100. Belki bu rububiyetin perdeleri içindeki bu dünyanın ancak tecrübe için…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
بل belki لا يمكن mümkün olmaz أن تكون هذه الدنيا bu dünyanın olması في سرادقات هذه الربوبية bu rububiyetin perdeleri içindeki إلا كميدان ancak bir meydan gibidir بُنيت فيها onda bina edilmiş منازلُ مؤقتة geçici menziller للتجربة والامتحان والتشهير والإعلان tecrübe için, imtihan için, teşhir için ve ilan için ثم تُخرَّب sonra tahrip edilecek وتبدل بقصور دائمة ve daimî köşklere tebdil edilecek ويساق إليها الخلق ve mahlukat oraya sevk edilecek.
Belki bu rububiyetin perdeleri içindeki bu dünyanın; ancak tecrübe için, imtihan için, teşhir için ve ilan için kendisinde geçici menzillerin bina edildiği bir meydan gibi olması mümkündür. Sonra tahrip edilecek ve daimî köşklere tebdil edilecek ve mahlukat oraya sevk edilecek.
Metne birebir bağlı kalmayıp Türkçeye daha uygun bir mana vermeye kalksak şöyle olabilir:
Belki bu rububiyetin perdeleri içindeki bu dünya; ancak tecrübe için, imtihan için, teşhir için ve ilan için kendisinde geçici menzillerin bina edildiği bir meydan gibidir. Sonra tahrip edilecek ve daimî köşklere tebdil edilecek ve mahlukat oraya sevk edilecek.
فبالضرورة ve zaruretle لا بدّ gerekir أن يوجَد bulunması لربّ هذا العالم الفاني المتغير fâni ve mütegayyir olan bu âlemin rabbi için عالمٌ آخرُ باقٍ مستقر başka, baki ve zevalsiz bir âlem.
Ve zaruretle, fâni ve mütegayyir olan bu âlemin rabbi için başka, baki ve zevalsiz bir âlemin bulunması gerekir.
İzah: Bu hakikatin mütalaasını daha önce yapmıştık. Üstadımız o makamda şöyle demişti:
وما هذه المنازل في ميدان الامتحان إلّا مؤقتة سيبدّلها البتّةُ بقصور دائمة إذ لا يقوم مثلُ هذه السلطنة المستقرة المحتشمة على هذه الأمور الزائلة الواهية المتبدلة السيالة
İmtihan meydanındaki bu menziller geçicidir. O menzilleri muhakkak daimî köşklere tebdil edecektir. Çünkü böylesi daimî ve muhteşem bir saltanat; geçici, dayanıksız, değişen ve akıp giden bu işler üzerine kaim olmaz.
Hakikatler tekrar edildikçe bizler de mütalaayı tekrar ediyoruz. Her tekrarda da hakikatin boyasıyla biraz daha boyanıyoruz.
Üstadımız bu lâsiyyemada buraya kadar, âlemde gözüken haşmet-i rububiyeti ahiretin delili yaptı. Şimdi, haşmet-i rububiyetin ahireti iktiza etmesini mütalaa edelim:
BİRİNCİ BASAMAK: KÂİNATTA GÖZÜKEN HAŞMET-İ RUBUBİYET
Kim şu âleme dikkat ile baksa görür ki bu âlemde muhteşem bir rububiyet hükmediyor.
– Mevsimlerin değişmesi gibi haşmetli icraat,
– Yıldızların ve galaksilerin -tayyare misal- hareketleri gibi azametli harekât,
– Yeryüzünü içindeki mahlukata bir beşik; Ay’ı onlara bir kandil ve Güneş’i bir lamba yapmak gibi dehşetli teshirat,
– Kışın ölmüş ve kurumuş yeryüzünü baharda diriltmek ve süslendirmek gibi geniş tahvilat…
Bütün bunlar ve saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok haşmetli faaliyet her an gözümüz önünde cereyan etmekte ve seyredenleri hayrete düşürmektedir.
Bu faaliyetlerin tefekkürünü sizlere havale edip, şimdi ikinci basamağa geçiyoruz.
İKİNCİ BASAMAK: BU HAŞMETLİ RUBUBİYETİN FAİLİ OLAN ZAT-I CELİL KİMDİR?
Şimdi soruyoruz:
— Mevsimleri kim değiştiriyor? Yazdan sonra kışı, kıştan sonra yazı kim getiriyor? Bu haşmetli faaliyetin sahibi kimdir?
— Yıldızları ve galaksileri tesbih taneleri gibi kim çeviriyor? Onları emrine kim musahhar ediyor?
— Kim yeryüzünü içindeki mahlukata bir beşik yapmış? Kim Ay’ı onlara bir kandil ve Güneş’i bir lamba yapmış? Bu dehşetli teshiratın sahibi kimdir?
— Kışın ölmüş ve kurumuş yeryüzünü baharda dirilten kim?
— Yeryüzünü böyle antika sanat eserleriyle süsleyen kim?
— Bu geniş tahvilat kimin işidir?
Bütün bu “kim”lerin tek bir cevabı vardır, o da Allah’tır.
Şu âlemdeki haşmetli rububiyet, perde arkasındaki bir Zatın varlığını ispat eder ve O’nu bizlere Rab ve Celil ismiyle tanıtır.
ÜÇÜNCÜ BASAMAK: RAB VE CELİL İSİMLERİNİN AHİRETİ GEREKTİRMESİ
Saydığımız ve saymakla bitiremeyeceğimiz bütün haşmetli faaliyetler gösteriyor ki perde arkasında muazzam bir rububiyet var, muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Elbette böyle bir saltanat-ı rububiyet, kendine layık bir mahlukat, haşmetine yaraşır bir halk ve celaline mazhar bir meşher ister.
Hâlbuki görüyoruz ki o Zatın en kıymetli misafirleri ve en makbul kulları olan insanlar şu misafirhane-i dünyada perişan bir surette, muvakkaten toplanıyorlar. Misafirhane ise her gün doluyor, boşalıyor; her saat tebeddül ediyor.
Hem bütün bu insanlar, celal sahibi O zatın kıymetli ihsanlarının numunelerini ve harika sanatının antikalarını şu çarşı-yı âlem sergilerinde, ticaret maksadıyla temaşa etmek için, şu dünya teşhirgâhında birkaç dakika durup seyrediyorlar, sonra kayboluyorlar. Şu dünya meşheri ise her dakika değişiyor; gelen gidiyor ve giden gelmiyor.
İşte bu hâl ve şu vaziyet kati gösterir ki şu misafirhane ve şu meydan ve şu meşherlerin arkasında o ebedî saltanata mazhar olacak daimî saraylar, sabit meskenler ve şu dünyada gördüğümüz numunelerin ve suretlerin en halis ve en yüksek asıllarıyla dolu bağ ve hazineler vardır. Demek burada çabalamak onlar içindir. Burada çalıştırır, orada ücret verir. Herkesin istidadına ve ameline göre -eğer kaybetmezse- orada bir saadeti vardır.
Evet, hiç mümkün değildir ki böyle haşmetli bir saltanat sadece şu fâniler ve ölüme mahkûm zeliller üstünde dursun ve başka bir memleketi olmasın.
Şimdi, bu delili maddeleyerek pekiştirelim:
1. Şu âlemde; mevsimlerin tebeddülü, gece ve gündüzün tahavvülü, yıldızların harekâtı gibi haşmetli bir rububiyet ve dehşetli bir teshirat var.
2. Bu haşmetli rububiyet ve dehşetli teshirat, perde arkasındaki bir Zatın vücudunu ispat eder ve bu Zatı bizlere Rab ve Celil ism-i şerifiyle tanıtır.
3. Madem o Rabb-i Kerim hem celildir hem bakidir; öyleyse kendine layık bir mahlukat, haşmetine yaraşır bir halk ve celaline mazhar bir meşher isteyecektir.
4. Madem görüyoruz ki o Zatın en kıymetli misafirleri olan insanlar şu misafirhane-i dünyada perişan bir surette, muvakkaten toplanıyorlar. Misafirhane ise her gün doluyor ve boşalıyor. Bu hâliyle de o Zatın celaline tam âyine ve rububiyetine tam mazhar olamıyor.
5. İşte bu hâl kati ispat eder ki şu misafirhane ve meşherlerin arkasında, o ebedî saltanata mazhar olacak daimî saraylar ve sabit meskenler vardır. Haşmet ve celal onlarsız olamaz.
Hiç mümkün değildir ki böyle haşmetli bir saltanat ve daimî bir rububiyet sadece şu fâniler, ölüme mahkûm zeliller ve şu fâni memleket üstünde dursun ve başka bir memleketi olmasın! Âmennâ ve saddeknâ!
Yazar: Sinan Yılmaz