a
Ana SayfaReşehat42. Ey bu acayip seyahatte arkadaşım! Gördüğün sana yetmedi mi?

42. Ey bu acayip seyahatte arkadaşım! Gördüğün sana yetmedi mi?

الرشحةُ الثالثةَ عشَرةَ

On Üçüncü Reşha

يا رفيقي في هذه السِّياحة العجيبة  ey bu acayip seyahatte arkadaşım  ألا يكفيك ما رأيت  gördüğün sana yetmedi mi  فان أردت الاحاطةَ  eğer ihata etmek istersen  فلا يمكن  mümkün değildir  بل  hatta  لو بقِينا  eğer kalsaydık  في هذه الجزيرة  bu adada  مائةَ سنةٍ  yüz sene  ما أحطنا  ihata edemezdik  ولا ملَلْنا  ve usanmazdık  من النظر  bakmaktan  بجزء واحد  tek bir cüzüne  من مائة جزءٍ  yüz cüzünden  من عجائب وظائفه  onun vazifelerinin acaibinden  وغرائب اجراآته  ve icraatlarının garaibinden.

Ey bu acayip seyahatte arkadaşım! Gördüğün sana yetmedi mi? Eğer (onun ahvalini) ihata etmek istersen, (bu) mümkün değildir. Hatta bu adada (Arap Yarımadasında) yüz sene kalsaydık (yine onun ahvalini) ihata edemezdik ve onun acip vazifelerinden ve garip icraatlarından yüz cüzünden tek bir cüzüne bakmaktan usanmazdık.

İzah: Üstad Hazretleri dördüncü reşhada şöyle demişti:

— Eğer dilersen gel; zamana, asra ve muhite ait bu hayâlâtı çıkaralım ve bu kirli elbiseden soyunalım; sonra akıp giden zamanın denizine dalalım ve asırların ve zamanların arasında yeşil ada olan saadetler asrına çıkıncaya kadar o denizde yüzelim; şu zamanın adasında boz renkli bir şehir olan Arap yarımadasına bakalım…

Dördüncü reşhayla birlikte, bu reşhaya kadar anlatılan her şeyi, hayalen o zamana gidip, o zamanda dinledik ve o zamanda gördük. Üstadımız bu reşhada dedi ki: Gördüğün, işittiğin sana kâfidir. Çünkü o zamanda ne kadar da gezsen o hatib-i mürşidin (a.s.m.) ahvalini tamamıyla ihata edemezsin. Öyleyse artık bu zamana dönme vakti geldi.

فلنرجعْ  o hâlde dönelim  قهقريًا  gerisin geriye  ولننظرْ عصرًا عصرًا  ve asır asır bakalım  كيف اخضرّت  nasıl yeşermiş  تلك العصورُ  bu asırlar  واسْتَفاضت  ve feyiz almış  من فيض هذا العصر  bu asrın feyzinden.

O hâlde gerisin geriye dönelim ve asır asır bakalım; bu asırlar nasıl yeşermiş ve bu asrın feyzinden nasıl feyiz almış?

نعم evet  نرى كلَّ عصر نَمُرّ عليه  uğradığımız her bir asrı görüyoruz  قد انفتحت ازاهيرُه  çiçekleri açmış  بشمس عصر السعادة  asr-ı saadetin güneşiyle  وأثمر كلُّ عصر  ve her bir asır meyve vermiş  من أمثال أبي حنيفةَ والشافعيِّ وأبي يزيدَ البسطاميِّ والجنيدِ البغداديِّ والشيخ عبد القادر الكيلاني والامام الغزّاليِّ ومحي الدين ابن عربي وأبي الحسن الشاذلي والشاه نقشبند والامام الرباني  Ebû Hanife, Şafiî, Ebû Yezid el-Bestamî, Cüneyd-i Bağdadî, Şeyh Abdülkâdiri’l-Geylânî, İmam-ı Gazzalî, Muhyiddin İbni Arabî, Ebu’l-Hasen eş-Şazelî, Şah-ı Nakşibend ve İmam-ı Rabbanî gibilerinden  ونظائرِهم  ve onların benzerlerinden  الوفَ ثمراتٍ منورات  binler nurlu meyveleri  من فيض هداية ذلك الشخص النوراني  bu şahs-ı nuraninin feyz-i hidayetinden.

Not:  الوفَ  lafzı,  أثمر  nin mefulü olduğundan mensuptur. Cümlenin yapısını şu takdirle daha iyi anlayabilirsiniz:

…وأثمر كلُّ عصر الوفَ ثمراتٍ منورات من أمثال أبي حنيفة

Evet, uğradığımız her bir asrı görüyoruz; asr-ı saadetin güneşiyle çiçekleri açmış ve her bir asır Ebû Hanife, Şafiî, Ebû Yezid el-Bestamî, Cüneyd-i Bağdadî, Şeyh Abdülkâdiri’l-Geylânî, İmam-ı Gazzalî, Muhyiddin İbni Arabî, Ebu’l-Hasen eş-Şazelî, Şah-ı Nakşibend, İmam-ı Rabbanî gibilerinden ve onların benzerlerinden, binler nurlu meyveleri, bu şahs-ı nuraninin feyz-i hidayetinden meyve vermiş.

İzah: Üstadımız bir tasvir yapıyor. Bu tasvirde Peygamberimiz (a.s.m.) asr-ı saadette doğmuş bir güneş… Bütün evliya ve asfiya ise o güneşten feyzini alan yani onun dersiyle ve talimiyle hakka ve hakikate ulaşan binlerce yıldız… Her biri kendi asrını aydınlatmış, nev-i beşerin gecesini gündüze çevirmiş.

İmam-ı Azam’dan İmam Şafiî’ye, Cüneyd-i Bağdadî’den Abdülkadir-i Geylânî’ye, Şah-ı Nakşibendi’den İmam-ı Rabbânî’ye kadar, yüz binler evliya ve asfiya, o zattan (a.s.m.) aldıkları ders ile hakikate ulaşmışlar ve nev-i beşere imam ve mürşid olmuşlar.

Bu cümlede Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetine şöyle bir delil vardır:

Bir ağacın, hayatının olup olmadığı meselesinde tartışılsa, ağacın dallarında asılı meyveler lisan-ı hâlleriyle ağacın hayat sahibi olduğuna şahadet ederler. Dallarında meyveler olan bir ağaca bütün dünya ölü dese bizi inandıramaz. Zira eğer ağaç ölüyse, bu dallarındaki meyveler ne? Ağaca ölü diyen, daldaki meyveyi neyle izah edecek?

Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.) da nurani bir ağaçtır. Evliya ve asfiya bu ağacın meyveleridir. Bu ağaçtan beslenmekle hayat bulmuşlar ve insan-ı kâmil olmuşlar. Dolayısıyla bütün evliya ve asfiya, kerametleriyle, ilimleriyle, kemalleriyle, kendi makbuliyetlerini ispat ettikleri gibi; üstadları olan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın da makbuliyetini ispat ederler. Çünkü onlar keramete, keşfe ve hakikate bu zatın dersi ve talimiyle ulaşmışlar; o şecere-i mübarekenin dalından beslenmişler ve tahsil ettikleri ilhami ilimleri o vasıtayla öğrenmişler.

Netice: Evliyayı ve asfiyayı, onların kerametlerini, ilimlerini, kemallerini inkâr edemeyen, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı da inkâr edemez ve reddedemez.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin