32. Tahkik ile öyle bir istikbalden haber veriyor ki dünyevi istikbalin ona nispeti…
Onuncu Reşha’nın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
وكذا ve keza يخبر بتحقيقٍ عن استقبال tahkik ile bir istikbalden haber veriyor ليس الاستقبالُ الدنيوي بالنسبة اليه dünyevi istikbalin ona nispeti değildir الا كقطرة سراب بلا طائل بالنسبة الى بحر بلا ساحل ancak faydasız bir katre serabın, sahilsiz bir denize nispeti gibidir.
Ve keza, tahkik ile öyle bir istikbalden haber veriyor ki dünyevi istikbalin ona nispeti ancak faydasız bir katre serabın, sahilsiz bir denize nispeti gibidir.
İzah: Peygamberimiz (a.s.m.) ölümün olmadığı ebedî bir hayattan haber veriyor. Şu fâni hayat, ona kıyasla damla hükmündedir. Değil elli sene, yüz sene; insan bu dünyada bir milyon sene yaşasaydı, bu bir milyon sene, ebedî hayata kıyasla yine damla hükmünde olurdu. Ebediyete kıyasla milyonlar sene, saniye hükmüne bile geçmez.
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle baki bir istikbalden haber veriyor; ölümün ve zevalin olmadığı ebed memleketinden bahsediyor.
وكذا Ve keza يُبشر عن شهود بسعادة şuhudî olarak bir saadetle müjdeliyor ليست السعادةُ الدنيوية بالنسبة اليها dünyevi saadetin ona nispeti değildir الا كبرق زائل بالنسبة الى شمس سرمدية ancak şems-i sermedinin bir berk-i zaile nispeti gibidir.
Ve keza, şuhudî olarak öyle bir saadetle müjdeliyor ki dünyevi saadetin ona nispeti, şems-i sermedinin (daimî güneşin) bir berk-i zaile (bir anda parlayıp yok olan şimşeğe) nispeti gibidir.
İzah: Efendimiz (a.s.m.) saadet-i ebediyeyi müjdeliyor. O saadet ki şu fâni dünyanın bütün saadetleri, ona kıyasla rüya hükmündedir.
Üstadımızın ifadesiyle, şu dünyada bin sene mesudane bir hayat, cennetin bir saatlik saadetine mukabil gelemiyor. Ve cennetin de bin senelik saadeti, Allah’ı görmekle hasıl olan lezzetin bir saatine mukabil gelemiyor.
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle bir saadeti müjdeliyor. Cenneti anlatırken şöyle diyor:
قالَ اللَّهُ تَعالَى أعْدَدْتُ لِعِبادِي الصَّالِحِينَ مَا لاَ عَيْنٌ رَأَتْ وَلاَ أُذُنٌ سَمِعَتْ وَلاَ خَطَرَ علَى قَلْبِ بَشَر
“Allahu Teâlâ dedi ki: Ben salih kullarım için öyle nimetler hazırladım ki ne göz görmüş, ne kulak işitmiş, ne de kalb-i beşere hutur etmiş.” (Buhârî, 4779; Müslim, 2824)
İşte Efendimiz (a.s.m.) böyle nimetleri ve saadeti müjdeliyor ki şu dünya saadeti o saadete kıyasla rüya hükmündedir.
نعم evet تحت حجاب هذه الكائنات ذاتِ العجائب acayip şeylerin sahibi olan bu kâinatın perdesi altında vardır (ne vardır) عجائبُ garip şeyler تنتظرنا وتَنظر الينا bizi bekliyor ve bize bakıyor ولا بد gerekir لاخبار تلك العجائب والخوارق bu acayip şeylerin ve harikaların ihbarı için شخص عجيب خارق acayip ve harika bir şahıs يشاهد ثم يشهد şahit olur sonra şehadet eder ويُبصر ثم يُخبر görür sonra haber verir.
Evet, acayip şeylerin sahibi olan bu kâinatın perdesi altında garip şeyler vardır; bizi bekliyor ve bize bakıyor. Bu acayip şeylerin ve harikaların ihbarı için acayip ve harika bir şahıs gerekir. O şahıs (o garip ve harika şeylere önce kendisi) şahit olur sonra şehadet eder; görür sonra haber verir.
İzah: Bizi bekleyen acib şeyler; kabirde uyanmak, Nekir ve Münker’in suallerine muhatap olmak, kabrin cennet bahçelerinden bir bahçe ya da cehennem çukurlarından bir çukur olması, âlem-i berzahta kıyametin kopmasını beklemek, kıyametten sonra kabirlerden çıkmak, mahşer meydanına gitmek, mizanın kurulması, hesabın görülmesi, defterimizin elimize verilmesi, sırattan geçmek ve daha bunlar gibi onlarca şeydir ki onlar bizi bekliyor; biz de onları bekliyoruz.
Elbette bizi bekleyen bu gaybi hâlleri bize haber verecek bir zat lazımdır. Öyle bir zat olmalı ki o garaibi evvela bizzat kendi görmeli ve gördüğü şeyleri bize haber vermeli. İşte bu zat, başta Hz. Muhammed (a.s.m.) olarak peygamberlerdir.
Dolayısıyla Allah’ın, gaybi âlemleri bizlere tanıtmak istemesi peygamberlerin vücudunu iktiza eder. Çünkü o gaybi âlemlere ancak onlar muttali olup, vahye mazhariyetle birlikte, onlar bize haber verebilir. Yoksa burnunun ucunu göremeyen insan o gaybî âlemleri nasıl görecek ve nasıl bilecek?
نعم evet نشاهد من شؤونه واطواره onun işlerinden ve tavırlarından görüyoruz أنه يشاهد ثم يشهد (önce) onun şahit olduğunu sonra şehadet ettiğini فينذر ويبشر sonra uyardığını ve müjdelediğini.
Evet, onun işlerinden ve tavırlarından, (önce) onun şahit olduğunu sonra şehadet ettiğini, sonra uyardığını ve müjdelediğini görüyoruz.
وكذا ve keza يخبر haber veriyor عن مرضيات رب العالمين Rabbü’l-âlemin’in marziyatından ومطالبِه منا ve bizden isteklerinden وهكذا ve bunun gibi من عظائمِ مسائلَ لا مفرَّ منها kendilerinden hiçbir kaçış olmayan büyük meselelerden وعجائبِ حقائقَ لا منجا منها ولا سعادةَ بدونها kendilerinden hiçbir kurtuluş olmayan ve onsuz saadet olmayan acayip hakikatlerden (haber veriyor).
Ve keza, Rabbü’l-âlemin’in marziyatından ve bizden isteklerinden haber veriyor. Ve bunun gibi, kendilerinden hiçbir kaçış olmayan büyük meselelerden, kendilerinden hiçbir kurtuluş olmayan ve onsuz saadet olmayan acayip hakikatlerden (haber veriyor).
İzah: Bu dünyayı yaratıp mahlukatı bize musahhar eden Zatın elbette bizden bir istediği var. İşte o isteği bize haber verecek ve Sultan-ı kâinatın marziyatını bildirecek bir zat lazımdır. Çünkü böyle külli bir rububiyet, mukabilinde bir ubudiyet ister. Bu ubudiyeti bize öğretecek olan da ancak peygamberlerdir. Peygamberimiz (a.s.m.) marziyat-ı İlahiyeyi bildirmesi cihetiyle Allah’ın resulüdür. Âlemdeki külli rububiyet, Efendimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetini ispat ve iktiza eder.
Evet, Peygamberimiz (a.s.m.) öyle meselelerden bahsediyor ki onlardan kurtuluş yok! Kabirdeki hesaptan tutun kabirlerden çıkışa, mahşer meydanında toplanmaktan tutun sırattan geçişe, cennetin sakini olmaktan tutun cehennemin odunu olmaya kadar, öyle hakikatlerden bahsediyor ki bunlardan kurtulmak mümkün değildir.
فيا حسرةً على الغافلين gafillere yazıklar olsun ويا خسارةً على الضالين sapıtanlara ne büyük zarar ويا عجبًا من بلاهة اكثر الناس insanların ekserisinin ahmaklığı ne şaşılacak şey كيف تعامَوْا عن هذا الحق bu hakka karşı nasıl kör gibi davranıyorlar وتصامُّوا عن هذه الحقيقة ve bu hakikate karşı nasıl sağırlaştılar لا يهْتمُّون بمثل هذا الذات في عجائبه acayiplikleri içindeki böyle bir zata önem vermiyorlar مع أنّ من شأن مثلِه hâlbuki böyle bir zatın şanındandır أنْ تُفدَى له الارواح ruhların ona feda edilmesi ويُسرَع اليه بترك الدنيا وما فيها dünya ve içindekileri terk ederek ona koşulması.
Gafillere yazıklar olsun! Sapıtanlara ne büyük zarar! İnsanların ekserisinin ahmaklığı ne şaşılacak şey! Bu hakka karşı nasıl kör gibi davranıyorlar ve bu hakikate karşı nasıl sağırlaştılar? Acayiplikleri içindeki böyle bir zata önem vermiyorlar! Hâlbuki ruhların ona feda edilmesi ve dünya ve içindekileri terk ederek ona koşulması böyle bir zatın şanındandır.
Yazar: Sinan Yılmaz