a
Ana SayfaLâsiyyemat106. Bu tasarrufattan anlaşılıyor ve şu şuunattan neticeye varılıyor ki…

106. Bu tasarrufattan anlaşılıyor ve şu şuunattan neticeye varılıyor ki…

Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

فيُفهَم من هذه التصرفات  bu tasarrufattan anlaşılıyor  ويُتحدَّس من هاتيك الشؤونات  ve şu şuunattan neticeye varılıyor  أن ما يشاهَد  müşahede edilen şeyler  من هذه الاجتماعات والافتراقات  bu toplanmalar ve ayrılmalar  ليست مقصودةً لذاتها  bizatihi maksud değildir  لعدم المناسبة  adem-i münasebetinden (münasebeti olmadığından) dolayı  بين تلك الاحتفالات المهمة  bu önemli törenler arasında  وبين الثمرات الجزئية الفانية في زمان قصير  ve kısa bir zamandaki cüzi ve fâni meyveler arasında.

Bu tasarrufattan anlaşılıyor ve şu şuunattan neticeye varılıyor ki müşahede edilen bu toplanmalar ve ayrılmalar bizatihi maksud değildir. Çünkü bu önemli törenler ile kısa bir zamandaki cüzi ve fâni meyveleri arasında bir münasebet yoktur.

بل إنما هي  bilakis o (toplanmalar ve ayrılmalar) ancak  تمثيل وتقليد  bir temsildir ve taklittir  لتُؤخَذَ صوَرُها  suretleri alınsın diye  وتُركَّبَ وتُحفَظ نتائجُها  ve neticeleri terkib edilsin ve muhafaza edilsin diye  وتُكتب  ve yazılsın diye  لتدورَ المعاملةُ في المجمع الأكبر عليها  bir mecma-i ekberde (mahşerde) onun üzerine bir muamele dönmesi için  وتدومَ المشاهدةُ  ve müşahede devam etsin diye  في المحضر الأشهر بها  onunla en meşhur hazır olma yerinde (mahşerde)  فتُثمرَ هذه الفانياتُ  ve bu fâniyat meyve versin diye  صورا دائمة  daimî suretleri  وأثمارا باقية  ve baki semereleri  ومعانيَ أبدية  ve ebedî manaları  وتسبيحات ثابتة  ve sabit tesbihleri.

Bilakis bu toplanmalar ve ayrılmalar ancak bir temsildir ve taklittir. Ta suretleri alınsın, neticeleri terkib ve muhafaza edilsin, bir mecma-i ekberde onun üzerine bir muamele dönmesi için yazılsın, en meşhur hazır olma yerinde onunla müşahede devam etsin ve bu fâniyat daimî suretleri, baki semereleri, ebedî manaları ve sabit tesbihleri meyve versin.

Ya da şöyle çevirebiliriz: Bilakis bu toplanmalar ve ayrılmalar; suretlerinin alınması, neticelerinin terkib ve muhafaza edilmesi, bir mecma-i ekberde onun üzerine bir muamele dönmesi için yazılması, en meşhur hazır olma yerinde onunla müşahedenin devam etmesi ve bu fâniyatın, daimî suretleri, baki meyveleri, ebedî manaları ve sabit tesbihleri meyve vermesi için ancak bir temsil ve taklittir.

İzah: Bu manaları daha önce mütalaa etmiştik. Makam münasebetiyle aynı mütalaayı tekrar edelim:

Mesela kışın ölen mahlukat baharda tekrar ihya ve icat ediliyor. Üstadımızın ifadelerinden anladık ki bu hâlin kendisi bizzat maksud değilmiş. Bu hâl bir numuneymiş ve öldükten sonra dirilmenin bir misaliymiş.

Yine bulutları görüyoruz… Birden toplanıyorlar, sonra dağılıyorlar ve daha sonra tekrar toplanıyorlar. Bu hâl de bizzat maksud değilmiş; bir numune ve misalmiş. Toplanmaları şu imtihan yurdundaki toplanmamıza; dağılmaları ölüm ile bu yurdu terk etmemize; tekrar toplanmaları da kabirlerden çıkıp mahşer meydanında toplanmamıza bir numune ve misalmiş.

Evet, Allahu Teâlâ bu gibi numunelerle ahiretin meydan-ı ekberinde vukua gelecek hâlleri bizlere gösteriyor. O mahşer-i azimde yapılacak muameleler bu küçük numunelerde olduğu gibi cereyan edecek.

Demek, ölü bir ağacın diriltilmesi; kış uykusuna yatan bir hayvanın yazın uyandırılması; varlıkların bir araya getirilip toplanması, sonra dağıtılması ve sonra tekrar bir araya getirilmesi ve bunlar gibi onlarca icraat, hepsi bir taklit ve bir temsilmiş ki ahiretin meydan-ı ekberinde vukua gelecek hâlleri gösterirmiş. Tabii görmesini bilene…

Yine şu âlemdeki nimetler cennet nimetlerinin numuneleri ve azaplar cehennem azaplarının misalleriymiş. Şu dünyadaki güzel yerler cennet manzaralarının emsali ve sıkıntılı yerler de cehennem tabakalarının örnekleriymiş. Ve hakeza…

Üstadımız dedi ki: Ta bu fâniyat daimî suretleri ve baki semereleri meyve versin.

Bu baki semerelerin bir tanesi, ehl-i cennete ebedî manzaralar olmasıdır. Nasıl ki filmlerde geçmiş zamanı seyredebiliyoruz; aynen bunun gibi, ehl-i cennet de manevi sinemalarda dünyanın her anını seyredebilecek.

Şunu bir düşünün:

– Kâinatın yaratılışını seyrediyorsunuz. Hem de filmini değil, gerçeğini. Belki de bu sinema üç boyutlu, içine girip yaşıyorsunuz.

– Hz. Musa’nın denizi geçişini seyrediyorsunuz.

– Ashab-ı Kehf’i -zalim sultana karşı hakkı haykırırken ve mağarada uyurken- görüyorsunuz.

– Hz. İbrahim’i ateşe atılırken seyrediyorsunuz.

– Bedir’i, Uhud’u seyrediyor; Peygamberimiz (a.s.m.)’ın hicretinde onunla beraber adım atıyorsunuz…

Yani âlemin neresini, hangi zaman diliminde görmek istiyorsanız, o kaseti takıyor, içine girip izliyorsunuz. Tabii biz nakıs fikrimizle ahiretin sinemasını bu kadar hayal edebiliyoruz. Acaba o sinema nasıl bir sinemadır ve izlerken nasıl bir keyif alınır, bunu ancak cennete girersek anlarız!

Üstad Hazretleri bu lâsiyyemayı şöyle tamamlıyor:

فما هذه الدنيا  bu dünya değildir  إلّا مزرعةٌ  ancak bir mezradır (tarladır)  والبيدرُ الحشرُ  ve harman yeri haşirdir  والمخزنُ الجنةُ والنار  mahzen de cennet ve ateştir (cehennemdir). 

Bu dünya ancak bir mezradır. Harman yeri haşirdir. Mahzen de cennet ve cehennemdir. 

İzah: Cenab-ı Mevla bizleri cennet mahzeninde toplasın; cehennem mahzeninin çer çöpü olmaktan muhafaza eylesin. Âmin.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin