a
Ana SayfaReşehat44. Bil ki nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) delilleri pek çoktur. O delillerden bir kısmını…

44. Bil ki nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) delilleri pek çoktur. O delillerden bir kısmını…

On Üçüncü Reşha’nın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

اعلم  bil  أن دلائل النبوة الاحمدية  nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) delilleri  لا تعد ولا تحصى   pek çoktur  وقد ذكرنا قسمًا منها  onlardan (o delillerden) bir kısmını zikretmiştik  في الكلمة التاسعةَ عشرةَ  On Dokuzuncu Söz’de  والمكتوب التاسعَ عشرَ  ve On Dokuzuncu Mektup’ta.

Bil ki nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) delilleri pek çoktur. O delillerden bir kısmını On Dokuzuncu Söz’de ve On Dokuzuncu Mektup’ta zikretmiştik.

İzah: Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın risaletini ispat eden delillerin pek çok olduğunu beyan etti. Burada ispat hususunda beş şeye atıf yapıyor. Atıf yaptığı birinci eser On Dokuzuncu Söz. On Dokuzuncu Söz neredeyse Reşhalar Risalesi ile aynı. Biz Mesnevi’deki Reşhaları mütalaa etmekle aynı zamanda On Dokuzuncu Söz’ü de mütalaa etmiş olduk.

Atıf yaptığı ikinci risale On Dokuzuncu Mektup. Bu risaleyi de okumanızı ısrarla tavsiye ediyorum.

Üstadımızın, Efendimiz (a.s.m.)’ın risaletini ispat hususunda yaptığı ikinci ve üçüncü atıf şu:

فمع شهادةِ معجزاته البالغة الى الف  bine ulaşan mucizelerinin şehadetiyle birlikte  ومع شهادة القرآن البالغِ وجوهُ اعجازه الى اربعين  ve vech-i i’cazı kırka baliğ olan Kur’an’ın şehadetiyle birlikte  السابقِ تفصيلُها  tafsilatı geçen  في الكلمة الخامسةِ والعشرين  Yirmi Beşinci Söz’de  على رسالة محمد عليه الصلاة والسلام  Muhammed (a.s.m.)’ın risaletine…

Bine ulaşan mucizelerinin -ve tafsilatı Yirmi Beşinci Söz’de geçen- vech-i i’cazı kırka baliğ olan Kur’an’ın, Muhammed (a.s.m.)’ın risaletine şehadetiyle birlikte…

Toplu mana: Bil ki nübüvvet-i Ahmediyenin (a.s.m.) delilleri pek çoktur. Bine ulaşan mucizelerinin -ve tafsilatı Yirmi Beşinci Söz’de geçen- vech-i i’cazı kırka baliğ olan Kur’an’ın, Muhammed (a.s.m.)’ın risaletine şehadetiyle birlikte, o delillerden bir kısmını On Dokuzuncu Söz’de ve On Dokuzuncu Mektup’ta zikretmiştik.

İzah: Üstad Hazretleri bine yakın mucizeden üç yüz taneyi 19. Mektup isimli eserinde senetleriyle birlikte nakletmiş. Üstadımız gibi birçok âlim de Peygamberimizin mucizeleriyle ilgili kitaplar yazmış ve bu mucizeleri bizlere senetleriyle birlikte rivayet etmiş. Hepsini okuyamasak da en azından 19. Mektup’u okumalıyız.

Biz bu makamda şu nokta üzerinde duralım:

Mucizeler Peygamberimizin nübüvvetini ispat eder. Ancak kâfirler bu mucizeleri inkâr ediyor. Bizler nasıl bir yol takip etsek de onları ikna veya ilzam etsek?

Mucizeleri inkâr eden bir ateiste şöyle diyebiliriz:

Sen okulda İlk Çağ, Orta Çağ ve Yeni Çağ gibi konuları okudun. Hatta hocaların sana Yontma Taş Devri’ni, Cilalı Taş Devri’ni anlattı. Eğer sen bunlara inanıyorsan, bir şeyi kabul etmek için ille de görmek gerekmediğini kabul etmişsindir. Öyle ya, sen ne Taş Devri’ni gördün ne de İlk Çağ’ı ama bunlar hakkında anlatılan şeyleri kabul ediyorsun.

Hâlbuki kabul ettiğin bu bilgilerin hiçbiri tevatür kuvvetinde değildir. Hatta birçoğu bulgulara dayanır ve kazılar sonunda ele geçen tahmini bilgilerdir. Sen bu bilgileri hiç sorgulamadan, gözünle görmüş gibi kabul edebiliyorsun. Bu bilgileri okurken, mucizeler hakkında söylediğin, “Gözümle görmedim öyleyse inanmam.” sözünü hiç söylemiyorsun. Demek, bir şeye inanmak için ille de gözle görme şartını aramıyorsun.

Madem gözle görme şartını aramıyorsun o hâlde mucizelerin varlığını da kabul etmek zorundasın. Çünkü mucizelerin vukuu tevatür kuvvetiyle bize ulaşmıştır, tarihsel bilgilerde ise bu kuvvet yoktur.

O hâlde senin için yol ikidir:

– Ya tarihsel bilgileri kabul ettiğin gibi, mucizeleri de kabul edeceksin.

– Ya da gözünle görmediğin bütün olayları inkâr edip bugüne kadar kitaplardan öğrendiğin her şeyi yok sayacaksın.

Bunu yaparsan mucizeleri de inkâr edebilirsin. Yoksa birine inanıp diğerini inkâr etmek olmaz. Bu, kişinin kendisiyle çelişmesidir.

Şimdi, sen tarihsel bilgileri kabul ediyor musun? Elbette ediyorsun. Peki, durum böyle iken, mucizeleri niye inkâr ediyorsun? Hem mucizeler tevatür kuvvetindedir. Tevatürde bir olaya şahit olan büyük bir topluluk vardır. Her biri bu olayı gördüğü şekliyle anlatır ve onlardan dinleyenler de bir başkasına anlatır; bir başkası bir başkasına derken, kim kimden dinlemişse, isimleri kaydedilerek, ta bize kadar ulaşır. Yalan söyleme ihtimali olmayan bu zatların sözlerine inanmayacaksın; Taş Devri’ni, Demir Devri’ni anlatan tarihçilerin sözüne inanacaksın. Bu nasıl bir muhakemedir?

Eğer bir ateistle konuşursak, mucizeleri böyle kabul ettirebiliriz. Eğer bir Ehl-i kitapla konuşursak, ona da şöyle diyebiliriz:

— Sen Hz. İsa’nın Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu nereden biliyorsun? Yani nereden biliyorsun ki o zat -hâşâ- yalancı ve hilekâr değildir?

Bu soruya karşı o şöyle der:

— Onun Allah tarafından gönderildiğini biliyorum, çünkü o zat mucizeler göstermiş. Mesela duasıyla ölüleri diriltmiş, hastaları iyileştirmiş ve daha bunlar gibi birçok mucizeler göstermiş.

Biz de onun bu sözüne karşı şöyle deriz:

— O hâlde sen tevatüre yani içinde yalan ihtimali olmayan ve kuvvetli bir cemaat tarafından nakledilen habere inanıyorsun. Zira biraz önce saydığın, Hz. İsa’dan zahir olan mucizeleri, sen görmedin ve o mucizelere bizzat şahit olmadın ama bu mucizelere inanıyorsun. Demek, sen tevatür kuvvetindeki haberleri kabul ediyorsun.

Öyleyse Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın peygamberliğine de inanmak zorundasın. Zira onun elinde gözüken mucizeler de bize tevatür yoluyla gelmiş. Madem tevatüre inanıyorsun o hâlde bu haberlere de inanmak zorundasın. Yok, eğer “Ben tevatüre inanmam.” dersen, bu durumda, Hz. İsa hakkında söyleyecek hiçbir sözün olamaz. Çünkü sen onun hiçbir mucizesini gözünle görmedin ve mucizeleri esnasında Hz. İsa’nın yanında değildin.

O hâlde senin için yol ikidir:

– Ya tevatürü inkâr eder ve “Gözümle görmediğime inanmam.” dersin. Bu durumda, Hz. İsa’yı da inkâr etmen gerekir.

– Ya da tevatürü delil kabul eder ve bu kabulün neticesi olarak Hz. İsa’nın mucizelerine inandığın gibi, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın da mucizelerine inanırsın.

– Üçüncü bir yol olan tevatürü Hz. İsa hakkında kabul etmek, Hz. Muhammed (a.s.m.) hakkında ise kabul etmemek ancak kişinin kendisiyle çelişmesidir.

İşte mucizeyi inkâr eden bir Ehl-i kitaba da böyle diyebiliriz.

Biraz da şu cümle üzerine mütalaa yapalım: Vech-i i’cazı kırka baliğ olan Kur’an’ın, Muhammed (a.s.m.)’ın risaletine şehadetiyle birlikte…

İ’caz: Âciz bırakmak ve acze düşürmek demektir. Üstad Hazretlerine göre, Kur’an’ın kırk i’caz vechi vardır. Üstadımız bu kırk vechi misalleriyle birlikte Yirmi Beşinci Söz’de beyan etmiş. Bu kırk vecih şunlardır:

1. Manasındaki belâgat.

2. Nazmındaki cezâlet.

3. Hüsn-ü metaneti.

4. Üslûplarının bedâati.

5. Garâbeti.

6. Müstahsenliği.

7. Beyanının berâati.

8. Fâik oluşu ve üstünlüğü.

9. Safveti.

10. Manasının kuvveti.

11. Lafzının fesâhati.

12. Selâseti.

13. Lafzındaki câmiiyeti.

14. Manasındaki câmiiyeti.

15. İlmindeki câmiiyeti.

16. Mebahisindeki câmiiyeti.

17. Üslup ve icazındaki câmiiyeti.

18. Üslub-u Kur’an’ın cem’iyyeti.

19. Âyât-ı Kur’aniyenin câmiiyeti.

20. İ’cazkârâne îcâzı.

21. Câmi ve hârık olması.

22. Makâsıd-ı câmiiyeti.

23. Meâni-i câmiiyeti.

24. Esâlib-i câmiiyeti.

25. Letâif-i câmiiyeti.

26. Mehâsin-i câmiiyeti.

27. Mesâil-i câmiiyeti.

28. Maziye ait ihbarat-ı gaybiyesi.

29. İstikbale ait ihbarat-ı gaybiyesi.

30. Hakâik-ı İlahiyeye dair ihbarat-ı gaybiyesi.

31. Hakâik-ı kevniyeye dair ihbarat-ı gaybiyesi.

32. Umur-u uhreviyeye dair ihbarat-ı gaybiyesi.

33. Şebabeti.

34. Tabakat-ı beşerin hususi hisse-i fehmi.

35. Heyet-i mecmuasında râik selâseti.

36. Fâik selameti.

37. Metin bir tesanüdü.

38. Muhkem bir tenasübü.

39. Meziyet-i i’caziyesi.

40. Temsilat-ı Kur’aniyesi.

Bu cihetlerin hepsi örnekleriyle birlikte Yirmi Beşinci Söz’de izah edilmiştir. Bu kırk vech-i i’câzın izahını Yirmi Beşinci Söz’e havale ediyoruz. Bizim mezkûr cümle üzerinde mütalaa yapacağımız nokta şurası:

Üstadımız, Kur’an’ı Peygamberimiz (a.s.m.)’ın risaletine delil yaptı. Demek, Kur’an bütün hakikatleriyle ve bütün i’caz yönleriyle Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetini ispat ediyor.

— Peki, nasıl ispat ediyor?

İspatının vechi şudur:

Nasıl ki ateş dumanın varlığına, duman da ateşin varlığına delildir. Yani ateş varsa duman da olacaktır. Ve duman varsa muhakkak ateş de vardır. Dolayısıyla ateşin varlığı ispat edildiğinde dumanın varlığı da ispat edilmiş olur. Ya da tam tersi, dumanın varlığı ispat edildiğinde ateşin varlığı da ispat edilmiş olur. Zira ateş dumansız, duman da ateşsiz olamaz.

Meseleyi daha iyi anlayabilmek için biraz daha açalım. Çünkü delilimizi bu kaide üzerine bina edeceğiz:

Mesela bir tepenin arkasından, semaya doğru yükselen bir duman görsek, “Bu tepenin arkasında bir ateş var.” deriz. Bize, “Ateşi görmedin ki neyle varlığına hükmettin?” denilse, deriz ki: “Duman ancak bir ateşten çıkabilir. Ateş olmaksızın dumanın varlığı asla mümkün değildir. Madem gözümüzle görüyoruz bir duman var, o hâlde elbette ateş de olacaktır.”

Aynen bunun gibi, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın peygamberliğini ispat eden bütün deliller aynı zamanda Kur’an’ın da Allah’ın kitabı olduğunu ispat eder. Şöyle ki:

– Madem bu zat Allah’ın peygamberidir, o hâlde yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez.

– Ve madem yalana tenezzül etmez, elbette Allah’a iftira etmez ve buna cüret edemez.

– Ve madem Allah’a iftira etmez, o hâlde “Allah’ın kelamıdır.” dediği ferman elbette Allah’ın kelamı olacaktır.

Dolayısıyla Efendimizin risaletini ispat eden bütün deliller aynı zamanda, Kur’an’ın Allah’ın kelamı olduğunu da ispat eder.

Aynen bunun gibi, Kur’an da bütün mucizeleriyle ve Allah’ın kelamı olduğunu ispat eden bütün delilleriyle, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın peygamberliğini ispat eder. Zira Allah’ın kitabını ancak Allah’ın peygamberi tebliğ eder. Kur’an Allah’ın kelamıysa, bu kitabı tebliğ eden zat da Allah’ın peygamberi olmalıdır. Başka bir şey olamaz.

O hâlde şöyle bir söz söylesek:

— Kur’an Allah’ın kelamıdır, zira Hz. Muhammed (a.s.m.) birçok mucizeler göstermiştir.

Böyle deyip, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna Peygamberimizin mucizelerini delil yapsak, bu son derece doğrudur. Zira:

– Madem mucize göstermiştir, o hâlde Allah’ın peygamberi olmalıdır.

– Ve madem peygamberdir, elbette yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez.

– Ve madem yalan söylemez, o hâlde elindeki kitap Allah’ın kitabı olmalıdır. Zira bu zat (a.s.m.) “Bu kitap Allah’ın kitabıdır.” demektedir.

Gördüğünüz gibi, Efendimizin peygamberliğine iman etmek, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna inanmayı iktiza ediyor.

Aynen bunun gibi, şöyle bir söz daha söylesek:

– Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın peygamberidir. Zira Kur’an kırk cihetten mucizedir.

Böyle deyip Kur’an’ı Peygamberimizin risaletine delil yapsak, bu son derece doğrudur. Zira madem Kur’an kırk vechin tasdikiyle Allah’ın kelamıdır. Elbette onu tebliğ eden zat da Allah’ın resulü olmalıdır. Zira Allah’ın kitabının O’nun resulünden başkasına inmesi mümkün değildir. Kur’an Allah’ın kitabı iken, onu tebliğ eden zatın Allah’ın resulü olmaması mümkün değildir.

Netice: Hz. Muhammed (a.s.m.) Allah’ın peygamberidir. Zira elindeki Kur’an kırk vech-i i’cazın tasdikiyle Allah’ın kelamıdır.

Üstadımız, Peygamberimizin risaletini ispat hususunda beş şeye atıf yapıyor. Bu beş şeyden dördünü öğrendik. Üstadımızın yaptığı beşinci atfı sonraki derste mütalaa edeceğiz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin