6. Gözünü aç ve bak! Şüphesiz bu memleketten bize ilk görünen şey…
Dördüncü Reşhanın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
فافتح aç عينَك gözünü وانظر ve bak!
Gözünü aç ve bak!
فإنّ أول ما يتظاهر şüphesiz ilk görünen şey لنا bize من هذه المملكةِ bu memleketten…
Şüphesiz bu memleketten bize ilk görünen şey:
شخصٌ خارق harika bir şahıs له حسنُ صورةٍ onun hüsn-ü sureti vardır فائقةٍ fevkalade في حُسنِ سِيرةٍ bir hüsn-ü sîret içinde رائقةٍ tertemiz…
Tertemiz bir hüsn-ü sîret içinde fevkalade hüsn-ü sureti olan harika bir şahıs…
İzah: Hüsn-ü suret “güzel yüz” demektir. Efendimiz (a.s.m.) fevkalade güzel bir yüze sahipti. Hazreti Aişe Validemiz bu konuda şöyle der:
— Yusuf’u gördüklerinde, “Bu bir melektir.” diyen kadınlar benim Efendimi görselerdi hançerlerini kalplerine saplardı. (Şerhu’z-Zerkani ala’l-Mevahibi’l-Ledünniye, IV, 390)
Hazreti Aişe’nin bu şehadetiyle, Efendimiz (a.s.m.) güzeller güzeli Hazreti Yusuf’tan daha güzeldi.
Hüsn-ü sîret ise “güzel ahlak” demektir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) güzel ahlakın her nevine zirve derecede sahipti. Efendimizin bu güzel ahlakını Üçüncü Reşhada mütalaa etmiştik. Bu cümlenin izahını mezkûr mütalaaya havale ediyoruz.
فها هو işte o آخذُ بيده eline almış كتابًا معجزًا كريمًا mucize ve kerim bir kitabı وبلسانه ve lisanına خطابًا موجزًا حكيمًا mûciz ve hakîm bir hitabı…
İşte o, mucize ve kerim bir kitabı eline ve mûciz ve hakîm bir hitabı lisanına almış…
يُبلِّغ tebliğ ediyor خُطبةً أزليّة ezelî bir hutbeyi…
Ezelî bir hutbeyi tebliğ ediyor…
ويتلوها ve onu okuyor على جميع بني آدم bütün benî Âdem’e بل على جميع الجن والانس belki bütün cin ve
inse بل على جميع الموجودات hatta bütün mevcudata.
Ve onu bütün benî Âdem’e, belki bütün cin ve inse hatta bütün mevcudata okuyor.
İzah: Üstad Hazretleri Kur’an için “hutbe-i ezeliye” dedi. Bu ifade itikadi bir tartışmaya noktayı koymak içindir. Bu itikadi mesele şudur:
Ehl-i sünnet itikadına göre, Kur’an Allah’ın ezelî kelamıdır ve mahluk değildir. Mutezile ise Kur’an’ın mahluk olduğunu söylemektedir. Üstadımız Kur’an hakkında “hutbe-i ezeliye” diyerek Kur’an’ın mahluk olmadığını, Allah’ın ezelî kelamı olduğunu söylüyor ve Mutezile’ye reddiye yapıyor. Bu konu çok uzundur, kapısını açsak ders çok uzar. Bu sebeple, bu meselenin tahkikini başka bir derse bırakalım.
Metinde şu ifade geçti: Hatta bütün mevcudata okuyor.
— Bu hutbe-i ezeliyeyi cinne ve inse okumasının manası açık; bunu anladık. Peki, bütün mevcudata okumasının manası nedir?
El-cevap: Mevcudat içinde cinler ve insanlardan başka melekler ve ruhaniler de vardır. Onlar Kur’an’ı dinler ve Kur’an ile telezzüz ederler.
Yine bu ifadeye bir nebze cemadat da dâhildir. Çünkü Efendimiz (a.s.m.)’ın okuduğu hutbe-i ezeliyede bütün mevcudattan bahsediliyor. Mevcudat, kendisinden nasıl bahsedilmiş diye sanki bu hutbe-i ezeliyeye kulak veriyor. Hem mevcudatın kemal-i kıymeti ancak bu hutbe-i ezeliyenin dersiyle ve talimiyle tebarüz ediyor. Bu cihetle sanki mevcudat bu kitaba kulak veriyor ve kıymetlerinin anlaşılması heyecanıyla bu kitabı dinliyor.
فيا لَلعجبِ
Ne acayip!
ما يقول
O ne diyor?
نعم evet يقول عن أمرٍ جسيم büyük bir işten konuşuyor ويبحث عن نبأٍ عظيم ve büyük bir haberden bahsediyor.
Evet, büyük bir işten konuşuyor ve büyük bir haberden bahsediyor.
İzah: Peygamberimiz (a.s.m.)’ın bahsettiği büyük haber, kıyamet ve sonrasıdır. Şimdi dilerseniz, Kur’an’ın lisanıyla verdiği haberleri bir nebze dinleyelim. Sonra da şu soruyu soralım:
— Bir beşerin bu ahvali kendi başına keşfetmesi ve böyle acip anlatması mümkün müdür?
Söz şimdi Kur’an’ın. Kur’an o pek büyük işi şöyle anlatmış:
إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ Kıyamet koptuğu zaman لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. خَافِضَةٌ رَافِعَةٌ (O, kimini) alçaltır, (kimini de) yükseltir. إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجًّا Yer şiddetle sarsıldığında وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسًّا ve dağlar darmadağın olup ufalandığında فَكَانَتْ هَبَاء مُنبَثًّا derken (hepsi) dağılmış, toz duman hâline gelmiştir. (Vakıa 1-6)
Tekvir suresinde de şöyle anlatılır:
إِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ Güneş katlanıp dürüldüğünde… وَإِذَا النُّجُومُ انْكَدَرَتْ yıldızlar döküldüğünde… وَإِذَا الْجِبَالُ سُيِّرَتْ dağlar yürütüldüğünde… وَإِذَا الْعِشَارُ عُطِّلَتْ kıyılmaz mallar bırakıldığında… وَإِذَا الْوُحُوشُ حُشِرَتْ vahşi hayvanlar bir araya toplandığında… وَإِذَا الْبِحَارُ سُجِّرَتْ denizler kaynatıldığında… (Tekvir 1-6)
Mearic suresinde şöyle anlatılır:
يَوْمَ تَكُونُ السَّمَاءُ كَالْمُهْلِ O gün gök, erimiş bir maden gibi olur. وَتَكُونُ الْجِبَالُ كَالْعِهْنِ Dağlar da atılmış yün gibi olur. وَلاَ يَسْأَلُ حَمِيمٌ حَمِيمًا Dost dostun hâlini sormaz. (Mearic 8-10)
Hac suresinde şöyle anlatılır:
يَا أَيُّهَا النَّاسُ Ey İnsanlar! اتَّقُوا رَبَّكُمْ Rabbinizden korkun! إِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَيْءٌ عَظِيمٌ Şüphesiz kıyamet gününün sarsıntısı çok büyük bir şeydir. يَوْمَ تَرَوْنَهَا Onu göreceğiniz gün تَذْهَلُ كُلُّ مُرْضِعَةٍ عَمَّا أَرْضَعَتْ her emzikli kadın emzirdiğini unutur وَتَضَعُ كُلُّ ذَاتِ حَمْلٍ حَمْلَهَا ve her hamile kadın çocuğunu düşürür. وَتَرَى النَّاسَ سُكَارَى İnsanları sarhoş görürsün وَمَا هُم بِسُكَارَى hâlbuki sarhoş değildirler وَلَكِنَّ عَذَابَ اللَّهِ شَدِيدٌ lakin Allah’ın azabı çok şiddetlidir. (Hac 1-2)
İnfitar suresinde şöyle anlatılır:
إِذَا السَّمَاء انْفَطَرَتْ Gök yarıldığında… وَإِذَا الْكَوَاكِبُ انْتَثَرَتْ yıldızlar döküldüğünde… وَإِذَا الْبِحَارُ فُجِّرَتْ denizler fışkırtıldığında… وَإِذَا الْقُبُورُ بُعْثِرَتْ kabirler alt-üst edildiğinde… عَلِمَتْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ وَأَخَّرَتْ herkes ne yaptığını ve ne yapmadığını bilecek. (İnfitar 1-5)
Bunlar gibi, Kur’an onlarca ayetiyle kıyameti anlatıyor ve Peygamberimiz (a.s.m.) Kur’an’ın bu ayetleriyle bu pek büyük işi haber veriyor. Şimdi sorumuz şu:
— Okurken bizi dehşete düşüren bu beyanların bir beşere ait olması mümkün müdür?
Bir de önceki derste işlediğimiz şu noktayı unutmayalım:
Bu zamandan o zamana bakmak değil, o zamana hayalen gidip bu sözleri o zamanda dinlemeliyiz.
— 14 asır önce yaşamış bir beşer kendi fehmiyle kıyametin ahvalini keşfedip böyle tasvir edebilir mi?
Sadece kıyamet de değil; ölümden sonra kabirlerden çıkış, mahşer meydanına gidiş; terazilerin kurulup amel defterlerinin dağıtılması, cennet ve cehennemin ahvali ve daha bunlar gibi onlarca hadiseyi bir beşer kendisi uydurabilir mi? Ve bu hadiseleri tüyleri ürpertecek ve kalbi dehşete düşürecek bir tarzda anlatabilir mi?
Peygamberimizin haber vermiş olduğu bu pek büyük hadiseler onun risaletine delildir. Çünkü bir beşer bu hadiseleri kendi başına keşfedemez; keşfetse de böyle acip bir şekilde anlatamaz. O zamandan beri yazılan bütün eserler önümüzde. Hadi birisi çıksın, şu ifadelerin emsalini bir beşerin kitabından bize göstersin. Yapamaz, asla gösteremez.
Yazar: Sinan Yılmaz