26. Şüphesiz her fertte son derece hüsn-ü sanatla beraber nihayet vüsat-i tasarruf…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وكذا ve keza إن نهاية وُسْعة التصرف şüphesiz nihayet vüsat-i tasarruf بانتشار النوع nevin yayılmasıyla مع غاية حسنِ صنعِ كل فردٍ فرد her fertte son derece hüsn-ü sanatla beraber تختص mahsus olur بمن o zata ليس عند شيء hiçbir şeyin yanında değildir وهو عند كل شيء hâlbuki o her şeyin yanındadır بقدرته وعلمه kudretiyle ve ilmiyle.
Ve keza, şüphesiz her fertte son derece hüsn-ü sanatla beraber -nevin yayılması hasebiyle- nihayet vüsat-i tasarruf, kudretiyle ve ilmiyle her şeyin yanında olduğu hâlde (zatıyla) hiçbir şeyin yanında olmayan zata mahsustur.
İzah: Cenab-ı Hak sadece bahçemizdeki ağacı yaratmıyor; o ağacın yeryüzüne dağılmış yüz binlerce ferdini aynı anda yaratıyor.
Hem sadece bahçemizdeki gülü halk etmiyor; yeryüzünü bir bahçe yapıp, aynı anda o gülün milyonlarca ferdini halk ediyor.
Yine sadece bahçemizdeki kuşu icat etmiyor; o nevin yeryüzüne yayılmış milyonlarca ferdini aynı anda icat ediyor.
Hem sadece bizim sahilimizdeki balığı yaratmıyor; o balığın milyonlar ferdini farklı denizlerde aynı anda yaratıyor.
Her nevin milyonlar, milyarlar ferdi var. Bu fertler de yeryüzüne dağılmış. Hepsi aynı anda, aynı tarzda, aynı sanatla yaratılıyor. Aynı boyayla boyanıp, aynı cihazlarla teçhiz ediliyor.
Yeryüzüne dağılmış olan nevlerin pek geniş bir tasarrufla -yani yeryüzü büyüklüğünde ve yeryüzünü kuşatan bir tasarrufla- aynı hüsn-ü sanatla yaratılmaları; sânileri olan zatın, ilim ve kudretiyle her şeyin yanında olduğuna, zatıyla ise hiçbir şeyin yanında olmadığına delildir. Böyle bir faaliyet ancak O’na mahsustur ve O’ndan başkası bu sikkenin sahibi olamaz.
Bu delilin tefekkürünü şöyle yapalım:
1. Önce etrafımızdaki zihayata bakalım ve onlardaki hüsn-ü sanatı tefekkür edelim.
2. Sonra sanatını tefekkür ettiğimiz zihayatın milyonlar ferdinin yeryüzüne dağıldığını ve her yerde olduğunu düşünelim.
3. Sonra hepsinde aynı hüsn-ü sanatın bulunduğunu; hiçbirinde eksiklik, kusur ve noksanlık olmadığını tefekkür edelim.
4. Şu soruyu kendimize soralım: Bir nevin yeryüzüne dağılmış fertlerini aynı anda, aynı tarzda ve aynı hüsn-ü sanatla yaratabilmek için sâniinde hangi sıfatların olması lazım?
5. Cevaben diyelim ki: Pek çok sıfatla birlikte, kudretiyle ve ilmiyle her şeyin yanında olmalı, zatıyla ise hiçbir şeyin yanında olmamalı. Böyle bir tasarruf ancak böyle bir zata mahsustur; O’ndan başkası yapamaz.
Allah’ın mekândan münezzeh olup hiçbir mekânda olmamasını akıl kavramaktan âciz kalabilir. Bu hakikati akla şöyle yaklaştırabiliriz:
Size sorsam:
— Allah ezelî midir?
Elbette cevap olarak dersiniz ki:
— Evet, Allah ezelîdir. Yani sonradan var olmamış, başkası tarafından yaratılmamış, bizatihi kaimdir.
Şimdi şöyle sorsam:
— Peki, madde ezelî midir?
Buna da cevap olarak dersiniz ki:
— Hayır, madde ezelî değildir. Madde Allah tarafından yaratılmış ve sonradan var olmuştur.
Şimdi en önemli soruyu soruyorum:
— Allah ezelî, madde ise ezelî olmadığına göre, Allah ezelde neredeydi?
Cevabınız ne olacak? Ya diyeceksiniz ki:
— Allah mekândan münezzehtir. Zatıyla hiçbir mekânda olmadığı hâlde isim ve sıfatlarıyla her yerdedir.
Ya böyle diyecek ve Allah’ın mekândan münezzeh olduğunu kabul edeceksiniz. Ya da Allah’a bir mekân isnat edeceksiniz. Ancak bunu yaptığınızda, o mekânın da ezelî olduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız. Çünkü ezelî olan bir zat sonradan var olan bir mekânla kaim olamaz. Ezelî zat ya mekândan münezzeh olmalı ya da mekân ve madde ezelî olmalı. Bunun başka bir yolu yok.
Allah’ın mekândan münezzeh olmasıyla ilgili “Arş’a İstiva” isimli bir eseri -Allah’ın inayetiyle- kaleme aldım. Bu konuyu daha detaylı öğrenmek isteyenler sitemizden bu eserin PDF’ine ulaşabilir.
Yazar: Sinan Yılmaz