35. Sonra bak, o zat (a.s.m.), şu namazı bu cemaat-i uzmaya öyle bir derecede kıldırıyor ki…
On Birinci Reşha’nın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
ثم انظر sonra bak أنه يصلي تلك الصلاةَ بهذه الجماعة العظمى o (a.s.m.), şu namazı bu cemaat-i uzmaya kıldırıyor بدرجة bir derecede كأنه sanki o هو امام في محراب عصره o (a.s.m.), asrının mihrabında imamdır واصطف خلفه arkasında saf tutmuş مقتدين به ona (a.s.m.) uyarak جميعُ أفاضل بني آدم beni Âdem’in en faziletlileri من آدمَ الى هذا العصر إلى آخر الدنيا (Hazreti) Âdem’den bu asra (asr-ı saadete) kadar, dünyanın sonuna kadar في صفوف الاعصار asırların safları içinde مؤْتمِّين به onu imam kabul ederek ومؤَمِّنين على دعائه ve duasına âmin diyerek.
Sonra bak, o zat (a.s.m.), şu namazı bu cemaat-i uzmaya öyle bir derecede kıldırıyor ki sanki o (a.s.m.), asrının mihrabında imamdır. (Hazreti) Âdem’den bu asra (asr-ı saadete) kadar, ta dünyanın sonuna kadar, beni Âdem’in en faziletlileri, asırların safları içinde onu imam kabul ederek ve duasına âmin diyerek, ona muktedi bir vaziyette arkasında saf tutmuş.
ثم استمع sonra kulak ver ما يفعل ne yapıyor في تلك الصلاة şu namazda بتلك الجماعة şu cemaatle فها هو işte o (a.s.m.) يدعو لحاجة شديدة عظيمة عامّة şedit, azim ve umumi bir ihtiyaç için dua ediyor بحيث öyle ki يشترك معه ona iştirak ediyor في دعائه duasında الأرضُ yeryüzü بل السماء belki sema بل كلُّ الموجودات belki bütün mevcudat.
Sonra (ona) kulak ver; şu cemaatle şu namazda ne yapıyor! İşte o (a.s.m.) şedit, azim ve umumi bir ihtiyaç için öyle dua ediyor ki yeryüzü belki sema belki bütün mevcudat duasında ona iştirak ediyor.
فيقولون بألسنة الأحوال hâllerinin lisanlarıyla diyorlar نعم يا ربنا evet ey Rabbimiz تقبل دعاءه onun duasını kabul et فنحن أيضًا نطلبه biz de onu istiyoruz.
Lisan-ı hâlleriyle diyorlar ki: Evet ey Rabbimiz! Onun duasını kabul et; biz de onu istiyoruz.
بل مع جميعِ ما belki o şeyin tamamıyla birlikte (o şey nedir) تجلى علينا من اسمائك isimlerinden üzerimize tecelli etti نطلب istiyoruz حصولَ ما o şeyin husulünü يطلب هو o istiyor.
Belki üzerimize tecelli eden isimlerinin tamamıyla birlikte, onun (a.s.m.) istediği şeyin husulünü istiyoruz.
ثم انظر الى طوْره sonra onun tavrına bak في طرزِ تضرعاته tarz-ı tazarruatındaki كيف يتضرع nasıl tazarru ediyor بافتقارٍ عظيم في اشْتياقٍ شديد şedit bir iştiyak içinde azim bir iftikarla وبحزنٍ عميق في محبوبيةٍ حزينة hazin bir mahbubiyet içinde derin bir hüzünle بحيث o derece ki يُهيِّج بكاءَ الكائنات kâinatın ağlamasını tahrik ediyor فيُبكيها onu (kâinatı) ağlatıyor فيُشركها في دعائه ve duasına ortak ediyor.
Sonra onun tarz-ı tazarruatındaki tavrına bak! Şedit bir iştiyak içinde azim bir iftikarla ve hazin bir mahbubiyet içinde derin bir hüzünle nasıl tazarru ediyor? O derece ki kâinatın ağlamasını tahrik ediyor, kâinatı ağlatıyor ve duasına ortak ediyor.
İzah: Üstadımız, Peygamberimiz (a.s.m.)’ın duasının ve ubudiyetinin saadet-i ebediyenin icadına vesile olmasını dört maddede izah ediyor:
1. Kim dua ediyor?
2. Niçin dua ediyor?
3. Kime dua ediyor?
4. Duasında ne istiyor?
Şimdi, Üstadımız dedi ki: Peygamberimiz (a.s.m.) bütün nev-i beşere imamdır. Mescidi sadece Arap yarımadası değil, bütün yeryüzüdür. Cemaati de sadece o zamanın insanları değildir. Hz. Âdem’den kıyamete kadar her asrın halkı bir saf olmuş; bütün asırların safları, Peygamberimizin cemaati olup, onun duasına “Âmin” diyorlar.
Bu duaya “Âmin” diyenler de sadece insanlar değil; bütün hayat sahipleri, yeryüzü, gökyüzü ve bütün mevcudat bu duaya “Âmin” diyorlar. Zira onları da ilgilendiren pek şedit bir ihtiyac-ı azim için dua ediyor. Bu sebeple, o varlıklar da “Ey Rabbimiz, onun duasını kabul eyle, biz de o duayı ediyor ve onun talep ettiği şeyi talep ediyoruz.” diyorlar.
Ve Peygamberimiz (a.s.m.) öyle bir hâlde dua ediyor ki kâinat bile heyecana gelip onun duasına iştirak ediyor. Zira Efendimiz (a.s.m.) tam bir tazarru ve tezellülle, bir iştiyak ve hüzünle dua ediyor. Onun bu hâlinden kâinat dahi heyecana geliyor.
Üstadımızın mezkûr ifadelerini üç maddede toplamak mümkün:
1. Duasına önceki ve sonraki asırlar halkının “Âmin” demesi.
2. Zevilhayat olan hayvanat ve nebatatın o duaya “Âmin” demesi.
3. Yeryüzünün, semanın, bütün mevcudatın ve kâinatın “Âmin” deyip o duaya iştirak etmesi.
Şunu hatırlatalım: Bu ifadeler mecaz ifadelerdir. Yani Peygamberimiz (a.s.m.) dua ediyor da önceki ve sonraki asırların insanları, hayvanat ve nebatat, yeryüzü ve gökyüzü, mevcudat ve bütün kâinat bu duaya dilleriyle Âmin demiyor. Üstadımız duanın haşmetini göstermek için bir mecaz tasvir yapıyor. Bunun manası şudur:
1. Önceki ve sonraki insanların “Âmin” demesi, onların da aynı şey için dua edip Allah’tan aynı şeyi istemesidir. Aynı şeyi istemekle, lisan-ı hâlleriyle “Âmin” demiş oluyorlar.
2. Zevilhayat olan hayvanat ve nebatatın o duaya “Âmin” demesi, onların da aynı şeyi istemesi ve aynı şeye ihtiyaç duymasıdır. Onlar da âdeta lisan-ı ihtiyaçla bu duaya Âmin diyorlar. Zira kıymetlerinin tahakkuku, bu duanın kabulüne bağlıdır. Bu bahsi birazdan açacağız.
3. Yeryüzünün, semanın, bütün mevcudatın ve kâinatın “Âmin” deyip bu duaya iştirak etmesi yine mecazdır. Hakikatte bir “Âmin” demek yoktur. Aynı şeyi istedikleri için sanki Âmin diyorlarmış gibi tasvir edilmiş.
Demek, bu ifadeler bir tasvirdir ve bir mecaz anlatımdır. Üstadımız bu duanın azametini ve bütün eşyanın bu duaya olan ihtiyacını böyle tasvir etmiş. (Duanın diğer maddeleri sonraki derste izah edildi.)
Yazar: Sinan Yılmaz