42. Nihayetsiz bir güzellik; onu seven sevgili bir kulun ve insanlara onu sevdirecek bir resulün…
Lâsiyyemat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ولا يمكن ve mümkün olmaz حُسنٌ bir güzellik لا نهاية له kendisi için bir nihayet yoktur بلا طلبٍ ذي الحُسن bir güzellik sahibini istemeksizin ومُحبتِه لمشاهدة محاسن جماله ve cemalinin güzelliklerini müşahede etmek için onun muhabbeti olmaksızın ولطائف حسنه في مرآة ve bir aynada güzelliğinin latifeleri olmaksızın وبلا إرادته لإشهاد أنظار المستحسنين عليه ve onu beğenenlerin nazarlarını şahit tutmak için bir iradesi olmaksızın وإراءته لهم ve onlara onu (güzelliği) göstermeksizin بواسطة عبدٍ حبيب يتحبب إليه onu seven sevgili bir kulun vasıtasıyla ورسولٍ يُحبِّبه إلى الناس ve insanlara onu sevdirecek bir resulün vasıtasıyla أي هو yani o بعبوديته ubudiyetiyle مرآةٌ لشهودِ ذي الجمال جمالَ ربوبيته bir cemal sahibinin cemal-i rububiyetinin şuhudu (yani o cemal-i rububiyeti görmek) için bir aynadır وبرسالته مدارُ إشهاده risaletiyle de onun işhadının (o cemal-i rububiyetin şahitliğinin) bir sebebidir.
Nihayetsiz bir güzellik; onu seven sevgili bir kulun ve insanlara onu sevdirecek bir resulün vasıtasıyla; (bu güzelliğe ayna olacak ve zîşuura bu güzelliği gösterecek) bir güzellik sahibini istemeksizin, cemalinin güzelliklerini müşahede etmek için ona karşı bir muhabbeti olmaksızın, bir aynada güzelliğinin latifeleri bulunmaksızın; onu beğenenlerin nazarlarını şahit tutmak için iradesi olmaksızın (yani o hüsnü beğenenlerin nazarlarını o güzelliğe şahit tutmayı istemeksizin) ve onlara onu (o güzelliği) göstermeksizin mümkün olmaz. Yani o kul ubudiyetiyle, bir cemal sahibinin cemal-i rububiyetinin şuhudu için (o güzelliği görmek) için bir aynadır. Risaletiyle de onun işhadının (o cemal-i rububiyetin şahitliğinin) bir sebebidir.
Şöyle de tercüme edebiliriz: Nihayetsiz bir güzellik; (bu güzelliğe ayna olacak ve zîşuura bu güzelliği gösterecek) bir güzellik sahibini istemeksizin, cemalinin güzelliklerini müşahede etmek için ona karşı bir muhabbeti olmaksızın ve bir aynada güzelliğinin latifeleri bulunmaksızın mümkün olmaz. Yine nihayetsiz bir güzellik; onu beğenenlerin nazarlarını şahit tutmak için iradesi olmaksızın (yani o hüsnü beğenenlerin nazarlarını o güzelliğe şahit tutmayı istemeksizin) ve onlara onu (o güzelliği) göstermeksizin mümkün olmaz. (Bunlar da) onu seven sevgili bir kulun ve insanlara onu sevdirecek bir resulün vasıtasıyla (olur). Yani o kul ubudiyetiyle, bir cemal sahibinin cemal-i rububiyetinin şuhudu için (yani o güzelliği görmek) için bir aynadır. Risaletiyle de onun işhadının (o cemal-i rububiyetin şahitliğinin) bir sebebidir.
İzah: Şu noktaya dikkat çekmek istiyorum:
Bizler bu tercüme ve şerhleri, orta seviye Arapça bilenler ve tek başına bu eseri okuyamaya gücü yetmeyenler için yapıyoruz. Bu sebeple de tercümede metne bağlı kalmaya gayret ediyor ve her kelimeyi tercümeye sokmaya çalışıyoruz. Bu da uzun cümlelerde -bu cümlede olduğu gibi- bazen anlamayı güçleştiriyor ve Türkçeye çok uygun olmayan bir tercüme ortaya çıkıyor. Mezkûr cümleyi kelimelere bağlı kalmadan manayı esas alarak tercüme etseydik şöyle tercüme edebilirdik:
“Nihayetsiz bir güzellik (bu güzelliğe ayna olacak ve zîşuura bu güzelliği gösterecek) bir güzellik sahibini ister. Cemalinin güzelliklerini müşahede etmek için ona karşı bir muhabbet besler. Bir aynada güzelliğinin latifelerinin bulunmasını arzu eder. O güzelliği beğenenlerin nazarlarını o güzelliğe şahit tutmayı ve o güzelliği onlara göstermeyi murad eder. Bütün bunlar da onu seven sevgili bir kulun ve insanlara onu sevdirecek bir resulün vasıtasıyla olur. Yani o kul ubudiyetiyle, bir cemal sahibinin cemal-i rububiyetini görmek için bir aynadır. Risaletiyle de o cemal-i rububiyete şahit ve muarriftir.”
Kelimelere bağlı kalmaya çalışmaz ve manayı esas alırsak böyle çevirebiliriz. Bundan da şu anlaşılsın ki: Yaptığımız tercümelerdeki -bazen karşınıza çıkan- cümle düşüklükleri ve Türkçeye uygun olmayan çeviriler metne bağlı kalmaya çalışmamızdan dolayı olup Türkçeyi bilmediğimizden değildir.
Şimdi, cümlenin kısa bir mütalaasını yapalım:
Bir hüsnün gözükmesi üç şarta bağlıdır:
1. Hüsün sahibinin gözükmek istemesi.
2. Güzelliğini gösteren bir ayine bulunması.
3. Güzelliğini tarif edecek bir zatın olması.
Şimdi, bu şartları Allahu Teâlâ hakkında düşünelim:
1. Allahu Teâlâ güzelliğini göstermek istiyor. Zaten kâinatın yaratılmasının bir sebebi de Allah’ın bu muradıdır.
2. Allah’ın güzelliğinin aynaları mevcuttur. Şu âlemdeki her varlık bir ayna hükmünde olup, o cemalin tecellisine -bir nebze- mazhardır.
3. Geriye, bu güzelliği gösterecek zat kaldı. Bu zat evvela kendisi bu güzelliğe ayna olmalı; sonra nazar-ı dikkatleri kendindeki ve diğer aynalardaki güzelliklere celbetmeli ve bu güzelliklerin Allah’a ait olduğunu, belki O’nun güzelliğinin milyonlarca perdelerden geçmiş zayıf gölgeleri olduğunu anlatmalı.
Bu vazifeyi yapacak zat da ancak bir resul olabilir. O resul ubudiyetiyle -yani Allah’ın isim ve sıfatlarına mazhar olması ve bu isim ve sıfatlarla ahlaklanması cihetiyle- Allah’ın hüsnüne ayna olur; risaleti cihetiyle de bu hüsnü halka izhar ve ilan eder.
Şimdi, bu delili daha geniş bir kadrajla tefekkür edelim:
Allahu Teâlâ nihayetsiz güzelliğin sahibidir. Hem zatı güzeldir hem de isim ve sıfatlarının tecellisi güzeldir.
“Her cemal sahibi kendi cemalini göstermek ister.” sırrınca, nihayetsiz cemalin sahibi olan Allahu Teâlâ da kendi hüsün ve cemalini göstermek istemiş; bu sırdan dolayı şu kâinatı yaratmış ve her varlığı cemalinin bir aynası yapmıştır. Varlıkların böyle güzel bir surette yaratılması, nakış nakış dokunması, farklı renklere boyanması, görenlere “Mâşaallah, Tebârekâllah, Sübhanallah” dedirtecek kadar güzel olması, hep Allah’ın cemalini göstermek istemesi sebebiyledir.
Lakin insanın fikri kısadır, nazarı kâsırdır, muhakemesi eksiktir ve düşüncesi dardır. Şu eşyadaki güzelliğe bakıp, Cemil-i Zülcemal’in güzelliğine ulaşamaz ve O’nun güzelliğini takdir edemez. Bırakın ulaşmayı ve takdir etmeyi, zahirde bir çirkinlik görse, hikmetini bilmediğinden dolayı o güzelliği inkâr eder. Bu inkârıyla da öyle bir cinayet işler ki cinayetinin büyüklüğünden Arş-ı Azam titrer.
— Peki, bu durumda ne olmalı?
Şu olmalı: Bir resul gelmeli, o İlahî hüsne evvela bizzat kendisi ayna olmalı; sonra zahirî çirkinliklerin sebebini anlatmalı ve halkın nazarını kendindeki ve aynalardaki güzelliğe celbetmeli. Bu güzellikten de güzelliğin hakiki sahibi olan Allah’ı tarif etmeli; gönül ve nazarları o Cemil-i Baki’ye tevcih etmeli…
Eğer bu olmazsa, varlıkların bu kadar güzel yaratılmasının hikmeti kaybolur. Allah’ın, güzelliğini gösterme muradı tahakkuk etmez. Her şey abesiyete ve israfa döner. Allah ise abes iş yapmaktan ve israftan son derece münezzehtir. Bu münezzehliğin bir neticesi olarak resuller göndermeli ve güzelliğini halka tarif ettirmelidir.
O hâlde bu delili şöylece maddeleyebiliriz:
1. Allahu Teâlâ nihayetsiz bir güzelliğin sahibidir.
2. “Her cemal sahibi kendi cemalini göstermek ister.” sırrınca, Allahu Teâlâ da nihayetsiz cemalini göstermeyi murad etmiştir.
3. Bu muradı sebebiyle âlemi yaratmış ve her varlığı güzelliğinin bir aynası ve tarif edicisi yapmıştır.
4. İnsan ise aynalardaki bu güzelliği görmekten ve bu güzellerin tarifini anlamaktan âcizdir. Her bir ayna sahip olduğu güzelliğin lisan-ı hâliyle insana bir şeyler demekte, insan ise bu sözleri işitememektedir.
5. Bu durumun zaruri bir neticesi olarak resuller gönderilmeli; o resuller evvela kendileri o İlahî güzelliğe ayna olmalı; sonra diğer aynaların lisan-ı hâlleriyle söylediklerini insanlara tercüme etmeli; o aynalardaki güzelliğe dikkatleri çekmeli ve bu güzelliğin hakiki sahibi olan Allahu Teâlâ’ya gönülleri celbetmelidir.
Eğer bu olmazsa, şu göz önündeki güzelliğin hiçbir kıymeti olmaz. Zira bu güzellik zatı için değil, Allah’a olan delaleti sebebiyle yaratılmıştır. Delaleti gösterecek resuller olmazsa güzelliğin kıymeti de olmaz.
Not: Üstad Hazretleri mezkûr cümlede, Allah’ın hüsnüne ayna olmaları cihetiyle sadece resulleri zikretti ve onların, ubudiyetleri cihetiyle Allah’ın hüsnüne ayna olduklarını beyan etti. Bizler mütalaada resullerin ayna olmasıyla birlikte, diğer varlıkların da ayna olmasından bahsettik. Zira Üstadımız başka risalelerde işin bu cihetine de dikkat çekiyor. Biz iki ciheti cemettik. Demek, resuller ubudiyetleri cihetiyle -yani Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olup, o isimlerle ahlaklanmaları cihetiyle- Allah’ın hüsnüne aynadır. Risaletleri cihetiyle de hem kendilerindeki hüsnü hem de eşyadaki hüsnü halka izhar ve ilanla vazifelidir.
Yazar: Sinan Yılmaz