59. Bahusus şu melik şu geçici menzillerde, dehşetli meydanlarda ve göçüp giden meşherlerde…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ولا سيما ve bahusus إذا أظهر ذلك الملكُ şu melik gösterdiğinde في تلك المنازل الزائلة şu geçici menzillerde والميادين الهائلة ve dehşetli meydanlarda والمشاهر الراحلة ve göçüp giden meşherlerde آثارَ حكمةٍ باهرة parlak bir hikmetin eserlerini وعناية ظاهرة ve zahir bir inayetin (eserlerini) وعدالة عالية ve yüce bir adaletin (eserlerini) ومرحمة واسعة ve geniş bir merhametin (eserlerini)…
Ve bahusus şu melik şu geçici menzillerde, dehşetli meydanlarda ve göçüp giden meşherlerde; parlak bir hikmetin, zahir bir inayetin, yüce bir adaletin ve geniş bir merhametin eserlerini gösterdiğinde…
بدرجةٍ bir derecede يَعرِف باليقين yakîn ile bilir مَن له بصيرة basireti olan kimse أنه şunu ki لا يمكن mümkün olmaz أن يوجَد أكملُ من حكمته onun hikmetinden daha mükemmelinin bulunması وأجملُ من عنايته ve inayetinden daha güzelinin (bulunması) وأشملُ من مرحمته ve rahmetinden daha şamilinin (bulunması) وأجلُّ من عدالته ve adaletinden daha yücesinin (bulunması)…
Basireti olan kimsenin yakîn ile şunu bileceği bir derecede: Onun hikmetinden daha mükemmelinin, inayetinden daha güzelinin, rahmetinden daha şamilinin ve adaletinden daha yücesinin bulunması mümkün değildir…
فلو لم يكن ve olmasa في دائرة مملكته onun daire-i memleketinde أماكنُ دائمة عالية daimî ve âlî mekânlar ومساكنُ قائمة غالية ve sabit ve kıymetli meskenler وسواكنُ مقيمة خالدة ve devamlı ve ebedî sakinler لتكون مظاهرَ mazharlar olması için لحقيقة تلك الحكمة والعناية والمرحمة والعدالة bu hikmetin, inayetin, merhametin ve adaletin hakikatine…
Ve bu hikmetin, inayetin, merhametin ve adaletin hakikatine mazharlar olması için, onun daire-i memleketinde daimî ve âlî mekânlar, sabit ve kıymetli meskenler, devamlı ve ebedî sakinler olmasa…
Toplu mana: Ve bahusus şu melik şu geçici menzillerde, dehşetli meydanlarda ve göçüp giden meşherlerde; parlak bir hikmetin, zahir bir inayetin, yüce bir adaletin ve geniş bir merhametin eserlerini; onun hikmetinden daha mükemmelinin, inayetinden daha güzelinin, rahmetinden daha şamilinin ve adaletinden daha yücesinin bulunmasının mümkün olamayacağını, basireti olan kimsenin yakîn ile bileceği bir derecede gösterdiğinde; bu hikmetin, inayetin, merhametin ve adaletin hakikatine mazharlar olması için, onun daire-i memleketinde daimî ve âlî mekânlar, sabit ve kıymetli meskenler, devamlı ve ebedî sakinler olmazsa… (Baştan buraya kadar olan kısım bir şart cümlesidir, ceza cümlesi bundan sonra gelecektir.)
İzah: Ceza cümlesine geçmeden önce şart cümlesini biraz mütalaa edelim:
Hikmetin, inayetin, adaletin ve merhametin tecellisini daha önce mütalaa etmiştik. Üstadımız bu makamda dedi ki: Şu âlemde hikmet, inayet, adalet ve merhametin hakikatleri vardır. Bu hakikatler âlemi öyle ihata etmiştir ki zerre miskal eşya bu hakikatlerin haricinde kalmamıştır. Ve bu hakikatler öyle bir kemaldedir ki bunların fevkinde bir hikmet, bir inayet, bir adalet ve bir merhamet olmaz ve tasavvur edilemez.
Yani şöyle denilemez: Eğer böyle olsaydı daha hikmetli olurdu. Şöyle olsaydı daha adaletli olurdu. Şöyle yapılsaydı rahmete daha uygun olurdu…
Böyle denilemez, çünkü bu hakikatlerin fevkinde bir derecenin tasavvuru imkân haricidir. Gücü yeten âlemi, yetmeyen ise bir sineği insafla mütalaa etsin. Vicdanı ölmemişse bu kaziyeyi tasdik edecektir.
Elbette bu hakikatler daimî mekânları, sabit meskenleri ve zevalsiz sakinleri ister ki bu parlak hikmet, zahir inayet, yüce adalet ve geniş merhamet hakkıyla tecelli etsin ve şaşaası ile gözüksün.
Bu meseleleri daha önce mütalaa etmiştik. Dileyenler önceki mütalaaları bir daha okuyabilir. (Şart cümlesini sonraki derste mütalaa edeceğiz.)
Yazar: Sinan Yılmaz