97. İnsan başıboş bırakılacağını ve yarın hesaba çekilmeyeceğini mi zanneder…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
فمع هذا bununla birlikte اَيَحْسَبُ الْاِنْسَانُ اَنْ يُتْرَكَ سُدًى (القيامة:٣٦) insan başıboş bırakılacağını mı zanneder ولا يُسألَ غدا ve yarın hesaba çekilmeyeceğini mi zanneder كلا hayır بل لَيحاسَب bilakis hesaba çekilecek على السَّبَد واللبد kıldan ve yünden (yani en ehemmiyetsiz şeylerden) وسيذهب إلى الحشر والأبد ve haşre ve ebede gidecek
Bununla birlikte, insan başıboş bırakılacağını ve yarın hesaba çekilmeyeceğini mi zanneder? Hayır! Bilakis kıldan ve yünden (böyle ehemmiyetsiz şeylerden dahi) hesaba çekilecek; haşre ve ebede gidecek.
وما الحشرُ والقيامة بالنسبة إلى قدرته haşrin ve kıyametin Onun kudretine nispeti değildir إلّا كالربيع والخريف ancak bahar ve güz gibidir فكل الوقوعات الماضية maziye ait bütün vukuatlar معجزاتُ قدرته onun kudretinin mucizeleridir تشهد قطعا على أنه (bu mucizeler) katiyetle şehadet eder ki O (c.c.) قدير على كل الإمكانات الاستقبالية istikbale ait bütün imkânâta gücü ziyadesiyle yetendir.
Haşrin ve kıyametin Onun kudretine nispeti ancak bahar ve güz gibidir. Maziye ait bütün vukuatlar onun kudretinin mucizeleridir. (Bu mucizeler) katiyetle şehadet eder ki O, istikbale ait bütün imkânâta gücü ziyadesiyle yetendir.
İzah: Cenab-ı Hakk’ın geçmişte yaptığı icraat, ahireti getirmeye muktedir olduğuna delildir. Bu delili Kur’an birçok ayetiyle işler. Mesela der:
أَأَنْتُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَمِ السَّمَاءَ بَنَاهَا
“Sizi yaratmak mı daha zor yoksa göğü yaratmak mı? Allah onu bina etti.” (Naziat 27)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede, semayı bina etmesini, insanı öldükten sonra yaratacağına delil yapmıştır. Yani buyurmuş ki: Semayı bina etmeye muktedir olan bir kudrete, insanı öldükten sonra yaratmak çok kolaydır.
Yine Kur’an der:
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنْشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ
“Yaratılışını unutarak bize bir misal getirdi ve ‘Çürümüş kemikleri kim diriltecek?’ dedi. De ki: ‘Onları ilk defa yaratan diriltecek.’” (Yasin 78-79)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede, insanın ilk yaratılışını ikinci yaratılışına delil yapmıştır.
Yine Kur’an der:
يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّ وَيُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذَلِكَ تُخْرَجُونَ
“Allah ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır ve yeryüzünü ölümünden sonra diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” (Rum 19)
Allahu Teâlâ bu ayet-i kerimede; ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkarmasını ve yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesini, insanı öldükten sonra dirilteceğine delil yapmıştır.
Daha Kur’an’da böyle çok ayet-i kerime var. Herhâlde Üstadımız, “Maziye ait bütün vukuatlar onun kudretinin mucizeleridir. (Bu mucizeler) katiyetle şehadet eder ki O, istikbale ait bütün imkânâta gücü ziyadesiyle yetendir. ” ifadesini, Kur’an’ın bu tarz-ı beyanından istifade ederek söylemiş.
Bu da aynı zamanda Risale-i Nurlarda Kur’anî bir yolun takip edildiğine delildir.
Üstad Hazretleri bu lâsiyyemada, âlemdeki hafîziyeti ahiretin delili yapıyor. Bu delilin mütalaasını daha önce yapmıştık. Üstadımız o makamda şöyle demişti:
ولاسيما إذا كان الملك في نهاية الدقة في وظيفة الحاكمية بحيث يكتب ويستكتب أدنى حاجة وأهونَ عمل وأقل خدمة ويأمر بأخْذ صورةِ كلِّ ما يجري في ملكه ويستحفظ كلَّ فعل وعمل فهذه الحفيظية تقتضي المحاسبة وبالخاصة في أعظم الأعمال من أعاظم الرعية
Ve bahusus melik hâkimiyet vazifesinde nihayet dikkat içinde ise; öyle ki edna bir ihtiyacı, en önemsiz bir ameli ve en az bir hizmeti yazıyor ve yazdırıyor; mülkünde cereyan eden her şeyin suretini almayı emrediyor; her fiili ve ameli hıfzetmeyi istiyor. Bu hafîziyet -bilhassa raiyyetinin en büyüklerinden sudur eden amellerin en büyüğü hususunda- bir muhasebeyi iktiza eder.
Hakikatler tekrar edildikçe bizler de mütalaayı tekrar edeceğiz. İmanımızın inkişafı bu tekrar ve tefekküre bağlıdır. Şimdi, ism-i Hafîz’in ahireti iktiza etmesi üzerine genel bir mütalaa yapalım:
BİRİNCİ BASAMAK: ÂLEMDE GÖZÜKEN HAFÎZİYET
Şu âleme dikkat ile baktığımızda görüyoruz ki: Küçük-büyük, kıymetli-kıymetsiz her şeyin amelleri muhafaza edilip hıfzediliyor.
Mesela çiçeklerin bütün programları ve tarihçe-i hayatları küçücük tohumlarında saklanıyor. O tohum âdeta o çiçeğe bir sandıkça oluyor. Bir sonraki baharda o tohum yarılıyor ve o tohumdan çiçeğinin bütün amelleri neşrediliyor.
Bütün ağaçların program ve amelleri ise küçücük çekirdeklerinde muhafaza ediliyor. O küçücük çekirdek, ağacının bütün amelini ve programını saklıyor. Ne zaman toprağa atılsa ağacının amel defterini neşrediyor.
Bir kısım hayvanatın programı ve tarihçe-i hayatları ise yumurtalarında muhafaza ediliyor. Âdeta o küçücük yumurtalar o hayvan için bir amel defteri oluyor ve o hayvanın bütün özellikleri o yumurtada saklanıyor.
İnsanların ve bir kısım hayvanatın plan ve programları ise bir damla suda muhafaza ediliyor. Nutfe denilen o suda insanın ve hayvanın bütün planı ve programı saklanıyor; bütün özellikleri bir damla suda kaydediliyor.
Ya insanın DNA’sına ne demeli? Bir tek hücrede bulunan DNA molekülleri, her biri 20.000 sayfayı ihtiva eden 46 ciltlik dev bir ansiklopediye benziyor ve bu kadar bilgiyi ihtiva ediyor. İnsanda ise 60 bin milyar hücre vardır!
Bir de insanın hafızasına bakın! Nohut kadar bir yerde, insanın başından geçen her şey, bütün tarihçe-i hayatı ve öğrendiği her bilgi saklanıyor ve muhafaza ediliyor.
Şu âlemdeki hafîziyet tecellisini öyle uzun uzadıya anlatmaya herhâlde gerek yoktur. Zira şu âciz insan bile o hafîziyet kanunundan istifade ederek her şeyi kayıt altına almaktadır. Kameralar, bilgisayarlar, ses kayıt cihazları, flash bellekler, hard diskler ve diğer bütün kayıt cihazları âlemdeki bu hafîziyet kanunundan istifade edilerek yapılmış cihazlardır.
İKİNCİ BASAMAK: BU HAFÎZİYETİN SAHİBİ OLAN HAFÎZ KİMDİR?
Şimdi soruyoruz:
— Acaba çiçeklerin bütün plan ve programlarını, amellerini ve tarihçe-i hayatlarını küçücük tohumlarda muhafaza eden kimdir?
— Kim en basit bir çiçeğin amellerini dahi muhafaza ediyor ve sonraki baharda o amelleri neşrediyor?
— Allah’tan başka kimin haddi var ki hadsiz çiçeklerin plan ve programlarını küçücük tohumlarda saklasın ve bahar mevsimi geldiğinde -birbirine karıştırmaksızın- o tohumlardan o çiçekleri çıkartsın?
— Kimdir koca incir ağacını küçücük çekirdeğinde saklayan ve o çekirdeği o ağaca bir sandıkça yapan?
— Kimdir bütün ağaçların plan ve programlarını küçücük çekirdeklerine yerleştiren ve o ağaçların amel defterlerini çekirdeklerinin ellerine veren?
— Kimdir bütün yumurtaları hayvanlara birer amel defteri yapan ve o hayvanın bütün programını o yumurtalarda saklayan?
— Kimdir bir damla suyu bir kütüphane hükmüne getiren ve o suda insanı yazan?
— Kimdir her bir DNA’yı dev bir ansiklopedi yapan ve içinde bir milyon sayfalık bilgiyi muhafaza eden?
Bütün bu hikmetli fiillere Allah’tan başka bir fail gösterebilir misiniz?
Hayır, gösteremeyiz. Zira O’ndan başka hiçbir şeyin gücü buna yetmez. Çünkü muhafaza etmek, nihayetsiz bir ilmi, hadsiz bir kudreti, sonsuz bir hikmeti, kayıtsız bir iradeyi ve diğer uluhiyet sıfatlarını iktiza etmektedir. Bu sıfatları olmayanın bu fiillere fail olması mümkün değildir. Bu nihayetsiz sıfatlar da sadece Allahu Teâlâ’ya mahsustur.
Demek, şu göz önündeki hafîziyet -yani her mahlukun planının, programının, tarihçe-i hayatının ve amellerinin son derece dikkat ve ihtimamla muhafaza edilmesi ve kayıt altına alınması- perde arkasındaki bir Zatı, “Hafîz” ismiyle bizlere tanıtır ve bildirir.
ÜÇÜNCÜ BASAMAK: HAFÎZ İSMİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ
Hiç mümkün müdür ki gökte, yerde, karada ve denizde; yaş-kuru, küçük-büyük, adi-âli her şeyi kemal-i intizam ve mizanla muhafaza eden ve bir türlü muhasebe içinde neticelerini eleyen bir hafîziyet; insan gibi, büyük bir fıtratta yaratılan, yeryüzünün halifeliği gibi bir rütbede bulunan ve emanet-i kübra gibi büyük bir vazifesi olan beşerin amellerini ve fiillerini muhafaza etmesin, muhasebe eleğinden geçirmesin, adalet terazisinde tartmasın, ona layık bir ceza ve mükâfat vermesin? Hâşâ ve kellâ.
Bu âlemin sahibi olan Zat son derece hafîzdir ve mülkünde cereyan eden her şeyi muhafaza ediyor.
— Acaba geçici, adi, bekasız ve ehemmiyetsiz şeylerde muhafaza böyle olursa; hiç mümkün müdür ki şu âlemin en kıymetli misafiri, Allah’ın yeryüzündeki halifesi ve emanetinin taşıyıcısı olan insanın amelleri hıfz edilmesin ve bu hıfza göre bir muhasebe görmesin?
Âlemdeki şu hafîziyet tecellisinden anlaşılıyor ki:
– Şu mevcudatın sahibi olan Zat, mülkünde cereyan eden her şeyin kaydına büyük bir ihtimam gösteriyor.
– Hem hâkimiyetine nihayet derecede dikkat ediyor.
– Hem saltanatının rububiyetine gayet ihtimam gösteriyor.
– O derece ki en küçük bir hadiseyi, en ufak bir hizmeti yazıyor, yazdırıyor; mülkünde cereyan eden her şeyin suretini müteaddit şeylerde hıfzediyor.
İşte şu hafîziyet işaret eder ki ehemmiyetli bir muhasebe-i amel defteri açılacak ve bilhassa mahiyetçe en büyük, en mükerrem, en müşerref mahluk olan insanın amelleri mühim bir hesap ve mizana girecek, amel sahifeleri neşredilecek.
— Acaba bir ağacın ruha benzeyen programını, nokta gibi en küçük çekirdeğinde dercedip muhafaza eden Zat-ı Hafîz için, “Vefat edenlerin ruhlarını nasıl muhafaza edecek?” denilir mi ve bundan şüphe edilir mi?
— Acaba hiç mümkün müdür ki insan şu dünyada hilafet ve emanetle mükerrem olsun da sonra kabre girip rahatla yatsın ve uyandırılmasın; küçük-büyük her amelinden sual edilmesin; mahşere gidip mahkeme-i kübrayı görmesin; yokluğa kaçsın ve toprağa girip saklansın? Hâşâ ve kellâ.
Şimdi, bu delili şöylece maddeleyerek pekiştirelim:
1. Bu âlemdeki her şeyin plan ve suretlerinin -yani bir cihette amellerinin- tohumlarda, çekirdeklerde, nutfe denilen su damlacıklarında, hafızalarda, DNA’larda vs. muhafaza edilip saklanması ispat eder ki perde arkasında bir Zat var ve mülkünde cereyan eden her şeyi muhafaza ediyor.
2. Çiçek gibi, ağaç gibi en basit ve kıymetsiz şeylerin plan ve programlarının hıfzedilmesi ispat eder ki insanın amelleri de hıfz ediliyor. Zira insan bu âlemde hilafet makamının mazharı, emanet-i kübranın taşıyıcısı ve Allahu Teâlâ’nın has muhatabıdır. Cenab-ı Hakk’ın en basit eşyanın amellerini muhafaza edip, rububiyetin saltanatına dokunan insanın amellerini muhafaza etmemesi mümkün değildir.
3. Madem insanın amelleri muhafaza ediliyor, elbette bu muhafaza bir muhasebe ve hesap içindir. Hâlbuki bu dünyada insan hiçbir hesap görmemekte ve suale çekilmemektedir. İşte bu hâl ispat eder ki başka bir âlem olmalıdır. Orada bir mahkeme-i kübra olmalı ve insan amellerinin hesabını orada vermelidir. İşte orası da ahirettir.
4. O hâlde diyebiliriz ki: Ahireti inkâr edebilmek için, ilk önce Cenab-ı Hakk’ın “Hafîz” ismini inkâr edebilmek gerekir. Zira “Hafîz” ismini inkâr edemeyen, insanın amellerinin muhafaza edildiğini kabul etmek zorunda kalır. Bu muhafaza da elbette bir muhasebe için olacağından ve bu muhasebe bu dünyada olmadığından ahiretin varlığı mecburen kabul edilir.
5. Demek, ahireti inkâr edebilmek için, Allah’ın “Hafîz” ismini inkâr edebilmek gerekiyor. “Hafîz” ismini inkâr edebilmek için de şu kâinatı inkâr edip akıldan istifa etmek gerekiyor. Zira tohumlardan çekirdeklere, hafıza kuvvetinden yumurtalara, DNA’lardan hücreye kadar, her şeyde bir hafîziyet vardır. “Fiiller failsiz olamaz.” kaidesince, bu hafîziyetin de bir faili olmak zorundadır. Göz önündeki bu hafîziyeti inkâr edemeyen, faili olan Hafîz-i Zülcelâl’i de inkâr edemez. Hafîziyeti inkâr etmek ise ancak akıldan ve insanlıktan istifayla mümkündür. İnsanlığını bırakıp akıldan vazgeçenlere ise zaten söyleyecek bir sözümüz yoktur!
Yazar: Sinan Yılmaz