90. Şu fâni masnuat fena için değildir. Belki kısa bir zaman toplanmışlar…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وأن هذه المصنوعات الفانيات ve şu fâni masnuat ليست للفناء fena için değildir بل اجتمعت belki toplanmışlar اجتماعا قصيرا kısa bir toplanmayla (kısa bir zaman) لتؤخَذ alınsın diye صورُها وتماثيلُها ومعانيها ونتائجُها suretleri, timsalleri, manaları ve neticeleri فيُنسَج منها ve ondan dokunsun diye مناظرُ دائمة لأهل الأبد ehl-i ebed için daimîmanzaralar أو يَصنع منها veya ondan yapsın diye مُحَوِّلُها onu (masnuatı) tahvil eden ما يشاء dilediğini في عالم البقاء âlem-i bekada.
Ve (insanın anlaması gerekir ki) şu fâni masnuat fena için değildir. Belki kısa bir zaman toplanmışlar; ta suretleri, timsalleri, manaları ve neticeleri alınsın ve ehl-i ebed için ondan daimî manzaralar dokunsun veya masnuatı tahvil eden Allahu Teâlâ âlem-i bekada dilediğini ondan yapsın.
ومن الدليل ve delildendir (yani çok delilden bir delildir) على أن الأشياء للبقاء لا للفناء eşyanın beka için olup fena için olmadığına بل الفناءُ الصوريُّ belki zahirî fena تمامُ الوظيفة vazifenin bitmesidir وترخيصٌ له ve onun için bir terhistir أن الفانيَ o fâni ki يفنى بوجهٍ bir vecihle fena bulur ويبقى بوجوهٍ غير محصورة sayısız vecihlerle baki kalır.
Ve fâninin bir vecihle fena bulup sayısız vecihlerle baki kalması, eşyanın beka için olup fena için olmadığına bir delildir. Belki zahirî fena vazifenin bitmesidir ve onun için bir terhistir.
مثلا mesela انظر من كلمات القدرة إلى هذه الزَّهرة kudretin kelimelerinden bu çiçeğe bak التي o çiçek ki تنظر إلينا bize bakıyor في وقت قصير kısa bir vakitte ثم تفنى sonra fena buluyor.
Mesela kudretin kelimelerinden -kısa bir vakit bize bakıp sonra fena bulan- bu çiçeğe bak.
تراها sen onu (çiçeği) görürsün كالكلمة التي تزول yok olan bir kelime gibi لكن تودِعُ بإذن الله lakin Allah’ın izniyle emanet bırakır في الآذان kulaklarda ألوفَ تماثيلها binler timsallerini وفي العقول ve akıllarda (emanet bırakır) بعدد العقول akıllar adedince معانيَها manalarını.
Sen o çiçeği yok olan bir kelime gibi görürsün. Lakin -Allah’ın izniyle- binler timsallerini kulaklarda ve manalarını akıllar adedince akıllarda emanet bırakır.
إذ هي çünkü o (çiçek) وقتَ تمام الوظيفة vazifesinin tamamı vaktinde (yani vazifesini bitirip terhis edildiği vakit) تُبقي وتُودع baki bırakır ve emanet eder في حافظتنا hafızalarımızda وفي حافظة كل مَن رآها ve onu görenlerin tamamının hafızasında في الشهادة şehadette (âlem-i şehadette) وفي بذورها ve tohumlarında في الغيب gaypta (âlem-i gaybta) صورَها ومعانيَها suretlerini ve manalarını.
Çünkü o çiçek vazifesinin tamamı vaktinde, suretlerini ve manalarını, âlem-i şehadette hafızalarımızda ve onu görenlerin tamamının hafızasında, âlem-i gaybta ise tohumlarında baki bırakır ve emanet eder.
حتى ta ki كأن gibidir حافظةَ كلِّ مَن نظر إليها ona bakan her bir kimsenin hafızası وكلَّ بُذيْراتها ve tohumcuklarının tamamı فوطوغرافاتٌ bir fotoğraf (gibidir) لحفظ زينةِ صورها suretlerinin ziynetinin hıfzı için ومنازلُ لبقائها ve bekası için menziller (gibidir).
Ta ki ona bakan her bir kimsenin hafızası ve tohumcuklarının tamamı, suretlerinin ziynetinin hıfzı için birer fotoğraf ve bekası için menziller gibidir.
وقِسْ ve kıyas et عليها onu (o çiçeği) ما فوقها onun üstünde olanla وما فوق ما فوقها ve onun üstünün üstünde olanla من ذوي الأرواح الباقية (o da) baki ruh sahipleridir.
Ve o çiçeği onun üstünde olanla ve onun üstünün üstünde olanla yani baki ruh sahipleriyle kıyas et.
İzah: Üstad Hazretleri bu esası Onuncu Söz’de şöyle beyan etmiş:
“Beşinci Esas: Hem anlarsın ki şu fâni masnuat fena için değil, bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar… Belki vücudda kısa bir zaman toplanıp, matlub bir vaziyet alıp ta suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, manaları bilinsin, neticeleri zapt edilsin… Mesela ehl-i ebed için daimî manzaralar nescedilsin. Hem âlem-i bekada başka gayelere medar olsun.
Eşya beka için yaratıldığını, fena için olmadığını, belki sureten fena ise de tamam-ı vazife ve terhis olduğu bununla anlaşılıyor ki fâni bir şey bir cihetle fenaya gider, çok cihetlerle baki kalır.
Mesela kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar, der-akab fena perdesinde saklanır… Fakat senin ağzından çıkan kelime gibi, o gider fakat binler misallerini kulaklara tevdi eder. Dinleyen akıllar adedince, manalarını akıllarda ibka eder… Çünkü vazifesi olan ifade-i mana bittikten sonra… kendisi gider fakat onu gören her şeyin hafızasında zahirî suretini ve her bir tohumunda manevi mahiyetini bırakıp öyle gidiyor… Güya her hafıza ile her tohum, hıfz-ı ziyneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekası için birer menzildirler.
En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise en yüksek tabaka-i hayatta ve ervah-ı bakiye sahibi olan insan, ne kadar beka ile alâkadar olduğu anlaşılır… Çiçekli ve meyveli koca nebatatın bir parça ruha benzeyen her birinin kanun-u teşekkülatı, timsal-i sureti; zerrecikler gibi tohumlarda kemal-i intizamla, dağdağalı inkılablar içinde ibka ve muhafaza edilmesiyle… gayet cemiyetli ve yüksek bir mahiyete malik, haricî bir vücud giydirilmiş, zîşuur, nurani bir kanun-u emrî olan ruh-u beşer; ne derece beka ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.” (Onuncu Söz)
Metnin mütalaasına girişmiyor; mütalaasını ve tefekkürünü sizlere havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz