a
Ana SayfaLâsiyyemat71. Bu ebedî servetle beraber bu sermedî cömertlik ebedî bir dâr-ı ziyafetin vücudunu…

71. Bu ebedî servetle beraber bu sermedî cömertlik ebedî bir dâr-ı ziyafetin vücudunu…

Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

وهذه السخاوة السرمدية  bu sermedî (sonsuz) cömertlik  مع هذه الثروة الأبدية  bu ebedî servetle beraber  تقتضيان وجود دارِ ضيافةٍ أبدية  ebedî bir dâr-ı ziyafetin vücudunu iktiza ederler  ودوامَ وجودِ محتاجين  ve muhtaçların devam-ı vücudunu (iktiza ederler)  بأنواع الحاجات فيها  oradaki (o dâr-ı ziyafetteki) çeşitli hacetlerle beraber.

Bu ebedî servetle beraber bu sermedî cömertlik, ebedî bir dâr-ı ziyafetin vücudunu ve oradaki çeşitli hacetlerle beraber muhtaçların devam-ı vücudunu iktiza eder.

إذ الكرم بلا نهاية  çünkü nihayetsiz kerem  يقتضي الامتنانَ  iyilikte bulunmayı iktiza eder  والتنعيم  ve nimetlendirmeyi (iktiza eder)  بلا نهاية  nihayetsiz.

Çünkü nihayetsiz kerem nihayetsiz iyilikte bulunmayı ve nimetlendirmeyi iktiza eder.

وهما يقتضيان  o ikisi de iktiza eder  قبول المنة  iyiliğin kabulünü  والتنعم  ve nimet içinde bulunmanın (kabulünü)  بلا نهاية  nihayetsiz.

O ikisi de (nihayetsiz iyilikte bulunma ve nimetlendirme de) iyiliği kabul etmeyi ve nimet içinde bulunmayı kabul etmeyi nihayetsiz iktiza eder.

وهما يقتضيان  o ikisi de iktiza eder  دوام وجود الشخص المكْرَم عليه  kendisine ikram edilen şahsın devam-ı vücudunu  ليُقابِل  mukabele etmesi için  بدوامه في التنعم  nimetlendirme içindeki devamlılığı ile  شكرَ المنة الدائمة  daimî iyiliğin şükrüne. 

O ikisi de (iyiliği ve nimet içinde bulunmayı kabul etme de) nimetlendirme içindeki devamlılığı ile (kendisine yapılan) daimî iyiliğin şükrüne mukabele etmesi için, kendisine ikram edilen şahsın devam-ı vücudunu iktiza eder. 

وإلَّا  aksi hâlde (takdiri kelam:  وإنْ لَمْ يُقَابِلْ ) لانْحصر  sınırlanır  مقابلةُ كل واحد  her birinin mukabelesi  في دقائق عمره الزائل  zail ömrünün dakikalarında.

Aksi hâlde her birinin (iyiliğe ve nimete mazhar olanlardan her birinin) mukabelesi zail ömrünün dakikalarında sınırlanır. (Yani fâni bir hayat sürdüğü için şükrü de sınırlı olur.)

ولصار  ve olur  بحيث  şekilde  لا يهتم بما لا يرافقه  kendisine refakat etmeyeni önemsemez  بل يتنغص عليه  hatta onu üzer  ذلك التنعم الجزئي أيضا  şu cüzî nimetlendirme dahi.

Kendisine refakat etmeyeni (fâni nimetleri) önemsemez bir hâlde olur. Hatta şu cüzî nimetlendirme dahi onu üzer. (Çünkü zeval-i nimet elemdir.) 

İzah: Bu hakikatin mütalaasını daha önce yapmıştık. Üstadımız o makamda şöyle demişti:

ولا سيما يُعلَم بالآثار أن لصاحب هذه الدار كرما عظيما ومثلُ هذا الكرم يقتضي كمال الإحسان وحسنَ المكافأة مع أن هذه الدارَ لا تفي بعُشر مِعشارِ عَشيرٍ ما يقتضيه ذلك الكرمُ

Ve bahusus eserleriyle biliniyor bu memleketin sahibinin büyük bir keremi vardır. Böylesi bir kerem de kemal-i ihsanı ve hüsn-ü mükâfatı iktiza eder. Oysaki bu memleket şu keremin iktiza ettiği şeyin binde birini karşılamıyor  

Hakikatler tekrar edildikçe bizler de mütalaayı tekrar edeceğiz. Her tekrarda da meselenin künhünü biraz daha kavrayacağız.

Üstadımız mezkûr ifadesinde, âlemde gözüken keremi ahiretin delili yapıyor. Şimdi, Allah’ın kereminin ahireti gerektirmesini mütalaa edelim:

BİRİNCİ BASAMAK: KÂİNATTA GÖZÜKEN KEREM

Şu âlemde gözüken keremin birkaç tecellisini zikredelim:

1. En âciz, en zayıftan tut, ta en kaviye kadar her canlıya layık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor.

2. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor.

3. Öyle ulvi bir keremle ziyafetler ve ikramlar olunuyor ki nihayetsiz bir kerem eli içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.

4. Bahar mevsiminde bütün ağaçlara cennet hurileri tarzında elbiseler giydiriliyor; çiçek ve meyvelerin murassaatıyla (süsleriyle) süslendiriliyor.

5. Ağaçların latif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit, en tatlı, en musanna meyveler bizlere takdim ediliyor.

6. Zehirli bir sineğin eliyle, şifalı ve tatlı bir bal bizlere yediriliyor.

7. Elsiz bir böceğin eliyle, en güzel ve yumuşak bir elbise bizlere giydiriliyor.

8. Rahmetin büyük bir hazinesi olan ağaçlar küçücük bir çekirdek içinde bizim için saklanıyor.

Bu maddelere binler madde eklemek mümkündür. Hatta değil âlemi, insan kendini mütalaa etse, rahmetin binler izini ve keremin binler süsünü kendinde görebilir. Bizler bu maddelerin tefekkürünü sizlere havale ediyor ve ikinci basamağa geçiyoruz.

İKİNCİ BASAMAK: BU KEREMİN SAHİBİ KİMDİR?

Şimdi soruyoruz:

— Keremiyle şu âlemi yoktan kim icat etmiş?

— Her varlığa kendine mahsus elbiseyi kim giydirmiş?

— Her birini farklı şekillerde kim terbiye etmiş?

— Vazifelerini kim öğretmiş?

— Hayatını devam ettirebilmesi için lazım olan cihazlarla kim teçhiz etmiş?

— Maddi ve manevi bütün ihtiyaçlarını şefkatle kim karşılamış?

— Buluttan suyu kim indirmiş, zehirli böcekten balı kim çıkarmış?

— Böceği bir ipek fabrikası, inek ve koyun gibi hayvanları birer süt çeşmesi kim yapmış?

— Kimdir yeryüzünü bir sofra yapıp, baharı bu sofraya bir gül destesi yapan?

— Kimdir bahçeleri kazan gibi kaynatan ve içlerinde her türlü nebatatı pişiren?

— Kimdir ağaçların kuru dallarını kereminin eli yapan ve her türlü meyveyi o ellerle takdim eden?

— Kim, kim, kim?..

Allah’tan başka bu “kim”lere verilebilecek bir cevap var mıdır? Allah’tan başka kimin haddi var ki mahlukata böyle kerîmâne muamele etsin ve onların her türlü ihtiyacını görüp ikram etsin?

Nasıl ki güneşin ışığı güneşin vücudunu ispat eder ve güneşi gösterir; aynen bunun gibi, şu emsalsiz kerem dahi perde arkasındaki bir Zatı, “Rahîm” ve “Kerîm” isimleriyle bize tanıtır ve O’nun vücudunu ispat eder.

ÜÇÜNCÜ BASAMAK: KERİM İSMİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ

— Nihayetsiz bir kerem neyi ister ve neyi iktiza eder?

Elcevab: Kendine layık bir tarzda ihsan etmeyi iktiza eder.

Hâlbuki şu fâni dünyaya ve bu kısa ömre, bu keremin -denizden bir damla gibi- milyonlar cüzünden ancak bir cüzü yerleşir ve tecelli eder.

Demek bu dünya, o hadsiz kereme mahal olabilecek bir yer değildir. Bu da ispat eder ki: O kereme layık bir saadet diyarı olmalıdır ve vardır.

Bunu inkâr edebilmek için, gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, göz ile görünen şu keremin vücudunu inkâr etmek lazım gelir. Çünkü eğer ahiret gelmezse, şu göz önündeki keremin hiçbir manası kalmaz. Manası kalmadığı gibi zıddına inkılap eder. Elbette bu keremin sahibi olan Zat-ı Zülkerem, keremini zıddına inkılap ettirmeyecek ve bir çiçeği yaratmak kadar kendisine kolay olan cenneti yaratacaktır.

Şimdi bu delili maddeler hâlinde toplayalım:

1. Şu âlemde nihayetsiz bir kerem gözükmektedir. Bu kerem, sinekten seyyarata kadar her şeyi kuşatmış ve her yeri ihata etmiştir.

2. Fiiller failsiz olamayacağına göre, bu keremin de bir sahibi olmalıdır. Elbette kör kuvvet, şuursuz tabiat, mevhum kanunlar ve hayatsız sebepler bu kereme fail olamazlar. Bu fiillerin faili ancak ve ancak Kerîm olan Cenab-ı Hak olabilir.

3. Madem Cenab-ı Hakk’ın nihayetsiz bir keremi vardır, o hâlde ahiret de olmalıdır. Zira nihayetsiz kerem, kendine layık bir tarzda ihsan ve ikram etmek ister. Hâlbuki şu fâni dünyaya bu kerem sığmamakta ve hakkıyla tecelli edememektedir. Demek, bu sonsuz keremin hakkıyla tecelli edebileceği baki diyarlar ve sermedî meskenler lazımdır. Bu baki diyarlar da ancak ahirette ve cennettedir.

4. Ahireti inkâr edebilmek için, önce Kerîm olan Allahu Teâlâ’yı inkâr etmek gerekir. Allah’ı ve Allah’ın Kerîm ismini inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemez. Zira ispat ettiğimiz gibi, kerem ahiretin varlığını iktiza etmektedir.

5. Allah’ı inkâr edemeyen, ahireti inkâr edemeyeceği gibi; göz önündeki şu keremi inkâr edemeyen de Allah’ı inkâr edemez. Zira isimler müsemmasız ve sıfatlar mevsufsuz olamaz. Göz önündeki şu kerem, Rahîm ve Kerîm olan bir Zatın varlığını ispat etmektedir. Şuursuz tabiat, kör kuvvet ve serseri tesadüf bu sıfatlara sahip olamayacağına göre, bu sıfatların sahibi Allahu Teâlâ’dır ve başkası olamaz.

6. Madem ahireti inkâr etmek, Allah’ı inkâr etmekle mümkün ve madem Allah’ı inkâr etmek de göz önündeki keremi inkâr etmekle mümkün; o hâlde diyebiliriz ki: Ahireti inkâr edebilmek için, göz önündeki şu keremi inkâr etmek gerekir. Bunu ise aklı başında olan ve vicdanı bulunan hiç kimse yapamaz.

7. Eğer ahiret gelmezse, göz önündeki şu kerem zıddına inkılap eder ve bütün kerem istihza ve alaya döner. Böyle nihayetsiz bir keremin sahibi olan Allahu Teâlâ elbette keremini istihzaya inkılap ettirmeyecek ve bütün bu tecellileri alaya ve manasızlığa çevirmeyecektir. Bunun da tek yolu ahireti getirmektir.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin