5. İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki her bir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş…
Hubab mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
İ’lem eyyühe’l-aziz! İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki her bir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhamın konmaması lazımdır. (Mesnevi-i Nuriye, Hubab)
(Şükûk: Şüpheler)
Metin açık olmakla birlikte, yine de üzerinde mütalaa ve tefekkür yapmak gerekir. Çünkü hakikatlerin kalbe, ruha, akla ve letaife sirayet etmesi ancak bu şekilde mümkündür. Bu sebeple, metin açık da olsa üzerinde şöyle bir mütalaa yapalım:
İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki… Yani mesela bize bir çekirdek gösterilmiş, biz “Bu çekirdek elma ağacının çekirdeğidir.” derken, bir başkası “Yok, zakkum ağacının çekirdeğidir.” demiş. Elma ağacının çekirdeği olmak nerede, zakkum ağacının çekirdeği olmak nerede? İşte birbirinden gayet uzak bir mesele var…
Aramızdaki bu tartışma, çekirdek ağaca inkılap etmediği sürece devam eder ve kimin doğru kimin yanlış dediği bir türlü ortaya çıkmaz.
Eğer bu çekirdeği alıp toprağa atsak; çekirdek sümbül verse, ağaç olsa, dal budak salsa, böyle bir mesele üzerine şükûk ve evhamın konmaması lazımdır. Zira ağaç bütün meyveleriyle ve asarıyla gözümüz önündedir.
— Dallarında elmalar olan bir ağaca kim “Zakkum ağacıdır.” diyebilir?
— Ya da dallarında zakkum meyveleri olan bir ağaca kim “Elma ağacıdır.” diyebilir?
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Çünkü bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılab etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki bu da muhaldir. (Mesnevi-i Nuriye, Hubab)
(Şek: Şüphe / Hanzele: Zakkum)
Çekirdekten elma ağacı çıktıktan ve ağacın dallarına elmalar asıldıktan sonra biri çıkıp, “Bu çekirdek zakkum çekirdeğidir.” dese, ağacın bütün meyveleri onu tekzip eder ve şöyle der:
— Eğer bu çekirdek zakkum çekirdeği ise bizler neyiz? Hiç zakkum çekirdeğinden elma ağacı çıkar ve dallarına elmalar dizilir mi? Bir bak, biz zakkum meyvesine benziyor muyuz? Bizim elma olmamız ispat eder ki çekirdeğimiz zakkum değil, elma ağacının çekirdeğidir.
İşte elmalar böyle der ve çekirdeğe “zakkum” diyeni tekzip eder. Dolayısıyla elma ağacına inkılab etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek kişiye müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki bu da muhaldir.
Üstadımız bu misali şu hakikate bağlıyor:
Binaenaleyh nübüvvet öyle bir çekirdektir ki İslamiyet şeceresi bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır. Kur’an dahi seyyar yıldızları ismar eden şems gibi İslamiyet’in on bir rüknünü intaç etmiştir.
Acaba bu cihan-baha semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şüphe ve tereddüt yeri kalır mı? Hâşâ! (Mesnevi-i Nuriye, Hubab)
(İsmar: Meyve vermek / Cihan-baha: Dünya kadar kıymetli)
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir şecere-i nuraniyedir. Bu şecere-i nuraniyenin damar ve kökleri, enbiyanın esasat-ı semaviyesidir. Dal ve budakları, evliyanın maarif-i ilhamiyesidir.
Yani Peygamberimiz (a.s.m.)’a nurani bir ağaç gözüyle bakarsak, enbiyanın esasat-ı semaviyesi bu ağacın kök ve damarları olur. Enbiyanın esasat-ı semaviyesinden maksat, peygamberlerin tebliğ ettiği iman hakikatleridir. Peygamberlerin şeriatında değişen tek şey amelî hükümlerdir. Her asrın ihtiyacı farklı olduğundan amelî hükümler o ihtiyacı karşılayacak şekilde değişmiştir. Lakin imani ve itikadi hükümler bütün peygamberlerde aynıdır. İşte bu itikadi hükümler esasat-ı semaviyedir yani semavi dinlerin asıl hükümleridir.
Bu hükümlerin hepsi Efendimiz (a.s.m.) tarafından da tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla, enbiyanın esasat-ı semaviyesi olan iman hakikatleri şecere-i Muhammediye (a.s.m.)’ın kök ve damarları hükmündedir.
Bundan da şu hakikat ortaya çıkar:
– Diğer peygamberleri inkâr edemeyen, Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ı da inkâr edemez.
– Hazreti İsa’yı kabul eden, Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ı da kabul etmek zorundadır.
– Hazreti Musa’ya iman eden, Hazreti Muhammed (a.s.m.)’a da iman etmek zorundadır.
Çünkü tebliğ ettikleri hakikatler aynıdır.
Peygamberimiz (a.s.m.)’a nurani bir ağaç gözüyle baktığımızda, enbiyanın esasat-ı semaviyesi bu ağacın kök ve damarları oluyor. Dal ve budakları ise evliyanın maarif-i ilhamiyesidir. Evliyanın maarif-i ilhamiyesi, evliyaya ilham yoluyla öğretilen ilimlerdir.
Mesela Üstad Hazretlerini düşünelim:
Şu kâinatı bir kitap gibi okumuş, âlem sinemasında Allah’ın isim ve sıfatlarını seyretmiş; cevabı verilmeyen suallere cevap vermiş.
— Peki, Üstad Hazretleri bu dersi kimden almış ve ona bu ilmi kim talim etmiş?
Üstad Hazretleri bu ilmi, meyvesi olduğu ağacın dalından alıyor. Evet, hakikatte ağaç da meyve de Allah’ındır. Lakin meyve ağaçtan beslenir, hikmet-i İlahiye böyle hükmeder.
Üstad Hazretleri gibi bütün âlimler, müçtehidler, müfessirler, muhaddisler ve muhakkikler bu ağacın meyveleri olup, bu nurani ağaçtan beslenmişler ve sahip oldukları ilme bu ağacın hakikatiyle ulaşmışlar.
Yine bütün evliyalar; Şah-ı Geylâniler, Şah-ı Nakşibendiler, Mevlanalar, Yunuslar ve bütün evliya bu ağaçtan beslenmiş, sahip oldukları ilim ve marifetullah bilgisini bu ağaçtan almış.
Bundan da şu hakikat ortaya çıkar:
Evliyayı, asfiyayı ve onların ilham ile tahsil ettikleri ilimleri inkâr edemeyen, onların şecere-i nuraniyesi olan Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ı inkâr edemez. Çünkü onlar bu ağacın meyvesidir ve sahip oldukları bütün ilimlere, keşif ve kerametlere bu zatın dersi ve terbiyesiyle ulaşmışlardır.
Meseleye şöyle de bakabiliriz:
Bir ağacın hayattar olup olmadığı meselesinde tartışılsa, ağacın hayattar kök ve damarları ve dallarında asılı duran meyveleri lisan-ı hâlleriyle ağacın hayattar olduğuna şahadet ederler. Kökü canlı ve dallarında meyveler olan bir ağaca bütün dünya ölü dese bizi inandıramaz.
— Zira ağaç ölüyse bu kökteki hayat ne?
— Dallarındaki meyveler ne?
— Ağaca ölü diyen, kökteki hayatı ve daldaki meyveleri neyle izah edecek?
Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.) da nurani bir ağaçtır. Kökü enbiyanın esasat-ı semaviyesidir. Dal ve budakları, evliya ve asfiyaya ilham yoluyla öğretilen ilimlerdir. Dolayısıyla, bütün peygamberler mucizeleriyle Efendimiz (a.s.m.)’ın hakkaniyetine şehadet ederler. Çünkü Efendimiz (a.s.m.) aynı onların söylediği sözü söylemiş ve onların davasını tebliğ etmiştir.
Yine bütün asfiya ve evliya, ilim ve kerametleriyle kendi makbuliyetlerini ispat ettikleri gibi, Üstatları olan Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ın da makbuliyetini ispat ederler. Çünkü onlar keramete, keşfe ve hakikate bu zatın dersi ve talimiyle ulaşmışlar; o şecere-i mübarekenin dalından beslenmişler ve tahsil ettikleri ilhami ilimleri o vasıtayla öğrenmişler.
Netice: Peygamberleri inkâr edemeyen, asfiya ve evliyayı reddedemeyen, Hazreti Muhammed (a.s.m.)’ı inkâr edemez ve reddedemez.
Metinde şu cümle geçiyordu: Kur’an dahi seyyar yıldızları ismar eden şems gibi İslamiyet’in on bir rüknünü intaç etmiştir.
Buradaki “on bir rükün” ifadesiyle imanın ve İslam’ın şartları kastedilmiştir. İmanın 6, İslam’ın 5 şartı vardır ki toplamda 11 ederler.
Üstte Peygamberimiz (a.s.m.) hakkında yaptığımız mütalaa Kur’an için de geçerlidir. Kur’an da içindeki bütün hak ve hakikat ilimlerin şehadetiyle Allah’ın kelamıdır. İçindeki her bir ilmi ve verdiği her bir haberi bir meyveye benzetsek, Kur’an bu meyvelerin şecere-i mübarekesi olur. Dallarında bu kadar meyveler olan Kur’an’a -haşa- “beşer kelamı” demek, elma ağacına “zakkum ağacı” demeye benzer. Bu durumda, Kur’an’ın bütün hak ilimleri ve hakikat haberleri bu kişiyi tekzip eder.
Şimdi, mütalaasını yaptığımız metni bir daha okuyalım. Sizler de okurken manayı iyice kalbe ve latifelere yedirmeye çalışın. Yani gözünüzle değil, kalbinizle okuyun.
İ’lem eyyühe’l-aziz! İki tarafı birbirinden gayet uzak bir mesele var ki her bir tarafı bir çekirdek gibi sümbül vermiş, ağaç olmuş, dal budak salmış. Böyle bir mesele üzerine, şükûk ve evhamın konmaması lazımdır.
Çünkü bir çekirdek diğer bir çekirdekle, çekirdek olarak toprak altında kaldıkları müddetçe iltibas edilebilir. Amma ağaç olduktan, meyve verdikten sonra şek edersen bütün meyveler senin aleyhinde şehadet ederler. Eğer bu başka bir çekirdektir diye tevehhüm etsen o ağacın bütün meyveleri seni tekzip ederler. Elma ağacına inkılab etmiş bir çekirdeği, hanzale ağacının çekirdeği farz etmek sana müyesser olmaz. Ancak tevehhümle veya bütün elmaların hanzaleye tebdil edilmiş olmasıyla mümkündür ki bu da muhaldir.
Binaenaleyh nübüvvet öyle bir çekirdektir ki İslamiyet şeceresi bütün semeratıyla, çiçekleriyle o çekirdekten çıkmıştır. Kur’an dahi seyyar yıldızları ismar eden şems gibi İslamiyet’in on bir rüknünü intaç etmiştir.
Acaba bu cihan-baha semerelere bakıp gördükten sonra, çekirdeğinde şüphe ve tereddüt yeri kalır mı? Hâşâ! (Mesnevi-i Nuriye, Hubab)
Yazar: Sinan Yılmaz