47. En cami, en uzak ve şuur sahibi olduğu için, onun umumi bir nazarı ve külli bir şuuru vardır…
On Üçüncü Reşha’nın mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
فلكونه (insan) olduğu için أجمعَ en cami وأبعد en uzak وذا شعور ve şuur sahibi فله نظرٌ عام onun umumi bir nazarı vardır وشعور كلي ve külli bir şuuru.
En cami, en uzak ve şuur sahibi olduğu için, onun umumi bir nazarı ve külli bir şuuru vardır.
İzah: Üstad Hazretleri insanın vasıflarını saymaya devam ediyor; bazı vasıfları da önemine binaen tekrar ediyor. Biz de tekrar oldukça mütalaamızı tekrar edelim.
Mezkûr cümlede insanın beş vasfı zikrediliyor:
1. En cami olması: İnsan sahip olduğu cihaz ve duygular cihetiyle masnuatın en camiidir. Akıldan kuvve-i tefekküre, fikirden kuvve-i tasavvura, hayalden kuvve-i müdrikeye kadar, insan binler duygu ve latifeyle teçhiz edilmiştir. İnsan adeta misal-i musaggar-i kâinattır. İnsanı büyütsek kâinat olur; kâinatı küçültsek insan olur.
2. En uzak olması: İnsan sahip olduğu fıtrat ve kemal cihetiyle mahlukata benzemeyip onlardan mahiyet cihetiyle hadsiz derecede uzaktır. Bu maddenin mütalaasını önceki dersimizde yapmıştık.
3. Şuur sahibi olması: İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliklerinden birisi şuur sahibi olmasıdır.
Şuur: Duyular vasıtasıyla idrak etmek; meselenin künhünü ve mahiyetini anlamaktır. İnsan bu sıfata külli manada sahiptir. Hayvanatta böyle bir külliyet yoktur.
4. Nazarının umumi olması: İnsan şuur sahibi olmakla ve camiiyeti bulunmakla, nazarı âmm ve şuuru külli bir varlık olmuştur. Nazar kelimesi burada “düşünmek” ve “mülahaza etmek” manasındadır. Bu, insanı diğer hayvanattan ayıran bir sıfattır. İnsan düşünen, tefekkür eden, mütalaa eden, meseleleri tahlil edebilen bir varlıktır. İnsanın düşünmesi ve mülahazası kâinatı ihata edecek derecede geniştir.
5. Şuurunun külli olması: İnsanın şuuru küllidir. Yani bütün hisleriyle idrak eder; ona verilen her bir duygu idrakine vesile olur. Bu sayede her şeyin manasına nüfuz edebilir, künhünü keşfedebilir, mahiyetini anlayabilir.
Sözün özü: İnsana verilen; duygularla idrak kabiliyeti ve insanın yaratılışındaki camiiyeti, insanı hayvanattan ayırmış; insanı düşünüp mülahaza eden, idraki külli bir varlık hâline getirmiş.
— Peki, insanın düşünüp mülahaza edebilmesi ve idrakinin külli olması insana ne kazandırmış?
Üstadımız ne kazandırdığını şöyle beyan ediyor:
فلكونِ نظرِه nazarı olduğu için عامّا umumi يرى görür مجموعَ شجرةِ الخلقة şecere-i hilkatin tamamını ولكونِ شعورِه ve şuuru olduğu için كلِّيًّا külli يَعرف bilir مقاصدَ الصانع Sâniin makasıdını فهو o (insan) المخاطب الخاص للصانع Sâniin has muhatabıdır.
Nazarı umumi olduğu için şecere-i hilkatin tamamını görür ve şuuru külli olduğu için Sâniin makasıdını bilir. O, Sâniin has muhatabıdır.
İzah: İnsan düşünme ve mülahaza etme kabiliyeti sayesinde, şecere-i hilkati (yaratılış ağacını yani şu kâinatı) tamamıyla görüp müşahede eder.
— Bir hayvanın Güneş’ten, Ay’dan, yıldızlardan, şu âlemdeki diğer eşyadan ve dünyanın başka bir yerinden haberi var mıdır?
Bir kaplumbağanın bütün alakası, içinde gezdiği bahçe iledir. Bir aslanın bütün alakası, içinde bulunduğu orman iledir. Bir balığın bütün alakası, içinde yüzdüğü deniz iledir; başka bir yeri bilmezler. Ama insan değil sadece dünyayı; yıldızları, gezegenleri ve galaksileri bilir. Arş’ı bilir, Kürsî’yi bilir; cenneti bilir, cehennemi bilir. Bilir de bilir… Bununla da kudret-i Sübhâniyeyi, rububiyet-i Rabbâniyeyi, mâlikiyet-i Hafîziyeyi ve diğer evsaf-ı İlahiyeyi temaşa eder.
Bundan başka, insanın şuuru külli olduğundan yani duygular vasıtasıyla idrak edebildiğinden her şeyin manasına, künhüne, mahiyetine nüfuz edebilir. Aklı olup düşünebildiğinden Allah’ın maksatlarını bilir. Bu kâinatı niçin yarattığını, eşyayı niçin icat ettiğini, kendisinin niçin var olduğunu ve diğer bütün makasıd-ı İlahiyeyi bilir.
Bütün bunlardan dolayı da Allah’ın has muhatabı olur. İşte bu sırdan dolayı, Allah Kur’an-ı Hakîm’inde, “Ey İnsanlar, ey iman edenler!” diyor; “Ey Güneş, ey Ay, ey yıldızlar!” demiyor. İnsanı kendine muhatap yapıp insanla konuşuyor.
— Peki, bu sıfatlarla yaratılan insan ne ile kıymet kazanır?
Üstadımız bu soruya şöyle cevap veriyor:
فلكونِ عمومِ النظر وكليةِ الشعور سببا nazarın(ın) umumi ve şuurun(un) külli olması bir sebep olduğu için لخصوصية الخطاب hususi bir hitaba…
Nazarının umumi ve şuurunun külli olması hususi bir hitaba sebep olduğu için…
Üstad Hazretleri bundan sonra insanın sıfatlarını sayıyor ve sonunda hepsini bir neticeye bağlıyor.
فالفرد الذي يصرف çeviren zat كلَّ نظره العامِّ umumi olan nazarının tamamını وعموم شعوره الكلي ve külli olan şuurunun bütününü الى التعبد للصانع Sâniin ibadetine والتحبب اليه ona kendisini sevdirmeye والمحبةِ له ve onu sevmeye…
Umumi nazarının tamamını ve külli şuurunun bütününü Sâniin ibadetine, ona kendisini sevdirmeye ve onu sevmeye çeviren zat…
ويوجه ve çeviren zat تمام شعوره şuurunun tamamını ودقة نظره ve nazarının dikkatini إلى اسْتحسان صنعة الصانع Sâniin sanatının istihsanına وتقديرها o sanatın takdirine وتشهيرها ve teşhirine…
Ve şuurunun tamamını ve nazarının dikkatini Sâniin sanatının istihsanına, takdirine ve teşhirine çeviren zat…
ويستعمل ve kullanan zat جميع نظره وشعوره nazarının ve şuurunun tamamını ومجموع قوته وهمته kuvvetinin ve himmetinin bütününü إلى شكر نعمة ذلك الصانع bu Sâniin nimetlerine şükürde الذي o Sâni ki يطلب الشكر şükür istiyor في مقابلة إنعامه nimetlerine mukabil…
Nazarının ve şuurunun tamamını, kuvvetinin ve himmetinin bütününü, nimetlerine mukabil şükür isteyen Sâniin nimetlerine şükürde kullanan zat…
وإلى دعوة الناس كافة ve bütün insanları davette (kullanan) إلى التعبد والاستحسان والشكر kulluk etmeye, istihsana ve şükre…
(Yine nazarının ve şuurunun tamamını, kuvvetinin ve himmetinin bütününü) bütün insanları kulluk etmeye, istihsana ve şükre davette kullanan zat…
فبالبداهة apaçık bir şekilde يكون ذلك الفرد الفريد bu ferd-i ferid (eşi benzeri olmayan kişi) olur هو المخاطبَ المقرب mukarreb (Allah’a yakın) bir muhatap والحبيبَ الْمُحَبَّب ve sevilen bir habib (sevgili).
Apaçık bir şekilde bu ferd-i ferid; mukarreb bir muhatap ve sevilen bir habib olur.
İzah: Üstadımız çok vazife içinde üç vazifeyi beyan etti:
1. İnsan kendisine verilen aza, duygu ve latifeleri Allah’a ibadet, O’nun tarafından sevilmek ve O’na muhabbet yoluna sarf edecek. Üstadımız burada bu duygu ve latifelerden sadece nazar ve şuuru zikretti. Diğerlerini fehmimize bıraktı.
2. Allah’ın sanatını istihsan edip güzel bulacak, sanatını takdir edecek ve bu sanatı insanlara gösterip teşhir edecek; nazar-ı dikkatleri bu sanata celbedecek.
3. Allah’ın verdiği nimetlere mukabil şükredecek; insanları Allah’a kulluk etmeye, istihsana ve şükre davet edecek.
Bu üç vazifeyi yapan insan Allah’ın has kulu olur. O Allah ki nimetlerine karşı şükür istiyor, yarattığı mahlukatı ibadete ve şükre davet ediyor, sanatının istihsan ve takdirini istiyor. Elbette Allah’ın bu isteklerini yerine getiren ve bu vazifeleri yapan, Allah’ın habibidir ve en sevgili kuludur.
Şimdi şuna bakacağız:
— Bu vazifeleri insanlar içinde en mükemmel kim yapmış?
Zira en mükemmel kim yapmışsa, Allah’ın en has kulu ve habibi odur. Üstadımız kimin en mükemmel yaptığını şöyle beyan ediyor:
فيا أيها الناس ey insanlar هل يمكن mümkün müdür عندكم size göre (sizce) ان لا يكون olmaması محمد عليه الصلاة والسلام Muhammed (a.s.m.)’ın ذلك الفردَ الفريدَ bu ferd-i ferid وهل يستطيع تاريخكم ان يُظهر ve tarihiniz gösterebilir mi فردًا آخر başka bir ferdi أليقَ بهذا المقام bu makama daha layık من محمد عليه الصلاة والسلام Muhammed (a.s.m.)’dan.
Ey insanlar! Sizce Muhammed (a.s.m.)’ın bu ferd-i ferid olmaması mümkün müdür? Ve tarihiniz, bu makama Muhammed (a.s.m.)’dan daha layık başka bir ferdi gösterebilir mi?
İzah: Üstadımız neticeyi şöyle bağladı:
Madem mezkûr üç vazifeyi yapan kul Allah’ın en sevgili kuludur. Öyleyse Allah’ın en sevgilisi Hz. Muhammed (a.s.m.)’dır. Çünkü kimse bu vazifeleri ondan daha mükemmel yapmamış ve kimse ona yetişememiş. Zaten insanoğluna bu vazifeleri de o öğretmiş, o ders vermiş.
Vazifeler de bu üç taneyle sınırlı değildir. Üstadımız başka yerlerde daha birçok vazife zikrediyor. Numune olması için burada üçünü beyan etmiş.
Gördüğünüz gibi, Üstadımız delili ilmik ilmik dokudu ve kâinatın risalet-i Ahmediye (a.s.m.)’a olan şehadetini beyan etti. Yani bir çiçekten Peygamberimiz (a.s.m.)’ın nübüvvetine delil çıkardı. Böyle bir Üstada talebe olduğumuzdan -ya da en azından olmaya çalıştığımızdan- dolayı Rabbimize kâinatın zerratı adedince hamdüsena olsun.
Yazar: Sinan Yılmaz