a
Ana SayfaReşehat3. İkinci Reşha: Tevhidi gösteren ve beşeri ona irşad eden bu nurani burhan…

3. İkinci Reşha: Tevhidi gösteren ve beşeri ona irşad eden bu nurani burhan…

Reşahat mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

الرشحة الثانية

İkinci Reşha

اعلم  bil  أن هذا البرهانَ النورانيَّ  bu nurani burhan  الذي دل على التوحيد  tevhidi gösteren  وأرشد البشر اليه  ve beşeri ona irşad eden…

Bil ki tevhidi gösteren ve beşeri ona irşad eden bu nurani burhan…

كما nasıl ki  أنه  o (burhan-ı nurani)  يتأيد  destekleniyor  بقوة ما في جناحيه  iki tarafında olan bir kuvvetle  نبوةً وولاية  nübüvvet ve velayetle  من الاجماع والتواتر  icmadan ve tevatürden.

Nasıl ki o (burhan-ı nurani), iki tarafında olan bir kuvvetle, (yani) icmadan ve tevatürden gelen nübüvvet ve velayetle desteklenmiştir.

İzah: Üstad Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı tevhidi göstermek ve nev-i beşeri ona irşad etmekle vasfetti. Efendimiz (a.s.m.) Allah’ın birliğini mucizeleriyle ve Kur’an’ın ayetleriyle ispat etmiş, tevhidi insanlara ders vermiş ve Allah’ın birliğine nurani bir burhan olmuştur. Evet, bütün eşya Allah’ın birliğine bir delildir. Lakin Efendimiz (a.s.m.) hepsinin fevkinde bir delildir.

Yine Üstad Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın hem nübüvvetle hem de velayetle desteklendiğini beyan etti.

Nübüvvet kanadı mütevatirdir. Yani peygamberliği ayetle ve hadisle sabittir. Diğer kanat olan velayet ise icma ile sabittir. Bu ümmetin evliyası ve asfiyası, Peygamberimizin velayetle mücehhez olduğu hususunda ittifak etmişlerdir.

Risale-i Nur’da nübüvvet-i Ahmediye ve velayet-i Ahmediye tabirleri çokça geçer. Mesela Üstadımız der ki:

— Risalete inkılâp eden velayet-i Ahmediye (a.s.m.) bütün velayetlerin fevkindedir. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

— Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir ve velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi)

— Miracın batını velayettir; halktan Hakk’a gitmiş. Zahir-i mirac risalettir; Hak’tan halka geliyor. Velayet, kurbiyet merâtibinde sülûktür; çok merâtibin tayyına ve bir derece zamana muhtaçtır. Nur-u a’zam olan risalet ise, akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafı sırrına bakar. (31. Söz)

— Hususi virdler ve dualar, şeriat ve risalet cihetiyle değil, belki velayet-i Ahmediye noktasında ve umumi olmayan derslerinde kendine verilen en yüksek mertebeyi beyan eder. (Emirdağ Lâhikası)

Nübüvvet-i Ahmediye ile velayet-i Ahmediyenin manasını ve arasındaki farkları izah etmek için hususi bir çalışma yapılabilir. Bu makamda bu kadar izah kâfidir. Bu makamda şu kadar anlasak bize yeter:

Efendimiz (a.s.m.) hem nübüvvetle hem de velayetle mücehhezdir. İki kanatla hakka vasıl olmuş, hakikat semasında uçmuştur. Nübüvveti mütevatirdir, ayet ve hadisle sabittir. Velayeti ise icma ile sabittir; ümmetin evliyası ve asfiyası bu hususta müttefiktir.

Üstadımızın mezkûr beyanından Peygamberimiz (a.s.m.)’ın iki vasfını öğrendik.

1. Tevhidi ispat eden ve beşeri irşad eden nurani bir burhan olması.

2. Nübüvvet ve velayetle mücehhez olması.

وكذا  Ve keza  تُصدّقُه  onu tasdik ediyor  اشاراتُ الكتبِ السماوية  semavi kitapların işaretleri  من بشارات التوراة والانجيل والزبور وزُبُر الأولين  Tevrat’ın, İncil’in, Zebur’un ve önceki kitapların beşareti.

Ve keza, semavi kitapların işaretleri; Tevrat’ın, İncil’in, Zebur’un ve önceki kitapların beşareti onu tasdik ediyor.

İzah: Semavi kitapların Peygamberimizden haber vermesi ve onu müjdelemesi irhasat denilen mucizelerin birinci kısmına dâhildir. Üstadımız bu konuyu çok detaylı bir şekilde 19. Mektup’un 16. İşaretinde işlemiş. Birkaç misalini nakledelim:

Hz. İsa şöyle demiş:

— Ben gideceğim, ta dünyanın reisi gelsin.

Yine demiş ki:

— Birisi gelecek, bana ihtiyaç kalmayacak. Ben onun bir mukaddimesiyim ve müjdecisiyim.

Yine İncil’de şöyle geçiyor:

— Ben gidiyorum, ta size Faraklit gelsin. Yani Ahmed gelsin.

Yine İncil’de şöyle geçiyor:

— Ben Rabbimden hakkı batıldan ayırt eden bir peygamberi istiyorum ki ebede kadar sizinle bulunsun.

Semavi kitaplarda geçen bütün sözleri burada nakletsek ders çok uzun kaçar. Bu sebeple, dört örnekle iktifa ediyoruz. 19. Mektup’un 16. İşaretinde bu meselenin çok misalleri var. Dilerseniz ilgili kısmı okuyabilirsiniz. Bir de bu konuda bizler özel bir çalışma yaptık ve “Gizlenen Gerçekler” adıyla bir video eser hazırladık. feyyaz.tv sitemizden “Gizlenen Gerçekler” eserini seyredebilirsiniz. Bu eser, tahlilini yaptığımız cümlenin tam bir izahıdır.

وكذلك  Ve kezalik  تُصدقه  onu tasdik ediyor  رموزاتُ الارهاصاتِ الكثيرةِ المشهودة  gözle görülen çok irhasatın işaretleri.

Ve kezalik, gözle görülen çok irhasatın işaretleri onu tasdik ediyor.

İzah: İrhasat: Peygamberlikten önce ve Peygamberimizin doğumu vaktinde meydana gelen harikulade hâllerdir. İrhasat denilen mucizeler üç kısımdır.

1. Tevrat, İncil, Zebur ve diğer suhufların Efendimiz (a.s.m.)’dan verdikleri haberler.

2. Peygamberimizin nübüvvetinden önce yaşamış olan kâhinlerin, o zamanın bir derece evliyası olan zatların ve Allah’ı bilen kişilerin Peygamberimizden haber vermesi.

3. Peygamberimizin doğumu hengâmında vücuda gelen harikulade hadiseler. Mesela o gece Kâbe’deki putların çoğu baş aşağı düşmüş. Sava’nın takdis edilen küçük denizi o gecede yere batmış. Bin senedir daima yanan ve sönmeyen Mecusilerin ilah kabul ettikleri ateş o gece sönmüş…

Üstadımız, bu üç kısım irhasatın misallerini 19. Mektup’un 16. İşaretinde senetleriyle birlikte beyan etmiş. Dileyenler mezkûr cümlenin izahı olarak 19. Mektup’un 16. İşaretini okuyabilir.

وكذا  Ve keza  تُصدقه  onu tasdik eder  بشاراتُ الهواتفِ الشايعة المتعددة  şüyu bulan ve çok sayıda olan havâtifin beşareti.

Ve keza, şüyu bulan ve çok sayıda olan havâtifin beşareti onu tasdik eder.

İzah: Hevâtif: Hâtif kelimesinin çoğuludur. “Gaybtan haber veren cinnî” ve “sesi işitilip kendisi görünmeyen cinnîler” demektir. Bu cinnîler de Efendimiz (a.s.m.)’ı müjdelemiştir. Üstadımız 19. Mektup’un 16. İşaretinde bu meselenin iki misalini vermiş. Bu iki misal şudur:

Zeyab İbnü’l-Hâris’e hâtif-i cinnî böyle bağırmış:

ياَ ذَيَابُ ياَ ذَيَابُ  Ey Zeyab, ey Zeyab!  اِسْمَعِ الْعَجَبَ الْعُجَاب  Acaibin en acibine kulak ver.  بُعِثَ مُحَمَّدٌ بِالْكِتَابِ  Muhammed kitapla gönderildi;  يَدْعُو بِمَكَّةَ فَلاَ يُجَابُ  Mekke ahalisini çağırıyor ama ona icabet etmiyorlar. (Halebî, es-Sîretü’l-Halebiye, I, 335-337; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, I, 358; Nebhânî, Hüccetüllah ale’l-Âlemîn, 181)

Bu ses hem Zeyab’ın hem de başkalarının İslam’a girmesine sebep olmuş.

Yine bir hâtif-i cinnî, Sâmia bin Karreti’l-Gatafânî’ye böyle bağırmış ve bazılarını imana getirmiş:

جَاءَ الْحَقُّ فَسَطَعَ  Hak geldi, nur saçtı.   وَدُمِّرَ بَاطِلٌ فَانْقَمَعَ  Batıl ise mahvoldu, kökü kazındı. (Ali el-Kârî, Şerhu’ş-Şifâ, I, 748; Süyûtî, el-Hasâisü’l-Kübrâ, I, 252)

Üstadımız, “Bu hâtiflerin beşaretleri ve haber vermeleri pek meşhurdur ve çoktur.” demiş ve bu iki taneyi 19. Mektup’ta zikretmiş.

وكذا  Ve keza  تُصدّقه  onu tasdik ediyor  شهاداتُ أهلِ الكهانة  ehl-i kehanetin (kâhinlerin) şehadetleri  المنقولة بالتواتر  tevatürle nakledilen.

Ve keza, tevatürle nakledilen ehl-i kehanetin (kâhinlerin) şehadetleri onu tasdik ediyor.

İzah: Üstadımız, bu kısım irhasatın misallerini 19. Mektup’un 16. İşaretinin 2. Kısmında senetleriyle birlikte beyan etmiş. Biz üç örneği nakille iktifa edelim:

Bi’set-i Ahmediyeden evvel, zaman-ı fetrette kâhinler hem o zamanın bir derece evliya ve ârif-i billâh olan bir kısım insanları, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın geleceğini haber vermişler ve ihbarlarını da neşretmişler; şiirleriyle gelecek asırlara bırakmışlar. Onlar çoktur. Biz, ehl-i siyer ve tarihin nakil ve kabul ettikleri meşhur ve münteşir olan bir kısmını zikredeceğiz. Ezcümle:

Yemen padişahlarından Tübba isminde bir melik, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın evsafını eski kitaplarda görmüş, iman etmiş. Şöyle bir şiirini ilan etmiş:

شَهِدْتُ عَلٰى اَحْمَدَ اَنَّهُ رَسُولٌ مِنَ اللّٰهِ بَارِى النَّسَمِ

فَلَوْ مُدَّ عُمْرى اِلٰى عُمْرِه لَكُنْتُ وَزيرًا لَهُ وَابْنَ عَمٍّ

Yani “Ben Ahmed’in (a.s.m.) risaletini tasdik ediyorum. Ben onun zamanına yetişseydim ona vezir ve ammizade olurdum.” Yani Ali gibi ona fedai bir hâdim olurdum.

İkincisi: Meşhur Kuss İbni Sâide ki kavm-i Arab’ın en meşhur ve mühim hatibi ve muvahhid bir zat-ı ruşen-zamirdir. İşte şu zat da bi’set-i Nebevîden evvel risalet-i Ahmediyeyi şu şiirle ilan ediyor:

اَرْسَلَ فينَا اَحْمَدَ خَيْرَ نَبِىٍّ قَدْ بُعِثَ

 صَلّٰى عَلَيْهِ اللّٰهُ مَا عَجَّ لَهُ رَكْبٌ وَحُثَّ

“Gönderilenlerin ve peygamberlerin en hayırlısı olarak Ahmed’i (a.s.m.) bize gönderdi. Kafileler onun için yollara düştükçe ve bu teşvik edildikçe Allah ona rahmet eylesin.”

Üçüncüsü: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın ecdadından olan Kâ’b İbni Lüeyy, nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ilham eseri olarak şöyle ilan etmiş:

عَلٰى غَفْلَةٍ يَاْتِى النَّبِىُّ مُحَمَّدٌ فَيُخْبِرُ اَخْبَارًا صَدُوقًا خَبيرُهَا

Yani “Ansızın Nebi Muhammed gelecek, doğru haberleri verecek.”

Üstad Hazretleri bu kısmın misallerini 19. Mektup’ta uzunca vermiş. Dileyenler 19. Mektup’a bakabilirler.

وكذا  Ve keza تُصدقه  onu tasdik eder  دلالاتُ ألفِ معجزاتٍ  bin mucizelerin delaleti…

Ve keza, bin mucizelerin delaleti onu tasdik eder…

من أمثال  misallerinden  شقِّ القمرِ  Ay’ın yarılması  ونبَعانِ الماءِ من الاصابع كالكوثر  parmaklarından kevser gibi suyun fışkırması  ومَجيئِ الشجرِ بدعوته  davetiyle ağaçların gelmesi  ونزولِ المطر في آن دعائه  duası anında yağmurun yağması  وشبْعِ الكثير من طعامه القليل  az taamıyla çokların doyması  وتكلمِ الضبِّ والذئب والظبيِ والجمل والحجر  kertenkelenin, kurdun, ceylanın, devenin ve taşın konuşması  الى ألفٍ  bine kadar  ما بيّنتْه الرُّواةُ الثِّقات والمحدثون المحققون  güvenilir ravilerin ve muhakkik muhaddislerin beyan ettiği.

Ay’ın yarılması, parmaklarından kevser gibi suyun fışkırması, davetiyle ağaçların gelmesi, duası anında yağmurun yağması, az taamıyla çokların doyması ve kertenkelenin, kurdun, ceylanın, devenin ve taşın konuşması misallerinden (tutun), güvenilir ravilerin ve muhakkik muhaddislerin beyan ettiği bine kadar (mucize onu tasdik eder.)

İzah: Üstad Hazretleri burada Efendimiz (a.s.m.)’ın yedi farklı mucizesine işaret etti:

1. Parmağının bir işaretiyle Ay’ı ikiye yarması.

2. Parmaklarından su akıtması ve kalabalık bir cemaatin bu suyu içmesi.

3. Ağaçların Peygamberimizin davetine icabet edip sözünü dinlemesi.

4. Yağmur için dua ettiğinde duasının hemen akabinde yağmurun yağması.

5. Pek az bir yemek ile kalabalık bir cemaati doyurması.

6. Kurt, ceylan ve deve gibi hayvanların Efendimiz (a.s.m.)’ın peygamberliğine şehadet etmesi.

7. Taş ve put gibi cansız varlıkların konuşup Efendimiz (a.s.m.)’ın peygamberliğini bildirmesi.

Üstad Hazretleri bu yedi kısım mucizelerin misallerini 19. Mektup’ta vermiş.

– Ay’ın ikiye yarılması mucizesini 31. Söz’ün zeylinde işlemiş.

– Parmaklarından su akıtmasını 19. Mektup’un 8. İşaretinde işlemiş ve bu konuya ait dokuz misal vermiş.

– Ağaçların Peygamberimizin davetine icabet etmesini 19. Mektup’un 9. İşaretinde işlemiş ve bu konuya ait sekiz misal vermiş.

– Duasının akabinde yağmurun yağmasını 19. Mektup’un 14. İşaretinde işlemiş. Duasıyla zuhura gelen başka mucizeleri de bu işarette kaydetmiş.

– Pek az bir yemek ile kalabalık bir cemaati doyurmasını 19. Mektup’un 7. İşaretinde işlemiş ve bu konuya ait on altı misal vermiş.

– Kurt, ceylan ve deve gibi hayvanların Peygamberimizin nübüvvetine olan şehadetini 19. Mektup’un 15. İşaretinin 1. Şubesinde işlemiş ve bu konuya ait beş misal vermiş.

– Taşların Peygamberimizin nübüvvetine olan şehadetini 19. Mektup’un 11. İşaretinde işlemiş ve bu konuya ait sekiz misal vermiş.

Bütün bu misalleri burada nakletmek mümkün değil. Bu sebeple, mütalaasını yaptığımız cümlenin izahını mezkûr yerlere havale ediyoruz.

Bu makamda şu nokta üzerinde biraz duralım:

Mucizeler Peygamberimizin nübüvvetini ispat eder. Ancak kâfirler bu mucizeleri inkâr ediyor. Bizler nasıl bir yol takip etsek de onları ikna veya ilzam etsek?

Mucizeleri inkâr eden bir ateiste şöyle diyebiliriz:

Sen okulda İlk Çağ, Orta Çağ ve Yeni Çağ gibi konuları okudun. Hatta hocaların sana Yontma Taş Devri’ni, Cilalı Taş Devri’ni anlattı. Eğer sen bunlara inanıyorsan, bir şeyi kabul etmek için ille de görmek gerekmediğini kabul etmişsindir. Öyle ya, sen ne Taş Devri’ni ne İlk Çağ’ı ne de diğer devirleri gördün… Ama bunlar hakkında anlatılan her şeyi kabul ediyorsun.

Hâlbuki kabul ettiğin bu bilgilerin hiçbiri tevatür kuvvetinde değildir. Hatta birçoğu bulgulara dayanır ve kazılar sonunda ele geçen tahminî bilgilerdir. Sen bu bilgileri hiç sorgulamadan, gözünle görmüş gibi kabul edebiliyorsun. Bu bilgileri okurken, mucizeler hakkında söylediğin, “Gözümle görmedim öyleyse inanmam.” sözünü hiç söylemiyorsun. Demek bir şeye inanmak için ille de gözle görme şartını aramıyorsun.

Madem gözle görme şartını aramıyorsun, o hâlde mucizelerin varlığını da kabul etmek zorundasın. Çünkü mucizelerin vukuu tevatür kuvvetiyle bize ulaşmıştır, tarihsel bilgilerde ise bu kuvvet yoktur.

O hâlde senin için yol ikidir:

– Ya tarihsel bilgileri kabul ettiğin gibi, mucizeleri de kabul edeceksin.

– Ya da gözünle görmediğin bütün olayları inkâr edip bugüne kadar kitaplardan öğrendiğin her şeyi yok sayacaksın.

Bunu yaparsan mucizeleri de inkâr edebilirsin. Yoksa birine inanıp diğerini inkâr etmek olmaz. Bu, kişinin kendisiyle çelişmesidir.

Şimdi, sen tarihsel bilgileri kabul ediyor musun? Elbette ediyorsun. Peki, durum böyle iken, mucizeleri niye inkâr ediyorsun? Hem mucizeler tevatür kuvvetindedir. Tevatürde bir olaya şahit olan büyük bir topluluk vardır. Her biri bu olayı gördüğü şekliyle anlatır ve onlardan dinleyenler de bir başkasına anlatır; bir başkası bir başkasına derken, kim kimden dinlemişse, isimleri kaydedilerek, ta bize kadar ulaşır. Yalan söyleme ihtimali olmayan bu zatların sözlerine inanmayacaksın; Taş Devri’ni, Demir Devri’ni anlatan tarihçilerin sözüne inanacaksın. Bu nasıl bir muhakemedir?

Eğer bir ateistle konuşursak mucizeleri böyle kabul ettirebiliriz. Eğer bir Ehl-i kitapla konuşursak ona da şöyle diyebiliriz:

— Sen Hz. İsa’nın Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu nereden biliyorsun? Yani nereden biliyorsun ki o zat -hâşâ- yalancı ve hilekâr değildir?

Bu soruya karşı o şöyle der:

— Onun Allah tarafından gönderildiğini biliyorum, çünkü o zat mucizeler göstermiş. Mesela duasıyla ölüleri diriltmiş, hastaları iyileştirmiş ve daha bunlar gibi birçok mucizeler göstermiş.

Biz de onun bu sözüne karşı şöyle deriz:

— O hâlde sen tevatüre yani içinde yalan ihtimali olmayan ve kuvvetli bir cemaat tarafından nakledilen habere inanıyorsun. Zira biraz önce saydığın, Hz. İsa’dan zahir olan mucizeleri sen görmedin ve o mucizelere bizzat şahit olmadın ama bu mucizelere inanıyorsun. Demek, sen tevatür kuvvetindeki haberleri kabul ediyorsun.

Öyleyse Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın peygamberliğine de inanmak zorundasın. Zira onun elinde gözüken mucizeler de bize tevatür yoluyla gelmiş. Madem tevatüre inanıyorsun, o hâlde bu haberlere de inanmak zorundasın. Yok, eğer “Ben tevatüre inanmam.” dersen, bu durumda, Hz. İsa hakkında söyleyecek hiçbir sözün olamaz. Çünkü sen onun hiçbir mucizesini gözünle görmedin ve mucizeleri esnasında Hz. İsa’nın yanında değildin.

O hâlde senin için yol ikidir:

– Ya tevatürü inkâr eder ve “Gözümle görmediğime inanmam.” dersin. Bu durumda, Hz. İsa’yı da inkâr etmen gerekir.

– Ya da tevatürü delil kabul eder ve bu kabulün neticesi olarak Hz. İsa’nın mucizelerine inandığın gibi, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın da mucizelerine inanırsın.

– Üçüncü bir yol olan, tevatürü Hz. İsa hakkında kabul etmek, Hz. Muhammed (a.s.m.) hakkında ise kabul etmemek ancak kişinin kendisiyle çelişmesidir.

İşte mucizeyi inkâr eden bir Ehl-i kitaba da böyle diyebiliriz.

وكذا  Ve keza  تُصدقه  onu tasdik ediyor  شريعتُه  şeriatı  الجامعة لِسعادات الدارين  iki dünya saadetini cemeden.

Ve keza, iki dünya saadetini cemeden şeriatı onu tasdik ediyor.

وقد سمعتَ ورأيت  işitmiş ve görmüştün  فى الدروس السابقة  önceki derslerde  شُعاعاتٍ من شمس شريعته  şems-i şeriatının bazı şualarını  المفيضة للسعادات  saadetler akıtan.

Önceki derslerde, onun saadetler akıtan şems-i şeriatının bazı şualarını işitmiş ve görmüştün.

فيكفيك  sana kâfi gelecektir  إن لم يكن  eğer yoksa  على عينك غينٌ  gözünde perde  وفي قلبك رينٌ  ve kalbinde pas  فلا نُطوِّل هنا  sözü burada uzatmayacağız.

Eğer gözünde perde ve kalbinde pas yoksa sana kâfi gelecektir. Sözü burada uzatmayacağız.

İzah: Efendimiz (a.s.m.)’ın getirmiş olduğu şeriat peygamberliğini ispata kâfi bir delildir. O hükümler ki hem dünya saadetini hem de ahiret saadetini temin eder. Bu delili şöyle mütalaa edelim:

Şöyle bir soru sorsam:

— Okuma-yazma bilmeyen birisi bir hukuk kitabı yazabilir mi?

Elbette yazamaz. Hukukun ne olduğunu bilmeyen, kitabını nasıl yazacak!

— Peki, siz okuma-yazma bilmeyen bir kişinin -bir hukuk kitabı yazdığını değil- bir hukuk sistemini ortaya koyduğunu görseniz ne dersiniz?

— Bir de ortaya koyduğu bu sistemde tamamen orijinal hükümler bulunsun ve hiçbir sistemi taklit etmemiş olsun, buna ne dersiniz?

Bir de şunu görseniz: Okuma-yazma bilmeyen bu kişinin ortaya koymuş olduğu hukuk sistemi sadece kuramsal, kâğıt üstünde bir sistem değil. Toplumların ve ülkelerin uyguladığı ve uyguladıklarında adaleti tam manasıyla sağladıkları bir sistem. Öyle bir sistem ki en vahşi toplumlar bu sistemi kendilerine rehber yaptıklarında, birden en medeni toplumlara yetişiyor hatta onları geçiyor. Bu sistemle yönetilen toplumlarda en küçük bir kargaşa ve en ufak bir hak kaybı olmuyor. İnsanların can ve mal güvenliği tam manasıyla sağlanıyor. Yani bu sistemin işlediği toplumlarda kediyle kuş arkadaş oluyor ve boynuzsuz koyun boynuzlu koyundan hakkını alabiliyor.

Bu hukuk sistemine bir özellik daha ekleyelim:

Bu öyle bir sistem ki zamanın ihtiyarlamasıyla ihtiyarlamıyor. Yaşam tarzları farklı bütün asırların ihtiyacını görüyor. Yani okuma-yazma bilmeyen bu kişi bir hukuk sistemi ortaya koyuyor, bin sene sonra yaşayan insanlar bile o hukuk sistemiyle saadete ulaşıyor.

— Okuma-yazma bilmeyen bir kişiden böyle bir sistemin çıkması mümkün müdür?

Asla mümkün değildir. Bırakın okuma-yazma bilmeyen birisini, bin tane hukukçuyu bir araya getirsek bunu yine de yapamazlar. Zaten yaptıkları da ortada…

Bakınız, şimdi dikkatle dinleyiniz:

Hz. Muhammed (a.s.m.) okuma-yazma bilmiyordu. Kur’an’ın beyanıyla ne tek bir harf yazmış ne de tek bir kelime okumuştu. Ama bu hâliyle adına şeriat denilen öyle bir hukuk sitemini ortaya koydu ki 14 asır boyunca insanların dörtte birini adaletle ve hakkaniyetle idare etti. Bunun yeryüzünde tek bir emsali yoktur. Zira görüyoruz ki yıllarca hukuk eğitimi almış onlarca hukukçunun bir araya gelmesiyle yaptığı kanunlar 3-5 sene bile yaşayamıyor ve eskiyor. Adaletle idare edememesi de cabası…

Acaba ümmi olan (okuma-yazma bilmeyen) bu zatın (a.s.m.) tek başına bu kanunları yapması ve bu kanunların hiçbir değişikliğe uğramadan, tam 14 asır boyunca, insanların en az dörtte birini adaletle ve hakkaniyetle idare etmesi mümkün müdür? Hayır, asla mümkün değildir.

Yol ikidir:

Ya denilecek ki: Bu hukuk sistemini bizzat o zatın kendisi yapmıştır. Bu kabul edildiğinde, bu işin nasıllığı da izah edilmek zorundadır. Yani okuma-yazma bilmeyen birisi bunu nasıl yaptı, bu açıklanmalıdır.

Ya da denilecek ki: Bu zat vahye mazhardır, Allah’ın resulüdür, bu hükümleri ona Allah öğretmiş ve vahiyle bildirmiştir. Bu zat bu sistemin sahibi değil, sadece tebliğ edicisidir.

Akıl ve mantık ancak bu ikinci şıkkı kabul eder.

Eğer birisi, “Biz şeriat denilen bu hukuk sisteminin mükemmel olduğunu nereden biliyoruz?” derse, ona deriz ki:

Şimdi biz sana yüzlerce İslam âliminin bu konudaki sözlerini nakletsek, sen bu sözleri kabul etmezsin. Hem kemal odur ki dost değil, düşman onu takdir etsin. Bu yüzden sana Shebol’un sözünü nakletmek istiyorum. Bu zat 1927 Hukuk Kongresi başkanıdır. O şöyle diyor:

— Hz. Muhammed’in insan olması itibarıyla, bütün insanlık muhakkak iftihar eder. Çünkü o zat okuma-yazma bilmemesiyle beraber, 13 asır evvel, öyle kanunlar ve esaslar getirmiş ki biz Avrupalılar 2.000 sene sonra onun kıymetine ve hakikatine yetişsek, en mesut ve en saadetli nesiller oluruz.

İşte Hukuk Kongresi Başkanı Shebol böyle demiş. Diğer Batılı bilim adamlarının sözlerini İşârâtü’l İ’caz tefsirinin sonunda bulabilirsiniz. Dersi uzatmamak için bu kapıyı açmıyoruz.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin