a
Ana SayfaLâsiyyemat63. Eserleriyle biliniyor ki bu memleketin sahibinin büyük bir keremi vardır…

63. Eserleriyle biliniyor ki bu memleketin sahibinin büyük bir keremi vardır…

Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

ولاسيما  ve bahusus  يُعلَم بالآثار  eserleriyle biliniyor  أن لصاحب هذه الدار  bu memleketin sahibinin vardır  كرما عظيما  büyük bir keremi  ومثلُ هذا الكرم  böylesi bir kerem de  يقتضي  iktiza eder  كمال الإحسان وحسنَ المكافأة  kemal-i ihsanı ve hüsn-ü mükâfatı  وأن له عزةً عظيمة  ve onun büyük izzeti vardır  تقتضي  iktiza eder  كمالَ الغيرة وشدة المجازاة  kemal-i gayreti ve şiddetli mücazatı  مع أن هذه الدارَ  oysaki bu memleket  لا تفي  karşılamıyor  بعُشر مِعشارِ عَشيرٍ  onda birin ondan birinin onda birini (binde birini)  ما  o şeyin  يقتضيه  onu iktiza ediyor  ذلك الكرمُ وتلك العزة  şu kerem ve şu izzet.

Ve bahusus eserleriyle biliniyor ki bu memleketin sahibinin büyük bir keremi vardır. Böylesi bir kerem de kemal-i ihsanı ve hüsn-ü mükâfatı iktiza eder. Ve onun büyük izzeti vardır ki (bu izzet) kemal-i gayreti ve şiddetli mücazatı iktiza eder. Oysaki bu memleket şu kerem ve izzetin iktiza ettiği şeyin binde birini karşılamıyor. 

(Gayret: Aziz ve mukaddes bir şeye yabancıların el uzattığını ve göz diktiğini görmeye tahammül edememe)

İzah: Bu cümlenin mütalaasını daha önce yapmıştık. Üstadımız o makamda şöyle demişti:

لاسيما إذا كان له كرمٌ عظيم يقتضي الإحسان وعزةٌ عظيمة تقتضي الغيرة

Bahusus o sultanın büyük bir keremi varsa ihsanı iktiza eder. Ve büyük bir izzeti varsa gayreti iktiza eder. 

Hakikatler tekrar edildikçe bizler de mütalaayı tekrar edeceğiz. Her tekrarda da hakikatin boyasıyla biraz daha boyanacağız.

Üstadımız mezkûr ifadesinde, âlemde gözüken keremi ve izzeti ahiretin delili yapıyor. Bizler ilk önce keremin ahireti iktizasını mütalaa edecek, sonra da izzetin iktizasına geçeceğiz. Bu şekilde ayırmamızın sebebi meselenin daha kolay anlaşılması içindir.

BİRİNCİ BASAMAK: KÂİNATTA GÖZÜKEN KEREM

Şu âlemde gözüken keremin birkaç tecellisini zikredelim:

1. En âciz, en zayıftan tut, ta en kaviye kadar her canlıya layık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor.

2. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor.

3. Öyle ulvi bir keremle ziyafetler ve ikramlar olunuyor ki nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.

4. Bahar mevsiminde bütün ağaçlara cennet hurileri tarzında elbiseler giydiriliyor; çiçek ve meyvelerin murassaatıyla (süsleriyle) süslendiriliyor.

5. Ağaçların latif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit, en tatlı, en musanna meyveler bizlere takdim ediliyor.

6. Zehirli bir sineğin eliyle, şifalı ve tatlı bir bal bizlere yediriliyor.

7. Elsiz bir böceğin eliyle, en güzel ve yumuşak bir elbise bizlere giydiriliyor.

8. Rahmetin büyük bir hazinesi olan ağaçlar küçücük bir çekirdek içinde bizim için saklanıyor.

Bu maddelere binler madde eklemek mümkündür. Hatta değil âlemi, insan kendini mütalaa etse, rahmetin binler izini ve keremin binler süsünü kendinde görebilir. Bizler bu maddelerin tefekkürünü sizlere havale ediyor ve ikinci basamağa geçiyoruz.

İKİNCİ BASAMAK: BU KEREMİN SAHİBİ KİMDİR?

Şimdi soruyoruz:

— Keremiyle şu âlemi yoktan kim icat etmiş?

— Her varlığa kendine mahsus elbiseyi kim giydirmiş?

— Her birini farklı şekillerde kim terbiye etmiş?

— Vazifelerini kim öğretmiş?

— Hayatını devam ettirebilmesi için lazım olan cihazlarla kim teçhiz etmiş?

— Maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle kim karşılamış?

— Buluttan suyu kim indirmiş, zehirli böcekten balı kim çıkarmış?

— Böceği bir ipek fabrikası, inek ve koyun gibi hayvanları birer süt çeşmesi kim yapmış?

— Kimdir yeryüzünü bir sofra yapıp, baharı bu sofraya bir gül destesi yapan?

— Kimdir bahçeleri kazan gibi kaynatan ve içlerinde her türlü nebatatı pişiren?

— Kimdir ağaçların kuru dallarını kereminin eli yapan ve her türlü meyveyi o ellerle takdim eden?

— Kim, kim, kim?..

Allah’tan başka bu “kim”lere verilebilecek bir cevap var mıdır? Allah’tan başka kimin haddi var ki mahlukata böyle kerîmâne muamele etsin ve onların her türlü ihtiyacını görüp ikram etsin?

Nasıl ki güneşin ışığı güneşin vücudunu ispat eder ve güneşi gösterir; aynen bunun gibi, şu emsalsiz kerem dahi perde arkasındaki bir Zatı, “Rahîm” ve “Kerîm” isimleriyle bize tanıtır ve O’nun vücudunu ispat eder.

ÜÇÜNCÜ BASAMAK: KERİM İSMİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ

— Nihayetsiz bir kerem neyi ister ve neyi iktiza eder?

Elcevab: Kendine layık bir tarzda ihsan etmeyi iktiza eder.

Hâlbuki şu fâni dünyaya ve bu kısa ömre, bu keremin -denizden bir damla gibi- milyonlar cüzünden ancak bir cüzü yerleşir ve tecelli eder.

Demek bu dünya, o hadsiz kereme mahal olabilecek bir yer değildir. Bu da ispat eder ki: O kereme layık bir saadet diyarı olmalıdır ve vardır.

Bunu inkâr edebilmek için, gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, göz ile görünen şu keremin vücudunu inkâr etmek lazım gelir. Çünkü eğer ahiret gelmezse, şu göz önündeki keremin hiçbir manası kalmaz. Manası kalmadığı gibi zıddına inkılap eder.

Mesela akıl rahmetin ve keremin bir hediyesidir. Eğer ahiret gelmeyecek olursa akıl hediye değil, insanın başına bir bela olur. Geçmişin hüzünlerini ve geleceğin korkularını şimdiki zamanda toplar ve sahibini âdeta bir yılan gibi sokar.

Yine insanın kalbindeki merhamet ve şefkat duygusu bir hediyedir. Eğer ahiret gelmez ve ölüm son olursa, bu duygu da hediye olmaktan çıkar ve insanın başına bir bela olur. Her vakit sevdiklerini kaybeden ve onları hiçliğe gömen bir insanı şefkat duygusu nasıl yakar, herhâlde izaha ihtiyaç yoktur.

Bunlar gibi, bütün nimetler -eğer ahiret gelmezse- azaba ve eleme döner.

Demek, bu dünyada gözüken keremin zıddına inkılap etmemesi için ahiretin gelmesi gerekmektedir. Elbette bu keremin sahibi olan Zat-ı Zülkerem, keremini zıddına inkılap ettirmeyecek ve bir çiçeği yaratmak kadar kendisine kolay olan cenneti yaratacaktır.

Şimdi bu delili maddeler hâlinde toplayalım:

1. Şu âlemde nihayetsiz bir kerem gözükmektedir. Bu kerem, sinekten seyyarata kadar her şeyi kuşatmış ve her yeri ihata etmiştir.

2. Fiiller failsiz olamayacağına göre, bu keremin de bir sahibi olmalıdır. Elbette kör kuvvet, şuursuz tabiat, mevhum kanunlar ve hayatsız sebepler bu kereme fail olamazlar. Bu fiillerin faili ancak ve ancak Kerîm olan Cenab-ı Hak olabilir.

3. Madem Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz bir keremi vardır, o hâlde ahiret de olmalıdır. Zira nihayetsiz kerem, kendine layık bir tarzda ihsan ve ikram etmek ister. Hâlbuki şu fâni dünyaya bu kerem sığmamakta ve hakkıyla tecelli edememektedir. Demek, bu sonsuz keremin hakkıyla tecelli edebileceği baki diyarlar ve sermedî meskenler lazımdır. Bu baki diyarlar da ancak ahirette ve cennettedir.

4. Ahireti inkâr edebilmek için, önce Kerîm olan Allahu Teâlâ’yı inkâr etmek gerekir. Allah’ı ve Allah’ın Kerîm ismini inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez. Zira ispat ettiğimiz gibi, kerem ahiretin varlığını iktiza etmektedir.

5. Allah’ı inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemeyeceği gibi; göz önündeki şu keremi inkâr edemeyen de Allah’ı inkâr edemez. Zira isimler müsemmasız ve sıfatlar mevsufsuz olamaz. Göz önündeki şu kerem, Rahîm ve Kerîm olan bir Zatın varlığını ispat etmektedir. Şuursuz tabiat, kör kuvvet ve serseri tesadüf bu sıfatlara sahip olamayacağına göre, bu sıfatların sahibi Allahu Teâlâ’dır ve başkası olamaz.

6. Madem ahireti inkâr etmek, Allah’ı inkâr etmekle mümkün ve madem Allah’ı inkâr etmek de göz önündeki keremi inkâr etmekle mümkün; o hâlde diyebiliriz ki: Ahireti inkâr edebilmek için, göz önündeki şu keremi inkâr etmek gerekir. Bunu ise aklı başında olan ve vicdanı bulunan hiç kimse yapamaz.

7. Eğer ahiret gelmezse, göz önündeki şu kerem zıddına inkılap eder ve bütün kerem istihza ve alaya döner. Böyle nihayetsiz bir keremin sahibi olan Allahu Teâlâ elbette keremini istihzaya inkılap ettirmeyecek ve bütün bu tecellileri alaya ve manasızlığa çevirmeyecektir. Bunun da tek yolu ahireti getirmektir.

Şimdi aynı mantıkla, Allah’ın izzetinin ahireti gerektirmesini mütalaa edelim:

BİRİNCİ BASAMAK: KÂİNATTA GÖZÜKEN İZZET

Şu kâinata bakıyor ve görüyoruz ki: Zerreden şemse kadar her şey bir itaat üzere hareket ediyor. Mesela:

– Güneş, Ay ve yeryüzünden tutun, ta en küçük mahlukata kadar her şey kemal-i dikkatle vazifesinde çalışıyor.

– Hiçbir mahluk zerre miktar haddinden tecavüz etmiyor.

– Koca güneşler ve yıldızlar intizamı bozamıyor.

– Hiçbir varlık vazifesinden geri kalmıyor ve itaatsizlik yapmıyor.

– Her şey bir itaat tahtında hareket ediyor ve umumi nizamın muhafazası için hamil olduğu vazifeyi yapıyor.

Aziz ve Celil isimlerinin tecellisini fazla uzatmaya gerek görmüyoruz. Kim bu isimleri derinden tefekkür etmek isterse, yüksek dağlara, engin denizlere, denizlerdeki fırtınalara, uçsuz bucaksız çöllere; Aylara, Güneşlere, yıldızlara nazar etsin!

Ya da Aziz ve Celil isimlerinin başka bir tecellisini görmek isterse, helak olmuş asi kavimlerin kalıntılarına baksın. Ya da bakamıyorsa Kur’an’ın lisanıyla dinlesin! Zira helak olan bütün bu kavimlerde Aziz isminin tecellisi gözükmektedir.

İKİNCİ BASAMAK: BU İZZET VE CELALİN SAHİBİ OLAN AZİZ VE CELİL KİMDİR?

— Bu mahlukatı itaat üzere kim hareket ettiriyor?

— Güneşleri, Ayları ve yıldızları emrine kim musahhar ediyor?

— En büyükten en küçüğe kadar, bütün mahlukatı kemal-i dikkatle vazifesinde kim çalıştırıyor?

— Yıldızların ve galaksilerin dizgini kimin elinde? Onların intizamı bozmasına kim müsaade etmiyor?

— Bütün varlıklara umumi nizamın muhafazası için hamil olduğu vazifeyi kim gördürüyor?

— Asi ve günahkâr kavimleri azabıyla kim yakalamış ve onları kim helak etmiş?

Bütün bu “kim”lerin tek bir cevabı vardır, o da Allah’tır. Saydığımız ve sayamadığımız bütün bu faaliyetler Allah’ın varlığını ispat eder ve Allah’ı bizlere Aziz ve Celil isimleriyle tanıtır.

Evet, perde arkasında Aziz ve Celil olan bir Zat var. Bütün mahlukatı emrine boyun eğdiren Odur. Perçeminden tutularak itaatkâr kılınan her bir varlık buna delil ve şahittir.

ÜÇÜNCÜ BASAMAK: AZİZ VE CELİL İSİMLERİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ

— Hiç mümkün müdür ki şu âlemin izzet ve celal sahibi olan mutasarrıfı, izzetinin hukukunu çiğneyen ve celalinin haşmetine karşı hürmetsizlik eden edepsizleri edeplendirmesin; izzet ve celaline yakışır bir tarzda onları cezalandırmasın?

Hayır, asla olamaz! Zira nihayetsiz celal ve izzet edepsizlerin tedibini ister. Hâlbuki şu dünyada o izzet ve celale yakışır bir ceza yoktur. Ekseriya zalim izzetinde, mazlum ise zilletinde kalıp bu dünyadan göçüp gidiyor. Demek bir mahkeme-i kübraya bırakılıyor ve tehir ediliyor; yoksa bakılmıyor değil.

Hem bazen dünyada dahi ceza verir. Geçmiş asırlardaki asi ve inatçı kavimlerin başına gelen azaplar gibi… İşte bu cezalar gösterir ve ispat eder ki insan başıboş değildir; bir celal ve gayret sillesine her vakit maruzdur.

Acaba hiç mümkün müdür ki insanın umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi ve ehemmiyetli bir kabiliyeti olsun ve daha sonra:

– Cenab-ı Hakk’ın bu kadar muntazam eserleriyle kendini tanıttırmasına mukabil, insan iman ile Onu tanımasın,

– Hem rahmetinin bu kadar süslü meyveleriyle kendini sevdirmesine mukabil, insan Onu sevmesin ve ibadetle kendini Ona sevdirmesin,

– Hem bu kadar türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini insana göstermesine mukabil, insan şükür ve hamd ile Ona hürmet etmesin ve bu cinayetleri cezasız kalsın, insan başıboş bırakılsın; izzet ve celal sahibi olan Zat-ı Zülcelal bir dâr-ı ceza hazırlamasın? Hâşâ ve kellâ!

Şimdi bu delili maddeler hâlinde toplayalım:

1. Kâinatta gözüken umumi itaat ve asi kavimlere gelen semavi tokatlar, perde arkasındaki bir zatı “Aziz” ve “Celil” isimleriyle bizlere tanıtır.

2. İzzet ve celal, edepsizleri edeplendirmek ve asilere ceza vermek ister. İzzetin ve celalin haşmeti ancak bu şekilde muhafaza edilir.

3. Şu dünyada ise -her ne kadar bazen zalimlere ve asilere tokatlar gelse de- birçok zaman zalim insanlar ve asi kavimler ceza görmeden bu âlemden göçüp gidiyorlar.

4. İşte bu hâl ispat eder ki başka yerde bir mahkeme-i kübra ve bir dâr-ı ceza olmalıdır. Olmalıdır ki izzet ve celal haşmetini muhafaza edebilsin.

5. Demek ahireti inkâr etmek, Cenab-ı Hakk’ın “Aziz” ve “Celil” isimlerini inkâr etmekle mümkündür. “Aziz” ve “Celil” isimlerini inkâr etmek ise gözümüzle gördüğümüz şu âlemdeki umumi itaati ve asi kavimlere gelen cezaları inkâr etmekle mümkündür. Zira umumi itaat ve asi kavimlere gelen cezalar inkâr edilemezse, “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesince, bu itaatin hâkimi ve bu semavi tokatların sahibi olan Zatın varlığı kabul edilecektir. O Zatın varlığı kabul edildikten sonra da izzetinin ve celalinin hakkı için ahireti getireceği tasdik edilecektir.

Sözün özü: Göz önündeki şu izzet ve celali inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez. Gözüyle gördüğünü inkâr edecek kadar akıldan istifa edene ise zaten diyecek bir sözümüz yoktur!

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin