24. Sonra şahsiyeti cihetinden ona bak! Onu muhabbet-i rahmaniyenin misali olarak görürsün…
Altıncı Reşhanın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ثم انظر اليه sonra ona (Hz. Muhammed (a.s.m.)’a) bak من جهة شخصيته şahsiyeti cihetinden تره onu görürsün (ne olarak görürsün) مثالَ المحبة الرحمانية muhabbet-i rahmaniyenin misali olarak وتمثالَ الرحمة الربانية rahmet-i rabbâniyenin timsali olarak وشرفَ الحقيقة الانسانية hakikat-i insaniyenin şerefi olarak وأنورَ أزهرَ ثمراتِ شجرة الخلقة ve şecere-i hilkatin meyvelerinin en nurlusu ve parlağı olarak.
Sonra ona (Hz. Muhammed (a.s.m.)’a) şahsiyeti cihetinden bak! Onu muhabbet-i rahmaniyenin misali, rahmet-i rabbâniyenin timsali, hakikat-i insaniyenin şerefi ve şecere-i hilkatin meyvelerinin en nurlusu ve parlağı olarak görürsün.
İzah: Bu cümlede zikredilen, Efendimiz (a.s.m.)’ın birinci vasfı muhabbet-i Rahmaniyenin misali olmasıdır. Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın neden Habibullah olduğunu ve muhabbet-i Rahmaniyenin niçin misali olduğunu 24. Mektup’un 2. Zeylinin 2. Nüktesinde izah etmiş. O uzun beyandan iktibasla meseleyi özetleyelim. Dilerseniz, siz daha sonra mezkûr bölümü okuyabilirsiniz.
Cenab-ı Hakk’ın hadsiz cemal ve kemali vardır. Her cemal ve kemal sahibinin kendi cemal ve kemalini sevmesi gibi,
1. Allahu Teâlâ da zatî cemalini ve kemalini zatına layık bir muhabbetle sever.
2. O cemalinin şuası olan esmasını dahi sever.
3. Madem esmasını sever, elbette esmasının güzelliğini gösteren sanatını dahi sever.
4. Madem sanatını sever, elbette o sanata ayna olan masnuatını dahi sever.
5. Madem masnuatını sever, elbette cemal ve kemal-i esmasına işaret eden mahlukatının mehâsinini dahi sever.
İşte Allah’ın zatına layık bir şekilde bu beş çeşit muhabbeti vardır. Buna muhabbet-i mukaddese diyebiliriz.
Peygamberimiz (a.s.m.) ise masnuat içinde en mükemmel fert ve mahlukat içinde en mümtaz şahsiyettir. Çünkü:
1. Sanat-ı İlahiyeyi bir velvele-i zikir ve tesbih ile teşhir ve istihsan ediyor.
2. Esmâ-i hüsnadaki cemal ve kemal hazinelerini lisan-ı Kur’an ile açıyor.
3. Kâinatın âyât-ı tekviniyesinin Allah’ın kemaline olan delaletlerini parlak ve kat’i bir surette lisan-ı Kur’an’la beyan ediyor.
4. Külli ubudiyetiyle rububiyet-i İlahiyeye ayinedarlık ediyor.
5. Mahiyetinin camiiyetiyle bütün esmâ-i hüsnaya ayna oluyor.
İşte bunlar için denilebilir ki:
1. Allahu Teâlâ kendi cemalini sevmesi sebebiyle, o cemalin en mükemmel aynası olan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı da sever.
2. Hem kendi esmasını sevmesi sebebiyle, o esmanın en parlak aynası olan Muhammed-i Arabî (a.s.m.)’ı da sever.
3. Hem sanatını sevmesi sebebiyle, bu sanatı en yüksek bir sedayla ilan eden Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı daha çok sever.
4. Hem masnuatını sevdiği için, o masnuatın en mükemmeli olan zihayatı ve zihayatın en mükemmeli olan şuur sahiplerini ve şuur sahiplerinin en efdali olan insanları ve insanların bilittifak en mükemmeli olan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı daha ziyade sever.
5. Hem kendi mahlukatının mehâsin-i ahlakiyelerini sevdiği için, mehâsin-i ahlakiyede en yüksek mertebede bulunan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı daha çok sever.
Hülasa: Cenab-ı Hakk’ın muhabbeti kâinatı ihata etmiş. O hadsiz mahbuplar içinde, mezkûr beş veçhin her bir veçhinde en yüksek makam Muhammed-i Arabî (a.s.m.)’a mahsustur ki “Habibullah” lakabı ona verilmiş ve muhabbet-i Rahmaniyenin misali olmuş.
Şimdi, Efendimiz (a.s.m.)’ın rahmet-i Rabbâniyenin timsali olmasını maddeler hâlinde mütalaa edelim:
Bu cümlenin birinci manası şudur:
Allahu Teâlâ Rahim ismiyle kâinatta tecelli etmektedir. Merhametin gözüktüğü her eser ve her hadise ism-i Rahim’in bir tecellisidir. Mesela validelerin sinesinde evlatlarına karşı olan şefkat ism-i Rahim’in bir tecellisidir.
Bu isim kiminde deniz gibi tecelli ederken kiminde damla gibi tecelli etmiştir. Bu ismin en yüksek tecellisi ise Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın gönlünde olmuştur.
İşte bu tecelli sebebiyle, kâfirler imana gelmeyince kendini helak edecek kadar üzüyordu. Allahu Teâlâ da ona şöyle hitap ediyordu:
لَعَلَّكَ بَاخِعٌ نَفْسَكَ أَلاَّ يَكُونُوا مُؤْمِنِينَ
“Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin.” (Şuara 3)
Yine ism-i Rahim’e olan bu mazhariyeti sebebiyle, mahşerde peygamberler “Nefsim, nefsim!” derken, O “Ümmetim, ümmetim!” diyecektir.
Bu maddenin misalleri o kadar çoktur ki üzerine kitap yazılabilir. Biz bu kadarla iktifa edip deriz ki:
Peygamberimiz (a.s.m.) ism-i Rahim’in tecellisi olan, kalbindeki merhamet sebebiyle, rahmet-i Rabbâniyenin timsali olmuştur.
Rahmet-i Rabbâniyenin timsali olmasının ikinci ciheti şudur:
Cenab-ı Hak Peygamberimize hitaben, “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya 107) buyurmuştur.
Ayet-i kerimede zikredilen “âlemler”den maksat İbni Abbas Hazretlerine göre, Efendimiz (a.s.m.)’ın, kendilerine Peygamber olarak gönderildiği bütün varlıklardır. Bunların mümin veya kâfir olması fark etmez. Peygamberimiz hem müminler için hem de kâfirler için bir rahmettir. Müminler için rahmet olması hem dünya hayatının hem ahiret hayatının saadetine vesile olduğu içindir. Kâfirler için rahmet olması ise sadece dünya hayatı içindir. Zira kâfirler Peygamberimiz (a.s.m.) sayesinde, geçmiş ümmetlerin başına gelen maymuna dönüşme, gökten üzerlerine taş yağma gibi afetlerden mahfuz olmuşlardır. Onların toptan helak edilmeyişi Efendimizin hürmetinedir.
Demek, Peygamberimizin rahmet olmasının ikinci ciheti müminlerin dünya ve ahiret saadetlerine, kâfirlerin ise dünya saadetlerine vesile olmasıdır.
Rahmet-i Rabbâniyenin timsali olmasının üçüncü ciheti şudur:
Peygamberimiz yalnız insanlara değil, bütün âlemlere rahmettir. Zira onun tebliğ ve irşadıyla âlem kıymet kazanmıştır. Eğer âleme o ders ile bakılmazsa:
– Kâinat umumi bir mâtemhâne şeklinde görünür.
– Bütün mevcudat birbirine karşı yabancı ve düşman vaziyeti alır.
– Dağlar, denizler, yıldızlar gibi cansız varlıklar birer cenaze hükmünde görünür.
– Hayvan ve insanlar yetimler gibi olup, ölümün ve firakın korkusundan feryat ediyorlar şeklinde gözükür.
– Kâinat bir oyuncak hükmünü alır; hikmet gizlenir, her şey abesiyete inkılap eder.
Âlemin kıymeti ancak Peygamberimiz (a.s.m.)’ın dersi ve irşadıyla anlaşılır. Demek, Peygamberimiz (a.s.m.) âlemin kıymetinin anlaşılmasına sebep olduğu için âlem için de bir rahmet olmuştur.
Rahmet-i Rabbâniyenin timsali olmasının dördüncü ciheti şudur:
Peygamberimiz (a.s.m.) getirdiği din cihetiyle de rahmettir. O din ki insanları esfel-i safiline düşmekten korumuş ve âlây-ı illiyyine çıkarmıştır. O din ki insanı hayvaniyet derekesine düşmekten korumuş, halife-i zemin makamına çıkarmıştır. O din ki müntesiplerini rızay-ı İlahiyeye ulaştırmıştır.
Bütün bu saydığımız ve sayamadığımız sebeplerle, Hz. Muhammed (a.s.m.) rahmet-i Rabbâniyenin timsali olmuştur. Nasıl ki yağmura “rahmet” denilmiş, çünkü âdeta rahmetin tecessüm etmiş şeklidir. Aynen bunun gibi, Hz. Muhammed (a.s.m.)’a da “Rahmet-i Rabbâniyenin timsali” denilmiş, çünkü o da rahmetin tecessüm etmiş şekli olup, varlıkların çok rahmetlere ulaşmasına vesile olmuş.
Şimdi, Efendimiz (a.s.m.)’ın hakikat-i insaniyenin şerefi olmasını mütalaa edelim:
Her şeyin bir hakkı, bir de hakikati vardır. Peygamberimiz (a.s.m.) Hz. Hâris’e şöyle der:
إنَّ لِكُلِّ حقٍّ حقيقةً Her hakkın bir hakikati vardır. فَمَا حَقِيقَةُ اِيمَانِكَ Senin imanının hakikati nedir? (İbni Hacer, İsâbe, I, 289; Heysemi, Mecmeu’z-Zevâid, I, 57)
Aynen bunun gibi, insaniyetin de bir hakkı vardır, bir de hakikati. Hakkı, ona insan denmesidir. Varlık cihetiyle hayvan ya da bitki değildir, insandır. Ancak insanlığın da bir hakikati vardır. Nice insanlar vardır ki bu hakikatten çok uzak oldukları için Allah onlar hakkında, أُولَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ “Onlar hayvanlar gibidir hatta daha da aşağıdır.” buyurmuştur. (Araf 179)
— Peki, insaniyetin hakikati nedir ve Hz. Muhammed (a.s.m.) hangi sebepten dolayı hakikat-i insaniyenin şerefi olmuştur?
İnsaniyetin bir kısım hakikatini maddeler hâlinde beyan edelim:
1. Allah’ın rububiyet-i mutlakasına karşı ubudiyet-i mutlaka ile mukabele etmek.
2. Esmâ-i hüsnasına en cami ve en geniş ayna olmak.
3. Hitâbât-ı Sübhaniyesine -yani Kur’an ile yaptığı hitaba- mütefekkir bir muhatap olup emirlerine itaat etmek.
4. Mahlukatın tesbihat ve ibadetlerine müşahid olmak.
5. Saltanat-ı rububiyeti temaşa edip, “Allahu Ekber”ler ile tekbir ve tesbih vazifesini eda etmek.
6. Rahmet-i İlahiyenin nimetlerini zahir ve bâtın duygularla tadıp anlamak ve “Elhamdülillah” diyerek şükür ve sena vazifesini eda etmek.
7. Kalem-i kudret ile yazılan mektubat-ı Rabbâniyeyi mütalaa makamında tefekkür ve istihsan etmek.
8. Allahu Teâlâ’nın, sanatının mucizeleriyle kendini tanıttırmasına mukabil, hayret içinde Onu tanımak.
9. Rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmesine karşı, muhabbet ve aşk ile Onu sevmek.
10. Yer ile göklerin ve dağların yüklenmekten çekindiği emanet-i kübrayı yüklenmek. Yani küçücük cüz’i ölçüleriyle Allah’ın muhit sıfatlarını, külli şuunatını ve nihayetsiz tecelliyatını ölçerek bilmek.
İşte bunlar gibi, daha birçok vazifeyi eda ile insan, insan-ı kâmil olur ve insaniyetin hakikatine ulaşır. Peygamberimiz (a.s.m.)’ın hakikat-i insaniyenin şerefi olması bu vazifelerin tamamını en mükemmel şekilde yapması sebebiyledir. O hem bu vazifeleri insana öğretmiş hem de en kâmil manada bizzat kendisi eda etmiştir.
Şimdi de Efendimiz (a.s.m.)’ın şecere-i hilkatin en nurlu ve parlak meyvesi olması üzerine birkaç kelam edelim:
Kâinatı bir ağaca benzetsek, insan bu ağacın meyvesi olur. Ağaç meyve için dikildiği gibi, kâinat da insan için yaratılmıştır. Hz. Muhammed (a.s.m.) ise bu ağacın hem çekirdeği hem de en kıymetli ve en mükemmel meyvesidir. Kim âlemde yaptığı icraata ve onun hüsn-ü ahlakına baksa bunu tasdik eder.
Yazar: Sinan Yılmaz