41. Bu fevkalade intizama, bu geniş rahmete, bu kusursuz güzel sanata…
On İkinci Reşha’nın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
فهل يمكن mümkün müdür أن يتداخل karışması في هذا الانتظام الفائق bu fevkalade intizama وفي هذه الرحمة الواسعة bu geniş rahmete وفي هذه الصنعة الحسنة بالاقصور bu kusursuz güzel sanata وفي هذا الجمال بلا قُبْح ve bu kubuhsuz (çirkinliği olmayan) cemale بدرجة o derecede ki أنطق امثالَ الغزّاليِّ Gazzalî gibilerini konuşturmuş ب (sözü) ile ليس في الامكان أبدعُ مما كان olandan daha güzeli (daire-i) imkânda yoktur وان تتغير ve değişmesi (mümkün müdür) هذه الحقائقُ bu hakikatlerin بقبح خشين kaba bir çirkinlikle وبظلم مُوحِش ürkütücü bir zulümle وبتشوّش عظيم büyük bir karışıklıkla.
Bu fevkalade intizama, bu geniş rahmete, bu kusursuz güzel sanata, bu kubuhsuz cemale (çirkinliklerin) karışması mümkün müdür? O derecede ki İmam Gazzalî gibilerini, “Olandan daha güzeli daire-i imkânda yoktur.” sözüyle konuşturmuş. Ve yine bu hakikatlerin kaba bir çirkinlikle, ürkütücü bir zulümle ve büyük bir karışıklıkla değişmesi mümkün müdür?
Ya da: İmam Gazzalî gibilerini, “Olandan daha güzeli daire-i imkânda yoktur.” sözüyle konuşturan bir derecede; bu fevkalade intizama, bu geniş rahmete, bu kusursuz güzel sanata, bu kubuhsuz cemale (çirkinliklerin) karışması ve bu hakikatlerin kaba bir çirkinlikle, ürkütücü bir zulümle ve büyük bir karışıklıkla değişmesi mümkün müdür?
اذ çünkü سماعُ أدنى صوتٍ en edna bir sesi işitmek في أدنى خلقٍ en edna bir mahluktan في أدنى حاجةٍ en edna bir ihtiyaç hususunda وقبولها باهمية تامة ve onu tam bir ehemmiyetle kabul etmek…
Çünkü en edna bir sesi, en edna bir mahluktan, en edna bir ihtiyaç hususunda işitmek ve onu tam bir ehemmiyetle kabul etmek…
مع عدم سماعِ أرفعِ صوتٍ seslerin en yükseğini işitmediği hâlde ودعاءٍ في أشد حاجة ve en şedit bir ihtiyaç hususundaki duayı (işitmediği hâlde) وعدمِ قبولِ أحسنِ مسؤول ve istenilenin en güzelini kabul etmediği hâlde في أجملِ أملٍ ورَجاء emelin ve ricanın en güzeli hakkında…
Seslerin en yükseğini ve en şedit bir ihtiyaç hususundaki duayı işitmediği hâlde ve en güzel bir emel ve rica hakkında, istenilen şeylerin en güzelini kabul etmediği hâlde…
قبحٌ bir çirkinliktir ليس مثلَه قبحٌ onun benzeri bir çirkinlik yoktur وقصور ve bir kusurdur لا يساويه قصور hiçbir kusur ona denk olamaz.
Öyle bir çirkinliktir ki onun benzeri bir çirkinlik yoktur. Ve öyle bir kusurdur ki hiçbir kusur ona denk olamaz.
Toplu mana: Çünkü en edna bir sesi, en edna bir mahluktan, en edna bir ihtiyaç hususunda işitmek ve onu tam bir ehemmiyetle kabul etmek; (buna karşılık) seslerin en yükseğini ve en şedit bir ihtiyaç hususundaki duayı işitmemek ve en güzel bir emel ve rica hakkında, istenilen şeylerin en güzelini kabul etmemek öyle bir çirkinliktir ki onun benzeri bir çirkinlik yoktur. Ve öyle bir kusurdur ki hiçbir kusur ona denk olamaz.
İzah: Cenab-ı Hak en edna bir sesi (mesela bir böceğin, bir sineğin sesini) en edna bir kimseden (yani o böcekten, o sinekten ve o hakir mahluktan) edna bir iş için (yani basit bir ihtiyaç için) işitip kabul eder. Mesela sinek lisan-ı hâliyle kanat ister; duasına icabet edilir, ona kanat takılır.
Sineğin kıymeti ne ki kanadının bir kıymeti olsun? Buna rağmen Allahu Teâlâ onun sesini işitir, en kıymetsiz iş için yaptığı duayı kabul eder. Bu meseleyi önceki derslerde misalleriyle işlemiştik.
Şimdi de diğer duaya bakalım:
En yüksek bir ses… Bu ses Peygamberimiz (a.s.m.)’a ait. Peygamberimiz dua ediyor, o istiyor. Ve arkasında bütün Benî Âdem var, hayvanat ve nebatat var, kâinat ve içindeki mevcudat var. Hepsi birden bu duaya Âmin diyor. İşte böyle bir ses ve böyle bir kuvvet!
— Şimdi, hiç mümkün müdür ki en edna mahlukunun en kısık sesini işiten Allahu Teâlâ bu en yüksek sesi işitmesin?
Hâşâ ve kellâ! Bu mümkün değildir.
— Peki, bu yüksek sesle dua edenler niçin dua ediyor, dualarında ne istiyor?
En büyük bir iş için dua ediyorlar; ebedî saadeti, cenneti ve Allah’ın rızasını istiyorlar.
— Acaba en küçük bir mahlukunun, en kısık sesini işitip, en âdi matlubunu ona veren Zat hiç mümkün müdür ki bu cemaat-i uzmanın en âli matluplarını onlara vermesin? Bir çiçeği yaratmak kadar kendisine kolay olan cenneti, ebedî saadeti ve ahireti yaratmasın?
Bu mümkün değildir?
— Niçin mümkün değildir?
Çünkü bu, emsalsiz bir çirkinlik ve kusurdur. Yani en gizli ve en küçük bir mahlukun, cüzî bir ihtiyacı için, lisan-ı hâliyle yaptığı duayı işitmek, onu kabul edip ihtiyacını gidermek nihayetsiz bir güzelliktir.
En büyük bir kulunun, en büyük ihtiyaç için, bütün kâinatı arkasına alarak yaptığı duayı işitmemek, kabul etmemek ve istediğini onlara vermemek ise nihayetsiz bir çirkinliktir. Eğer ahiret gelmezse ve cennet sakinlerine kavuşmazsa bu çirkinlik vukua gelmiş olur. Bu durumda ise şu göz önündeki güzellik -yani her sesin işitilip duasına icabet edilmesi- manasını kaybeder ve o dahi çirkinliğe inkılap eder.
حاشا ثم حاشا وكلا hâşâ sümme hâşâ ve kellâ لا يَقبل kabul etmez مثلُ هذا الجمالِ böyle bir cemal المشهود بلا قصور görülen ve kusursuz olan مثلَ هذا القبح المحض bunun gibi bir mahz-ı kubhu (tam bir çirkinliği) والا yoksa لَانْقلبتِ الحقائقُ hakikatler inkılap eder (dönüşür) بالنقلاب الحسنِ الذاتيِّ hüsn-ü zatînin inkılap etmesiyle قبحا ذاتيّا kubh-u zatîye.
Hâşâ sümme hâşâ ve kellâ! Gözle görülen ve kusursuz olan böyle bir cemal, bunun gibi bir mahz-ı kubhu (tam bir çirkinliği) kabul etmez. Yoksa hüsn-ü zatînin kubh-u zatîye inkılap etmesiyle hakikatler (zıtlarına) inkılap eder.
İzah: Hüsn-ü zâtî, Cenab-ı Hakk’ın zatının, isim ve sıfatlarının güzelliğidir. Mesela On Birinci ve On İkinci Reşhada işlediğimiz bahis Allah’ın Mücîb isminin güzelliğidir. Eğer ahiret gelmezse, o kadar duaya icabet edilmediği için Mücîb ismi güzelliğini kaybeder. Yine mesela Âdil ismi güzelliğini kaybeder, zulme inkılap eder. Rahim ismi güzelliğini kaybeder, merhametsizliğe inkılap eder.
Bunlar gibi, Allah’ın nihayetsiz güzel olan isim ve sıfatları zıtlarına inkılap eder. Bu durumda da Allah’ın hüsn-ü zâtîsi kubh-u zâtîye döner. Bu ise mümkün değildir. Çünkü bu, hakikatlerin zıtlarına inkılabıdır. Hakikatlerin zıtlarına inkılabı ise muhal ve imkânsızdır.
Hakikatlerin zıtlarına inkılabını şu basit misalle anlayabiliriz:
Bir varlık kendi vasıflarını kaybedip başka bir varlığa dönüşmez. Mesela bir aslan aslanlık vasıflarını kaybedip ceylana dönüşmez. Aslanın ceylana dönüşmesi hakikatlerin zıddına inkılabıdır. Yine bir elma ağacı kendi vasıfların kaybedip ayva ağacı olmaz. Bu, hakikatlerin zıddına inkılabıdır.
Aynen bunun gibi, Cenab-ı Hak da en güzel isim ve sıfatlarla muttasıftır. Eğer ahiret gelmezse, bu isim ve sıfatların zıtlarına inkılabı gerçekleşir. Yani nihayet derecede güzel olan bu vasıflar -hâşâ- nihayet derecede çirkinliğe döner. Bu ise “İnkılâb-ı hakâik muhaldir.” (Hakikatlerin zıtlarına dönmesi imkansızdır.) kaidesiyle mümkün değildir. Bu da ispat eder ki cennet haktır, ebedî saadet haktır, Allah’ı görmek haktır ve ahiret âleminin açılması haktır.
Yazar: Sinan Yılmaz