a
Ana SayfaReşehat29. Onuncu Reşha: Bak ve ne dediğini dinle. İşte o (a.s.m.) müthiş ve büyük hakikatlerden…

29. Onuncu Reşha: Bak ve ne dediğini dinle. İşte o (a.s.m.) müthiş ve büyük hakikatlerden…

الرشحة العاشرة

Onuncu Reşha

انظر واستمع ما يقول  bak ve ne dediğini dinle  ها هو  işte o (a.s.m.)  يبحث عن حقائقَ  hakikatlerden bahsediyor (nasıl hakikatler)  مدهشةٍ عظيمة  müthiş ve büyük  وينذر البشر  ve beşeri uyarıyor  ويبحث عن مسائلَ  ve meselelerden bahsediyor (nasıl meseleler)  جاذبةٍ للقلوب  kalpleri cezbeden  لازمةٍ  ehemmiyetli olan  جالبةٍ للعقول الى الدقة  akılları dikkate celbeden  فيبشر البشر  ve beşeri müjdeliyor. 

Bak ve ne dediğini dinle. İşte o (a.s.m.) müthiş ve büyük hakikatlerden bahsediyor ve beşeri uyarıyor. Ve kalpleri cezbeden, ehemmiyetli olan ve akılları dikkate celbeden meselelerden bahsediyor ve beşeri müjdeliyor. 

İzah: Efendimiz (a.s.m.) kıyametten bahsediyor, kabirlerden çıkışı anlatıyor, hesaptan ve mizandan haber verip cenneti ve cehennemi bildiriyor. Bunlar gibi, nev-i beşeri uyarmak ve müjdelemek için kalpleri cezbeden ve akılları celbeden meselelerden bahsediyor. Dilerseniz, konu ile ilgili birkaç ayet-i kerimeye kulak verelim:

يَوَدُّ الْمُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذَابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ وَصَاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْويهِ وَمَن فِي الْأَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ يُنجِيهِ كَلاَّ إِنَّهَا لَظَى نَزَّاعَةً لِلشَّوَى

“Günahkârlar o günün azabından kurtulmak için oğullarını, eşini, kardeşini, kendisini barındıran aşiretini ve yeryüzünde ne varsa hepsini fidye vermek ister ki sadece kendini kurtarabilsin. Hayır, ondan hiçbir fidye kabul edilmez. O ateş, bedenin bütün uzuvlarını söküp koparan halis bir alevdir.” (Mearic 11-16)

Ayetler ne büyük bir dehşetten bahsediyor! Kişi evladını, eşini, kardeşini, aşiretini ve dünyada ne varsa hepsini kurtuluşu için fidye vermek ve ateşten kurtulmak istiyor. Bu nasıl bir dehşettir!

Şimdi de Duhan suresinden bir sahneye bakalım:

إِنَّ شَجَرَةَ الزَّقُّومِ طَعَامُ الْأَثِيمِ كَالْمُهْلِ يَغْلِي فِي الْبُطُونِ كَغَلْيِ الْحَمِيمِ خُذُوهُ فَاعْتِلُوهُ إِلَى سَوَاء الْجَحِيمِ ثُمَّ صُبُّوا فَوْقَ رَأْسِهِ مِنْ عَذَابِ الْحَمِيمِ  

“Şüphesiz zakkum ağacı günahkârların yemeğidir. (O zakkum ağacı) erimiş maden gibidir;  karınlarda kaynar suyun kaynaması gibi kaynar. (Allah meleklere der ki) Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin. Sonra da başının üstüne kaynar su azabından dökün.” (Duhan 43-48)

Evet, yiyecekleri zakkum ağacı… Erimiş maden gibi karınlarda kaynıyor; kaynar suyun kaynaması gibi… Melekler tutup cehennemin ortasına sürüklüyor… Başının üzerinden de kaynar sular dökülüyor… Bu nasıl bir dehşettir!

Kur’an bu ve benzeri ayetleriyle insanları korkutuyor ve pek müthiş hakikatlerden bahsediyor. Yine birçok ayetiyle cenneti anlatıyor; kalpleri cezbedip akılları celbediyor. Bir de buna örnek verelim:

Zuhruf suresinde şöyle geçiyor:

يُطَافُ عَلَيْهِم بِصِحَافٍ مِن ذَهَبٍ وَأَكْوَابٍ وَفِيهَا مَا تَشْتَهِيهِ الْأَنفُسُ وَتَلَذُّ الْأَعْيُنُ وَأَنتُمْ فِيهَا خَالِدُونَ وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ لَكُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ  كَثِيرَةٌ مِنْهَا تَأْكُلُونَ 

“Ehl-i cennetin etrafında altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey vardır. Siz orada ebedîsiniz. İşte bu cennettir ki işlediğiniz ameller sebebiyle ona varis kılındınız. Orada sizin için bol bol meyveler vardır. O meyvelerden yersiniz.” (Zuhruf 71-73)

Evet, yiyecek zakkum ağacı… Erimiş maden gibi karınlarda kaynıyor; kaynar suyun kaynaması gibi… Melekler tutup cehennemin ortasına sürüklüyor… Başının üzerinden de kaynar sular dökülüyor… Bu nasıl bir dehşettir!

Efendimiz (a.s.m.) hem hadis-i şerifleriyle hem de Kur’an’ın bu ve benzeri ayetleriyle öyle hadiselerden bahsetmiş ki bir kısmıyla insanları müjdelemiş, kalplerini cezb ve akıllarını celbetmiş; bir kısmıyla da insanları korkutmuş ve dehşete düşürmüş.

ومن المعلوم  malumdur ki  أن شوق كشفِ حقائق الاشياء  hakaik-i eşyanın keşfinin arzusu  قد ساق كثيرين من أهل المرَق  ehl-i meraktan çoğunu sevk etmiş  الى فداء الارواح  ruhlarını feda etmeye.

Malumdur ki hakaik-i eşyanın keşfinin arzusu ehl-i meraktan çoğunu ruhlarını feda etmeye sevk etmiş. 

ألا ترى  görmez misin  أنه  şunu ki  لو قيل لك  eğer sana denilse  إنْ أفديْت نصفَ عُمْرك  eğer ömrünün yarısını verirsen  او نصف مالك  veya malının yarısını  لنزل من القمر او المشتري شخصٌ  Ay’dan veya Jüpiter’den bir şahıs inecek  يُخبرك بغرائبِ أحوالهما  ikisinin ahvalinin garaibini sana haber verecek  ويخبرك بحقيقة استقبالك  ve geleceğinin hakikatini sana haber verecek  أظنك  seni zannederim ki  ترضى بالفِداء  feda etmeye razı olursun.

Şunu görmez misin ki eğer sana, “Ömrünün yarısını veya malının yarısını verirsen Ay’dan veya Jüpiter’den bir şahıs inecek, ikisinin ahvalinin garaibini ve geleceğinin hakikatini sana haber verecek.” denilse, zannederim ki sen feda etmeye razı olursun.

فيا لَلعجب  ne tuhaf  ترضى لدفع مرَقك بترك نصف العمر والمال  merakını gidermek için ömrünün ve malının yarısının terkine razı oluyorsun  ولا تهتم بما يقول هذا  ama bunun dediğiyle ilgilenmiyorsun.

Ne tuhaf! Merakını gidermek için ömrünün ve malının yarısını vermeye razı oluyorsun ama bu zatın (a.s.m.) dediğiyle ilgilenmiyorsun.

İzah: İnsanda hakikatleri keşfetmek, gizli ve saklı şeyleri öğrenmek için bir arzu ve bir merak duygusu vardır. İnsanı Ay’a götüren ve denizlerin dibine indiren şey bu arzu ve meraktır. İnsan gizli hakikatleri keşif yolunda canını ve malını feda eder.

— Hâl böyle iken, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın keşfettiği ve haber verdiği hakikatlere niçin ehemmiyet vermiyorlar?

Acayiptendir ki insanlar kıymet vermediği gibi, artık Müslümanlar da kıymet vermiyor. Kaç Müslüman açıp da Kur’an’ın tefsirini okuyor? Hadi tefsiri geçtik; kaç kişi meal okuyor, gideceği âlemi tanımaya çalışıyor?

Yahu insan bir yere gidip 2-3 gün orada kalacak olsa, daha gitmeden orayı merak edip internetten araştırma yapıyor. Denizi var mı, yeşil alanı var mı, yöresel yemekleri nelerdir ve hakeza… Topu topu orada 2-3 gün kalacak.

Hâl böyle iken:

— İnsan ebedî kalacağı memleketi nasıl merak etmez?

— Kendisini bekleyen şeylerden ve başına geleceklerden nasıl tasa etmez?

— Cenneti ve cehennemin mahiyetini nasıl öğrenmeye çalışmaz?

— Kur’an bu hakikatlerin denizi iken, niçin açıp da okumaz?

Gaflet nasıl bir şeydir ki en önemli meseleyi kişinin nazarında en önemsiz kılıyor!

ويُصدقه  hâlbuki onu tasdik ediyor  اجماعُ اهل الشهود  ehl-i şuhudun icmaı  وتواترُ أهل الاختصاص  ve ehl-i ihtisasın tevatürü  من الانبياء والصديقين والأولياء والمحققين  enbiyadan, sıddîkinden, evliyadan ve muhakkikînden olan.

Hâlbuki enbiyadan, sıddîkinden, evliyadan ve muhakkikînden olan ehl-i şuhudun icmaı ve ehl-i ihtisasın tevatürü onu tasdik ediyor. 

İzah: Risaleleri okurken şu soruyu hep kendimize sormalıyız:

— Üstadımız bu cümleyi arada niye zikretti?

Üstadımız bu reşhada Peygamberimiz (a.s.m.)’ın vermiş olduğu haberlerden bahsederken, araya mezkûr cümleyi soktu ve dedi ki: Hâlbuki onu; enbiyadan, sıddîkinden, evliyadan ve muhakkikînden olan ehl-i şuhudun icmaı ve ehl-i ihtisasın tevatürü tasdik ediyor.

— Bu cümlenin araya girme sebebi nedir?

Bunun sebebi şudur:

Üstad Hazretleri Risalelerde şöyle bir yol takip etmiş: Soruyu sorup kişiye vesvese vermiyor; nefsin ihtiyacı olan hakikati ve akla düşebilecek bir şüpheyi, daha şüphe düşmeden cevaplıyor.

Mesela bu reşhada Üstadımız dedi ki: İşte o (a.s.m.) müthiş ve büyük hakikatlerden bahsediyor ve beşeri uyarıyor. Ve kalpleri cezbeden, ehemmiyetli olan ve akılları dikkate celbeden meselelerden bahsediyor ve beşeri müjdeliyor. 

Bu metni okuyanın aklına şu soru gelebilir:

— Biz bu haberlerin doğru olduğunu nereden bileceğiz?

İşte Üstadımız akla gelebilecek bu soruya, daha akla gelmeden cevap veriyor ve diyor ki: Enbiyadan, sıddîkinden, evliyadan ve muhakkikînden olan ehl-i şuhudun icmaı ve ehl-i ihtisasın tevatürü onu tasdik ediyor. 

İşte bu ifadeyle, aklı ve kalbi vesvese ve şüpheden temizliyor ve daha geniş bir manayla şöyle diyor:

Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın vermiş olduğu haberlerden hiç şüphe etme! Çünkü onun arkasında yüz yirmi dört bin peygamber var, milyonlar evliya ve asfiya var, sıddıkîn ve ehl-i tahkik var. Onların bir kısmı ehl-i şuhuddur; o zatın verdiği haberleri bizzat gözleriyle görmüşler. Bir kısmı da ashab-ı ihtisasdır; o zatın verdiği haberleri delillerle ispat etmişler. Böyle ehl-i şuhud ve ashab-ı ihtisas olan milyonlar zatlar, bilittifak o zatı tasdik etmiş ve ediyorlar. Böyle bir tasdike mazhar olan bir zattan ve onun söylediği sözden şüphe edilmez.

İşte Üstadımız bu manayı kastederek mezkûr beyanda bulundu. Şeytan ve nefis vesvese vermeden, kalbe ve akla hakikati kabul ettirdi. Bu, Üstadımızın Risalelerde takip ettiği usuldür.

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin