78. Ve bilhassa şu hacet, onun mâlik-i kerîmine göz açıp kapayıncaya kadar…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وبالخاصة ve bilhassa إذا كانت تلك الحاجةُ şu hacet olduğunda كلمح البصر göz açıp kapayıncaya kadar سهلةً يسيرة kolay ve basit على مالكها الكريم onun mâlik-i kerîmine.
Ve bilhassa şu hacet, onun mâlik-i kerîmine göz açıp kapayıncaya kadar, kolay ve basit olduğunda.
İzah: Allahu Teâlâ’nın kudretine; koca âlemi icat etmek, bir sineği icat etmek kadar kolaydır. Baharı yaratmak, bir çiçeği yaratmak kadar; öldükten sonra bütün insanları haşretmek, bir ağacı diriltmek kadar basittir. Bütün bunlar göz açıp kapayıncaya kadar olan zaman diliminde gerçekleşir.
Yine atomların sevki ile seyyaratın sevki aynı kolaylıktadır. Bir zerreyi sevk etmek ile yıldızları sevke etmek arasında hiçbir fark yoktur. Allahu Teâlâ bir yıldızı döndürdüğü gibi, aynı kudretle galaksileri döndürür; hepsini sapan taşı gibi çevirir.
Bu meselenin delilleri Risale-i Nurlarda çokça zikredilmiştir. Dileyenler bu bahsi mütalaa etmek için, sitemizin “Seçme Tahliller” linkinden, “Bir şey zatî olsa onun zıddı o zata ârız olamaz. Çünkü içtimaü’z-zıddeyn olur, o da muhaldir…” konusunu okuyabilirler.
وبالخاصة ve bilhassa إذا تضرع ذلك الحبيب şu sevgili tazarru ettiğinde بأنواع التضرعات الحزينة tazarruât-ı hazînenin envaıyla متذللا tezellül eder bir hâlde (boyun eğerek ve tevazu göstererek) بأنواع الافتقارات المشفَّعة şefaati makbul olan iftikarların (Allah’a karşı fakirliğini bilip ilan etmelerin) envaıyla متحببا (Allah’a) muhabbet gösterir bir hâlde بأنواع العبادات المقبولة ibâdât-ı makbulenin envaıyla.
Ve bilhassa şu sevgili, şefaati makbul olan iftikarların envaıyla tezellül eder bir hâlde… ve ibâdât-ı makbulenin envaıyla muhabbet gösterir bir vaziyette… tazarruât-ı hazinenin envaıyla tazarru ettiğinde.
وقد اصطف خلفَه ve onun arkasında saf tutmuş مؤتمّين به onu imam kabul ederek مؤَمِّنين على دعائه duasına âmin diyerek جميعُ أفاضلِ ثمراتِ شجرةِ الخلقة şecere-i hilkatin meyvelerinin efdallerinin tamamı من الأنبياء والأولياء والأصفياء enbiyadan, evliyadan ve asfiyadan وهو hâlbuki o إنما يطلب ancak istiyor من ربه الكريم kerîm olan Rabbinden الجنةَ والبقاءَ والسعادةَ الأبدية والرضاء cenneti, bekayı, saadet-i ebediyeyi ve rızayı.
Ve o (a.s.m.) kerîm olan Rabbinden ancak cenneti, bekayı, saadet-i ebediyeyi ve rızayı isterken; enbiya, evliya ve asfiyadan müteşekkil olan şecere-i hilkatin bütün efdal meyveleri, onu imam kabul ederek ve duasına âmin diyerek onun arkasında saf tutmuş.
فبالضرورة bundan dolayı zaruret ile لا يمكن mümkün olmaz بوجه من الوجوه hiçbir vecihle أن يَقبل kabul etmesi جمالُ هذه الشفقة الشاملة المشهودة بآثارها eserleriyle meşhud ve şamil olan bu cemal-i şefkatin قبحا غدَّارا gaddar bir çirkinliği بعدم قبول مثل هذ االمطلوب المعقول böylesine makul bir matlubu kabul etmemekle مِن مثل ذلك المحبوب المقبول böyle mahbub ve makbul bir zattan.
Bundan dolayı zaruretle, eserleriyle meşhud ve şamil olan bu cemal-i şefkatin, böyle mahbub ve makbul bir zattan, böylesine makul bir matlubu kabul etmemekle gaddar bir çirkinliği kabul etmesi hiçbir vecihle mümkün değildir.
İzah: Üstad Hazretleri bu meseleyi Onuncu Söz’de şöyle beyan ediyor:
“Gel! Bu zamandan tecerrüd edip fikren asr-ı saadete ve hayalen Ceziretü’l-Arab’a gidiyoruz. Ta ki Resul-i Ekrem (a.s.m.)’ı vazife başında ve ubudiyet içinde görüp ziyaret ederiz. Bak! O zat nasıl ki risaletiyle, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Onun gibi, ubudiyetiyle ve duasıyla, o saadetin sebeb-i vücudu ve cennetin vesile-i icadıdır.
İşte bak! O zat öyle bir salât-ı kübrada, bir ibadet-i ulyâda saadet-i ebediye için dua ediyor ki güya bu cezire, belki bütün arz onun azametli namazıyla namaz kılar, niyaz eder. Çünkü ubudiyeti ise ona ittiba eden ümmetin ubudiyetini tazammun ettiği gibi, muvafakat sırrıyla bütün enbiyanın sırr-ı ubudiyetini tazammun eder.
Hem o salât-ı kübrayı öyle bir cemaat-i uzmada kılar, niyaz ediyor ki güya benî Âdem’in Hazreti Âdem’den asrımıza kadar, belki kıyamete kadar bütün nurani ve kâmil insanlar ona tebaiyetle iktida edip duasına âmin derler.
Bak, hem öyle beka gibi bir hâcet-i âmme için dua ediyor ki değil ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat niyazına iştirak edip lisan-ı hâl ile “Oh, evet. Ya Rabbena, ver, duasını kabul et. Biz de istiyoruz.” diyorlar.
Hem bak! Öyle hazînane, öyle mahbubane, öyle müştakane, öyle tazarrukârane saadet-i bakiye istiyor ki bütün kâinatı ağlattırıp duasına iştirak ettiriyor.
Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki insanı ve bütün mahlukatı esfel-i safilîn olan fena-yı mutlaka sukuttan, kıymetsizlikten, faydasızlıktan, abesiyetten a’lâ-yı illiyyîn olan kıymete, bekaya, ulvi vazifeye, mektubat-ı Samedaniye olması derecesine çıkarıyor.
Bak, hem öyle yüksek bir fîzar-ı istimdadkârane ile istiyor ve öyle tatlı bir niyaz-ı istirhamkârane ile yalvarıyor ki güya bütün mevcudata, semavata, arşa işittirip vecde getirip duasına “Âmin Allahümme âmin!” dedirtiyor.” (Onuncu Söz)
Bu metnin şerhi Onuncu Söz’de yapıldığından burada şerh etmiyor, şerhini Onuncu Söz’e havale ediyoruz.
Yazar: Sinan Yılmaz