemmeli وأجمل من عنايته ve Onun inayetinden daha güzeli وأشمل من مرحمته ve Onun merhametinden daha şamili وأجلّ من عدالته ve Onun adaletinden daha yücesi…
Gözünde perde ve kalbinde pas olmayanın yakîn ile bileceği bir derecede ki Onun hikmetinden daha mükemmeli, inayetinden daha güzeli, merhametinden daha şamili ve adaletinden daha yücesi daire-i imkânda yoktur…
فلو لم تكن ve olmasa في دائرة مملكته onun daire-i memleketinde في ملكه وملكوته mülkünde ve melekûtunda أماكنُ دائمة عالية daimî ve âlî mekânlar ومساكن قائمة غالية ve sabit ve kıymetli meskenler وسواكن مقيمة خالدة ve devamlı ve ebedî sakinler لتكون تلك الأمورُ şu işlerin olması için مظاهرَ mazharlar لِتَظاهُرِ حقائق تلك الحكمة والعناية والرحمة والعدالة şu hikmetin, inayetin, rahmetin ve adaletin hakikatlerinin tezahürüne…
Bu hikmetin, inayetin, rahmetin ve adaletin hakikatlerinin tezahürüne şu işlerin mazharlar olması için, onun daire-i memleketinde -mülkünde ve melekûtunda- daimî ve âlî mekânlar, sabit ve kıymetli meskenler ve devamlı ve ebedî sakinler olmasa…
Toplu mana: Ve bahusus şu Rabb-i Sermedî ve Sultan-ı Ezelî ve Ebedî, şu zail menzillerde, kaybolan meydanlarda ve göçüp giden meşherlerde; apaçık ve mahir bir hikmetin, zahir ve parlak bir inayetin, yüce ve kıymetli bir adaletin ve geniş ve cami bir merhametin eserlerini; Onun hikmetinden daha mükemmelinin, inayetinden daha güzelinin, merhametinden daha şamilinin ve adaletinden daha yücesinin daire-i imkânda olmadığını, gözünde perde ve kalbinde pas olmayanın yakîn ile bileceği bir derecede gösterdiğinde; bu hikmetin, inayetin, rahmetin ve adaletin hakikatlerinin tezahürüne şu işlerin mazharlar olması için, onun daire-i memleketinde -mülkünde ve melekûtunda- daimî ve âlî mekânlar, sabit ve kıymetli meskenler ve devamlı ve ebedî sakinler olmasa… (Baştan buraya kadar olan kısım bir şart cümlesidir, ceza cümlesi bundan sonra gelecektir.)
İzah: Şunu ifade edelim: Bu eseri -kırık meal usulüyle- tercüme etmemizin sebebi, orta seviye Arapça bilenlerin Mesnevî’yi Arapçadan okuyabilmesidir. Bu neticenin hasıl olabilmesi için tercümede metne bağlı kalmak önemlidir. Metne bağlı kaldığımızda da tercüme böyle oldu. Metne bağlı kalmaya çalışmasaydık elbette daha güzel bir tercüme yapabilirdik.
Ceza cümlesine geçmeden önce şart cümlesini biraz mütalaa edelim:
Hikmetin, inayetin, adaletin ve merhametin tecellisini daha önce mütalaa etmiştik. Üstadımız bu makamda dedi ki: Şu âlemde hikmet, inayet, adalet ve merhametin hakikatleri vardır. Bu hakikatler âlemi öyle ihata etmiştir ki zerre miskal eşya bu hakikatlerin haricinde kalmamıştır. Ve bu hakikatler öyle bir kemaldedir ki bunların fevkinde bir hikmet, bir inayet, bir adalet ve bir merhamet olmaz ve tasavvur edilemez.
Yani şöyle denilemez: Şöyle olsaydı daha hikmetli olurdu. Böyle olsaydı daha adaletli olurdu. Şöyle yapılsaydı rahmete daha uygun olurdu…
Böyle denilemez, çünkü bu hakikatlerin fevkinde bir derecenin tasavvuru imkân haricidir. Gücü yeten âlemi, yetmeyen ise bir sineği insafla mütalaa etsin. Vicdanı ölmemişse bu kaziyeyi tasdik edecektir.
Elbette bu hakikatler daimî mekânları, sabit meskenleri ve zevalsiz sakinleri ister ki bu mahir hikmet, zahir inayet, yüce adalet ve geniş merhamet hakkıyla tecelli etsin ve şaşaası ile gözüksün.
Bu meseleleri daha önce mütalaa etmiştik. Dileyenler önceki mütalaaları bir daha okuyabilir. Şart cümlesini sonraki derste mütalaa edeceğiz.
Yazar: Sinan Yılmaz