13. Ve kâinatın ölü ve suskun olan camidatından her biri; munis bir canlıya…
Beşinci Reşha’nın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وتحول كلٌّ مِن جامداتها الميّتةِ الصامتةِ حيًّا مونسا، مامورا مسحرا، ناطقا بلسان حاله آيات خالقه
Ve onun (kâinatın) ölü ve suskun olan camidatından her biri; munis bir canlıya, musahhar bir memura ve hâlıkının ayetlerini lisan-ı hâliyle konuşana dönüştü.
Ya da ناطقا lafzı مامورا lafzının ikinci sıfatıdır. Buna göre mana şöyle olur:
Ve onun (kâinatın) ölü ve suskun olan camidatından her biri; munis bir canlıya ve hâlıkının ayetlerini lisan-ı hâliyle konuşan musahhar bir memura dönüştü.
İzah: Kâinata küfür gözüyle bakıldığında dağlar, denizler ve yıldızlar gibi cansız varlıklar birer cenaze hükmünde görünmüştü. İman gözüyle bakıldığında ise cemadat birden hayat buldu ve dost vaziyeti aldı. Her biri munis bir canlı ve lisan-ı hâl ile Allah’ın ayetlerini okuyan musahhar bir memur oldu.
Cansız varlıkların lisan-ı hâl ile Allah’ın ayetlerini okumasını iki farklı şekilde anlayabiliriz:
Birinci mana şudur: Allah’ın ayetlerinden maksat Allahu Teâlâ’nın varlığını, birliğini, isim ve sıfatlarının nihayetsizliğini gösteren delillerdir. Her bir delil bir ayet hükmündedir ve o varlık bu ayetleri okuyan ve okutan hikmetli bir kitaptır. Bu ayetlerin bir kısmını Lem’alar Risalesi’nde mütalaa etmiştik. Daha geniş bir mütalaayı Katre Risalesi’nde yaptık.
İkinci mana da şudur: Allah’ın ayetlerinden maksat Kur’an’ın ayetleridir. Her bir varlık lisan-ı hâliyle Kur’an’ın kendine bakan ayetlerini okumaktadır. Mesela:
Bir taşın dağdan yuvarlandığını gördüğünüzde bu taş lisan-ı hâliyle şu ayeti okur:
وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللَّهِ
“Öyle taşlar vardır ki Allah korkusuyla düşüp yuvarlanır.” (Bakara 74)
Yine bir kayadan su çıktığını görseniz, bu kaya lisân-ı haliyle şu ayeti okur:
وَإِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاء
“Öyle taşlar vardır ki çatlar da içinden su çıkar.” (Bakara 74)
Denize baktığınızda deniz lisan-ı hâliyle şu ayeti okur:
وَمَا يَسْتَوِي الْبَحْرَانِ هَذَا عَذْبٌ فُرَاتٌ سَائِغٌ شَرَابُهُ وَهَذَا مِلْحٌ أُجَاجٌ وَمِن كُلٍّ تَأْكُلُونَ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُونَ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا
“İki deniz eşit değildir. Şu tatlıdır, susuzluğu keser, içimi de kolaydır. Şu ise tuzludur ve acıdır. Bununla beraber, her birinden taze bir et yersiniz ve bir ziynet çıkarıp onu giyersiniz…” (Fatır 12)
Buluta baktığınızda bulut lisan-ı hâliyle şu ayeti okur:
وَأَنزَلْنَا مِنَ السَّمَاء مَاء بِقَدَرٍ فَأَسْكَنَّاهُ فِي الْأَرْضِ وَإِنَّا عَلَى ذَهَابٍ بِهِ لَقَادِرُونَ
“Gökten suyu bir ölçü ile indirdik ve onu yeryüzünde durdurduk. Bizim onu gidermeye de elbette gücümüz yeter.” (Müminun 18)
Güneşe baktığınızda güneş lisan-ı hâliyle şu ayeti okur:
وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا ذَلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ
“Güneş de (Allah’ın bir ayetidir ki) kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu, aziz ve alîm olan Allah’ın takdiridir.” (Yasin 38)
Bu misallerde olduğu gibi, dağlar, denizler, ağaçlar, yıldızlar, galaksiler ve şu âlemde ne varsa, her bir mahluk, lisan-ı hâliyle Kur’an’ın kendine bakan ayetlerini okur. Kur’an kâinatı okuduğu gibi, kâinat da Kur’an’ı okur. Kur’an’a hâkim olan birisi mevcudatın lisan-ı hâliyle okuduğu Kur’an’ı dinleyebilir.
Demek, cemadat hem Allah’ın varlığına, birliğine, isim ve sıfatlarına dair ayetleri -yani delilleri- okuyor hem de Kur’an’ın kendine bakan ayetlerini okuyor. Küfür gözüyle bakıldığında cenaze hükmünde görünen cemadat, iman gözüyle bakıldığında mezkûr ayetleri okuyan musahhar bir memur şeklinde görünüyor.
Kâinata iman gözüyle bakıldığında kâinatın aldığı şeklin üçüncü maddesini mütalaa ettik. Bir sonraki derste dördüncü maddeyi mütalaa edeceğiz.
Yazar: Sinan Yılmaz