76. Ve bilhassa bütün mahlukat lisan-ı kâl ve lisan-ı hâl ile şu sevgilinin duasına…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وبالخاصة ve bilhassa إذا كانت الحاجةُ عامةً hacet umumi olduğunda بحيث öyle ki يؤمِّن على دعاء ذلك الحبيبِ şu sevgilinin duasına âmin diyor جميعُ الخلق bütün mahlukat بألسنةِ الأقوال والأحوال sözlerinin ve hâllerinin dilleriyle (lisan-ı kâl ve lisan-ı hâl ile)…
Ve bilhassa bütün mahlukat lisan-ı kâl ve lisan-ı hâl ile şu sevgilinin duasına âmin diyecek kadar hacet umumi olduğunda…
وبالخاصة ve bilhassa إذاكانت مُهِمةً (o hacet) mühim olduğunda عند كل شيء her şeyin nezdinde لكونِها سببا onun varlığı bir sebep olduğundan لصعود قيمةِ الأشياء إلى أعلى عليين eşyanın kıymetinin a’lâ-yi illiyyîne yükselmesi için…
Ve bilhassa -eşyanın kıymetinin a’lâ-yi illiyyîne yükselmesi için o hacetin varlığı bir sebep olduğundan- her şeyin nezdinde mühim olduğunda…
وبدونها hâlbuki onsuz تسقط قيمة كل شيء إلى أسفل سافلين her şeyin kıymeti esfel-i sâfilîne sukut eder…
Hâlbuki onsuz her şeyin kıymeti esfel-i sâfilîne sukut eder…
فحينئذ o vakit يشترك في تضرعِ ذلك الحبيبِ şu sevgilinin tazarruuna iştirak eder جميعُ الموجودات bütün mevcudat بألسنة استعداداتها istidatlarının lisanıyla.
O vakit bütün mevcudat -istidatlarının lisanıyla- şu sevgilinin tazarruuna iştirak eder.
İzah: Bütün mevcudatın beka için yapılan duaya âmin demeleri, kıymetsizlikten ve manasızlıktan kurtulmaları içindir. Üstad Hazretleri Onuncu Söz’ün Dördüncü Hakikatinde şöyle diyor:
“Bekası olmayan istihsan edicinin nazarında, kemalâtın kıymeti sukut eder. Evet, durub-u emsaldendir ki: Bir dünya güzeli, bir zaman kendine meftun olmuş âdi bir adamı huzurundan tard eder. O adam kendine teselli vermek için, ‘Tüh, ne kadar çirkindir!’ der; o güzelin güzelliğini nefyeder. Hem bir vakit bir ayı, gayet tatlı bir üzüm asması altına girer. Üzümleri yemek ister. Koparmaya eli yetişmez. Asmaya da çıkamaz. Kendi kendine teselli vermek için kendi lisanıyla ‘Ekşidir.’ der, gümler gider.”
Üstadımız aynı meseleye Onuncu Söz’ün Beşinci Hakikatinde şöyle dikkat çekiyor:
“Bütün mahlukatı esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten; a’lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvi vazifeye, mektubat-ı Samedâniye olması derecesine çıkarıyor.”
Yine Beşinci Hakikatte şöyle ifade ediyor:
“Zat-ı Ahmediye’nin (a.s.m.) nuruyla âlemin şekli değişti. İnsan ve bütün kâinatın mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkişaf etti ve göründü ki şu kâinatın mevcudatı; esmâ-i İlahiyeyi okutan birer mektubat-ı Samedaniye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar kıymettar ve manidar birer mevcuddurlar. Eğer o nur olmasa idi, mevcudat fena-yı mutlaka mahkûm ve kıymetsiz, manasız, faydasız, abes, karmakarışık, tesadüf oyuncağı bir zulmet-i evham içinde kalırdı. İşte şu sırdandır ki: İnsanlar Zat-ı Ahmediye’nin (a.s.m.) duasına âmin dedikleri gibi, arş ve ferş ve seradan Süreyya’ya kadar bütün mevcudat onun nuruyla iftihar edip, alâkadarlık gösteriyorlar.”
Hülasa: Mevcudatın beka için yapılan duaya âmin demeleri kıymetsizlikten, manasızlıktan, abesiyetten ve tesadüfün oyuncağı olmaktan kurtulup, mektubat-ı Samedâniye derecesine çıkmak ve birer muvazzaf memur olmak içindir.
Tabii bu bir temsildir. Mevcudatın -mezkûr hikmetlerin tahakkuku için- beka istemesi, onların âmin demeleriyle temsil edilmiştir. Yoksa mahlukat lisan-ı kâl ile âmin dememektedir.
Yazar: Sinan Yılmaz