2. Birinci Reşha: Peygamberimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesi
الرشحة الأولى
Birinci Reşha
اعلم bil أن ذلك البرهانَ الناطقَ bu burhan-ı natık له onun vardır شخصية معنوية عظيمة büyük bir şahsiyet-i maneviyesi.
Bil ki bu burhan-ı natıkın büyük bir şahsiyet-i maneviyesi vardır.
İzah: Üstad Hazretleri, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı iki sıfatla vasfetti:
1. Burhan-ı nâtık olması.
2. Büyük bir şahsiyet-i maneviyeye malik olması.
İlk önce, “burhan-ı nâtık” olması üzerine konuşalım:
Burhan “delil” demektir. Burhan-ı nâtık “konuşan delil” demektir. Şu âlemdeki her bir mahluk Allah’ın varlığına ve birliğine bir delildir. Lakin hepsi lisan-ı hâl ile konuşur. Efendimiz (a.s.m.) ise sadece lisan-ı hâl ile değil, aynı zamanda lisan-ı kâl ile Allah’ın vücub-u vücudunu ve vahdetini ilan ve ispat etmiştir. Bu sebeple de burhan-ı nâtık (konuşan bir burhan) olmuştur.
Peygamberimizin ikinci vasfı, büyük bir şahsiyet-i maneviyeye malik olmasıydı. Biraz da bunun üzerine konuşalım:
Efendimiz (a.s.m.)’ın bir şahsiyet-i maddiyesi var, bir de şahsiyet-i maneviyesi. Şahsiyet-i maddiye cihetiyle bizim gibi bir beşerdir. Yer, içer, uyur, evlenir; vakti gelir, çarşıda pazarlık yapar ve hakeza… Bir de şahsiyet-i maneviyesi var. Şahsiyet-i maneviye cihetiyle emsalsizdir.
Bu iki şahsiyet arasındaki farkı çok iyi bilmemiz gerekiyor. Eğer bilmezsek -farkında olmadan- Efendimiz (a.s.m.)’a hürmetsizlik yaparız. Bu farkı bilmeyen bu asrın insanının yaptığı gibi…
Üstad Hazretleri bu iki şahsiyet arasındaki farkı Hubab Risalesi’nde izah etmiş. İktibasla nakledelim:
Tavus kuşu gibi pek güzel bir kuş yumurtadan çıkar, tekâmül eder, semalarda uçmaya başlar. Eğer birisi yerde kalan yumurtasının kabuğunda o kuşun güzelliğini ve kemalatını görmek istese, bu kişinin ahmak olduğunda şüphe yoktur.
Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.)’ın da kabuk hükmünde bir şahsiyet-i maddiyesi var, bir de tekâmül ve terakki etmiş şahsiyet-i maneviyesi var. Siyer kitaplarının naklettiği hadiseler Peygamberimizin şahsiyet-i maddiyesine aittir. Eğer bir kimse Peygamberimize maddi ve sathi bir nazarla bakarsa, şahsiyet-i maneviyesini idrak edemez ve derece-i kıymetine vasıl olamaz.
Peygamberimizin şahsiyet-i maneviyesinin büyüklüğüne bir nebze şuradan bakabiliriz:
السَّبَبُ كَالْفَاعِل “Bir işe sebep olan, onu yapan gibidir.” kaidesince, ümmetinin bütün sevabı en evvel onun amel defterine yazılmaktadır. Böyle bir sevabın büyüklüğünü ve sahibine kazandıracağı makamı tasavvur edebilir misiniz?
Dolayısıyla, Efendimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maddiyesine ait zayıf bir şey işitildiği zaman üstünde durmamalı; hemen başı kaldırıp, şahsiyet-i maneviyesine bakılmalıdır.
Üstad Hazretleri bu Birinci Reşhada Efendimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesinin büyüklüğünden bir nebze bahsedecek.
قلت dedin (desen) ما هو o nedir وما ماهيته ve mahiyeti nedir.
Desen: O (büyük şahsiyet-i maneviye) nedir ve mahiyeti nedir?
قيل denilir لك sana.
Sana denilir:
هو الذي o öyle bir zattır ki لعظمتهِ المعنوية manevi azametinden dolayı صار olmuş سطحُ الأرض مسجدَه yeryüzü mescidi ومكةُ محرابَه Mekke mihrabı والمدينةُ منبرَه ve Medine minberi.
O öyle bir zattır ki manevi azametinden dolayı, yeryüzü mescidi, Mekke mihrabı ve Medine minberi olmuştur.
İzah: Üstad Hazretleri, Peygamber Efendimiz (a.s.m.)’ın şahsiyet-i maneviyesindeki büyüklüğü mescid teşbihiyle ifade etmek istedi. Bu teşbih için bir mescid lazım, bir mihrap, bir de minber. Yeryüzü mescid, Mekke mihrap ve Medine de minber oldu.
Yeryüzünün mescid olması şudur: Namaz kılmak için illaki bir mabede girmeye gerek yoktur. Yeryüzünün her neresinde olursak olalım namazımızı kılabilir ve orada ibadet edebiliriz. Bu cihetle, yeryüzü sanki bir mescid hükmündedir.
Mihrap: Camide imamın namaz kıldırdığı yerdir. Mekke kıblemiz olması cihetiyle mihraba benzetilmiş. Hatta namaz kılanın tekbir alırken Kâbe’yi hayalen görmesi ve kendini Kâbe’deki bir safta hissetmesi menduptur. Bu sebeple, Mekke mihrap olmakla vasfedilmiş.
Minber: Camilerde hatibin çıkıp hutbe okuduğu yerdir. İslam’ın ekser hükümleri Medine’de nazil olduğu ve oradan tebliğ edildiği için Medine minbere benzetilmiş.
وهو امام جميع المؤمنين o, bütün müminlerin imamıdır يأتمُّون به ona uyuyorlar صافين خلفَه onun arkasında saf tutarak.
O, bütün müminlerin imamıdır. (Müminler) onun arkasında saf tutarak ona uyuyorlar.
وخطيب جميعِ البشر ve bütün insanların hatibidir يُبيّن açıklıyor لهم onlara دساتيرَ سعاداتهم saadetlerinin düsturlarını.
Bütün insanların hatibidir; onlara saadetlerinin düsturlarını açıklıyor.
İzah: Hem dünya saadetinin düsturlarını hem de ahiret saadetinin düsturlarını beyan ediyor. Kim ki iki cihanda mesut olmak isterse, bu düsturlara harfiyen riayet etmelidir.
ورئيسُ جميعِ الانبياء ve bütün enbiyanın reisidir يزكيهم ويُصدّقُهم onları tezkiye ve tasdik eder بجامعيّة cami olmasıyla دينه dininin لِأساسات أديانهم onların dinlerinin esasatına.
Bütün enbiyanın reisidir. Dininin, onların dinlerinin esasatına cami olmasıyla onları tezkiye ve tasdik eder.
İzah: Efendimiz (a.s.m.) bütün enbiyanın reisidir; onları tezkiye ve tasdik etmiştir. Tezkiye “temizlemek” demektir. Efendimiz (a.s.m.) peygamberler hakkındaki yanlış inançları temizlemiştir.
Mesela Hristiyanlar Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu söylemişler. Efendimiz (a.s.m.) ise Hz. İsa’yı tezkiye ederek onun Allah’ın peygamberi olduğunu bildirmiş.
Yahudiler Hz. İsa’yı yalancılıkla itham etmiş. Efendimiz (a.s.m.) ise Hz. İsa’yı tezkiye ederek yalancı olmadığını, Allah’ın resulü olduğunu bildirmiş.
Yine Yahudiler Hz. Uzeyr (a.s.)’a “Allah’ın oğlu” demişler. Efendimiz (a.s.m.) ise bu batıl inancı reddedip Hz. Uzeyr (a.s.)’ı tezkiye etmiş ve onun Allah’ın resulü olduğunu beyan etmiş.
Bunlar gibi, daha birçok peygambere iftira atılmış; Efendimiz (a.s.m.) ise peygamberleri bütün bu iftiralardan temizlemiş ve tezkiye etmiş.
Üstadımız bir de “Onları tasdik ediyor.” dedi. Efendimiz (a.s.m.) bütün peygamberleri tasdik etmiş ve “Sözleri doğrudur.” demiş. Bu doğrulamayı da sadece lisanıyla değil, tebliğ ettiği dinle de yapmış. Çünkü İslam dini diğer dinlerin esasatına câmidir. O dinlerin hak hükümlerini içine almış, tahrif edilenleri ise tashih etmiştir. İslam dininde olan hükümler diğer dinlerde de mevcuttur. Mesela:
– İslam dini “Allah vardır.” der; diğer dinlerde de Allah inancı vardır.
– İslam dini “Melekler vardır.” der; diğer dinlerde de melek inancı vardır.
– İslam dini “Cennet vardır, cehennem vardır, hesap vardır.” der; bunlar diğer dinlerde de vardır.
– İslam dini namaz gibi, oruç gibi ibadetleri emreder; benzeri ibadetler diğer dinlerde de vardır.
Dolayısıyla, Efendimiz (a.s.m.) getirdiği dinin lisan-ı hâliyle diğer peygamberleri tezkiye ve tasdik etmiştir.
Peygamberimiz (a.s.m.) onları tasdik ettiği gibi, onlar da getirdikleri dinin lisan-ı hâliyle Peygamberimizi tezkiye ve tasdik etmişlerdir. Bu durumda, nübüvvet mesleğini inkâr edemeyen, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı inkâr edemez. Çünkü hepsinin getirdiği dinin esasatı aynıdır.
وسيّدُ جميعِ الاولياء ve bütün evliyanın seyyididir يُرشدهم ويُربيهم onları irşat ve terbiye ediyor بشمس رسالته risaletinin güneşiyle.
Bütün evliyanın seyyididir. Risaletinin güneşiyle onları irşat ve terbiye ediyor.
İzah: Bu cümlenin izahına bir soruyla başlayalım:
— Bir ağacın hayatının olup olmadığına ne ile hükmedersiniz?
Mesela iki kişi bir ağacın hayatı hususunda tartışsa… Birisi: “Bu ağacın hayatı var.” derken, diğeri: “Bu ağaç ölüdür.” dese, hangisinin haklı olduğuna nasıl hükmederiz?
Cevap şudur: Hemen ağacın dallarına bakarız. Dallarında yaprak, çiçek ya da meyve varsa, ağacın hayattar olduğuna hükmederiz. Bu durumda kökü incelemeye hiç gerek yoktur. Çünkü daldaki hayat kökten gelir. Ölü olan bir ağacın dallarında meyve ve çiçek olmaz. Ağacın dalındaki meyve ve çiçekler, ağacın ölü olduğunu söyleyen kişiye lisan-ı hâl ile şöyle derler:
— Ey ağacımızı ölü zanneden kişi! Bizim hayatımızı görmüyor musun? Eğer senin dediğin gibi, ağacımızın hayatı olmasaydı biz nasıl var olurduk? Bizim varlığımız ve hayatımız ağacımızın hayatına delildir.
Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.) da -teşbihte hata olmasın- nurani bir ağaçtır. Bu ağacın dalında, Efendimiz (a.s.m.)’ın terbiye ve talimiyle hakka ulaşan, keşif ve keramet sahibi olan milyonlarca evliya vardır. Abdulkâdir-i Geylânî, Şâh-ı Nakşibendî, Mevlana Hâlid-i Bağdadî gibi milyonlarca evliya bu ağacın dalında asılı duruyor. Bu zatların tamamı sahip oldukları kemal ve makama Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın dersiyle ve irşadıyla ulaşmıştır. Bu daldaki bütün meyveler kemalleriyle, keşifleriyle, kerametleriyle Üstatları olan bu zatın hakkaniyetine şehadet ederler.
Bu durumda, evliyayı inkâr edemeyen, Peygamberimiz (a.s.m.)’ı inkâr edemez. Çünkü evliyanın tamamı şecere-i Muhammediye (a.s.m.)’ın bir meyvesidir.
وقطبٌ في مركز دائرةِ حَلقةِ ذكرٍ zikir halkasının daire-i merkezinde kutuptur تركّبت من الانبياء والاخيار والصديقين والابرار enbiyadan, hayırlılardan, sıddıklardan ve iyilerden oluşan المتفقين على كلمته onun kelimesinde müttefik الناطقين بنُطقِه ve nutkuyla natık olan.
Onun kelimesinde müttefik ve nutkuyla natık olan enbiyadan, hayırlılardan, sıddıklardan ve iyilerden oluşan zikir halkasının daire-i merkezinde kutuptur.
İzah: Onun kelimesinde müttefik olmak, kelime-i tevhidde müttefik olmaktır. Peygamberler, ahyar, sıddıklar ve ebrar, kelime-i tevhidin hakikati hususunda Peygamberimiz (a.s.m.) ile müttefiktir.
Nutkuyla natık olmak da Efendimiz (a.s.m.)’ın ümmetine verdiği dersi, kendi ümmetlerine ve cemaatlerine ders vermeleridir. Bütün imani esaslar bu nutka dâhildir.
وشجرةٌ نورانية ve nurani bir şeceredir عروقُها الحَيَوِيّةُ المتينة o ağacın canlı ve metin kökleri هي الانبياءُ peygamberlerdir بأساساتهمِ السّماويّة semavi esaslarıyla.
Ve nurani bir şeceredir. O ağacın canlı ve metin kökleri, semavi esaslarıyla peygamberlerdir (peygamberlerin esasat-ı semaviyesidir).
İzah: Efendimiz (a.s.m.)’a nurani bir ağaç gözüyle bakarsak, enbiyanın esasat-ı semaviyesi bu ağacın kök ve damarları olur. Enbiyanın esasat-ı semaviyesinden maksat, peygamberlerin tebliğ ettiği iman hakikatleridir. Peygamberlerin şeriatında değişen tek şey amelî hükümlerdir. Her asrın ihtiyacı farklı olduğundan amelî hükümler o ihtiyacı karşılayacak şekilde değişmiştir. Lakin imanî ve itikadi hükümler bütün peygamberlerde aynıdır. İşte bu itikadi hükümler esasat-ı semaviyedir yani semavi dinlerin asıl hükümleridir.
Bu hükümlerin hepsi Efendimiz (a.s.m.) tarafından da tebliğ edilmiştir. Dolayısıyla enbiyanın esasat-ı semaviyesi olan iman hakikatleri şecere-i Muhammediye (a.s.m.)’ın kök ve damarları hükmündedir.
Bundan da şöyle bir hakikat ortaya çıkar:
– Diğer peygamberleri inkâr edemeyen, Hz. Muhammed (a.s.m.)’a da inkâr edemez.
– Hz. İsa’yı kabul eden, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı da kabul etmek zorundadır.
– Hz. Musa’ya iman eden, Hz. Muhammed (a.s.m.)’a da iman etmek zorundadır. Çünkü tebliğ ettikleri hakikatler aynıdır.
وأغصانُها الخَضِرَةُ الطريَّة ve o ağacın yeşil ve taze dalları وثمراتُها اللطيفةُ النيِّرةُ ve latif ve nurlu meyveleri هي الأولياءُ evliyalardır بمعارفهمِ الالهاميّة ilhamî maarifleriyle.
Ve o ağacın yeşil ve taze dalları ve latif ve nurlu meyveleri, ilhamî maarifleriyle evliyalardır (evliyanın maarif-i ilhamiyesidir).
İzah: Efendimiz (a.s.m.)’a nurani bir ağaç gözüyle baktığımızda, enbiyanın esasat-ı semaviyesi bu ağacın kök ve damarlarıdır. Dal ve budakları ise evliyanın maarif-i ilhamiyesidir. Evliyanın maarif-i ilhamiyesi, evliyaya ilham yoluyla öğretilen ilimlerdir.
Mesela Üstad Hazretlerini düşünelim:
Şu kâinatı bir kitap gibi okumuş, âlem sinemasında Allah’ın isim ve sıfatlarını seyretmiş; cevabı verilemeyen suallere cevap vermiş.
— Peki, Üstad Hazretleri bu dersi kimden almış ve ona bu ilmi kim talim etmiş?
Üstad Hazretleri bu ilmi, meyvesi olduğu ağacın dalından alıyor. Evet, hakikatte ağaç da meyve de Allah’ındır. Lakin meyve ağaçtan beslenir, hikmet-i İlahiye böyle iktiza eder.
Üstad Hazretleri gibi bütün evliya; Şâh-ı Geylânîler, Şâh-ı Nakşibendîler, Mevlanalar, Yunuslar, bütün evliya o ağaçtan beslenmiş; sahip oldukları ilim ve marifetullah bilgisini o ağaçtan almış.
Bundan da şöyle bir hakikat ortaya çıkar:
Evliyayı ve onların ilham ile tahsil ettikleri ilimleri inkâr edemeyen, onların şecere-i mübarekesi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı inkâr edemez. Çünkü onlar bu ağacın meyvesidir. Ve sahip oldukları bütün ilimlere o zatın dersi ve terbiyesiyle ulaşmışlardır.
فما مِن دعوَى يَدَّعِيها o (Hz. Muhammed a.s.m.) hiçbir davayı iddia etmemiştir ki الا ويَشهد له ona (Hz. Muhammed (a.s.m.)’a) şahitlik etmesin جميعُ الانبياء مستَنِدين بمعجزاتهم bütün enbiya mucizelerine istinaden وجميع الأولياء مستندين بكراماتهم ve bütün evliya kerametlerine istinaden.
O (Hz. Muhammed a.s.m.) hiçbir davayı iddia etmemiştir ki bütün enbiya mucizelerine istinaden ve bütün evliya kerametlerine istinaden ona (Hz. Muhammed (a.s.m.)’a) şahitlik etmesin.
Ya da: O (Hz. Muhammed a.s.m.) hangi davayı iddia etmişse, bütün enbiya mucizelerine istinaden ve bütün evliya kerametlerine istinaden ona (Hz. Muhammed (a.s.m.)’a) şahitlik etmiştir.
Not: دعوَى lafzı, zaid elif-i maksuradan dolayı gayrı munsariftir; bu sebeple tenvin almaz. الا dan sonra gelen و zaiddir.
İzah: Daha önce de dediğimiz gibi: Bir ağacın hayattar olup olmadığı meselesinde tartışılsa, ağacın hayattar kök ve damarları ve dallarında asılı meyveleri lisan-ı hâlleriyle ağacın hayat sahibi olduğuna şahadet ederler. Kökü canlı ve dallarında meyveler olan bir ağaca bütün dünya ölü dese bizi inandıramaz.
— Zira bu ağaç ölüyse bu kökteki hayat ne?
— Dallarındaki meyveler ne?
— Ağaca ölü diyen, kökteki hayatı ve daldaki meyveyi neyle izah edecek?
Aynen bunun gibi, Efendimiz (a.s.m.) da nurani bir ağaçtır. Kökü enbiyanın esasat-ı semaviyesidir. Dal ve budakları ise evliyaya ilham yoluyla öğretilen ilimlerdir. Dolayısıyla bütün peygamberler mucizeleriyle Efendimiz (a.s.m.)’ın hakkaniyetine şehadet ederler. Çünkü Efendimiz (a.s.m.) aynı onların söylediği sözü söylemiş ve onların davasını tebliğ etmiştir. Böyle olunca da her bir peygamber, mucizeleriyle kendi nübüvvetini ispat ettiği gibi, dava arkadaşı olan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın da nübüvvetini ispat etmektedir.
Yine bütün evliya, kerametleriyle kendi makbuliyetlerini ispat ettikleri gibi, Üstatları olan Hz. Muhammed (a.s.m.)’ın da makbuliyetini ispat ederler. Çünkü onlar keramete, keşfe ve hakikate bu zatın dersi ve talimiyle ulaşmışlar; o şecere-i mübarekenin dalından beslenmişler ve tahsil ettikleri ilhamî ilimleri o vasıtayla öğrenmişler.
Netice: Peygamberleri inkâr edemeyen ve evliyayı reddedemeyen, Hz. Muhammed (a.s.m.)’ı inkâr edemez ve reddedemez.
فكأنّ sanki على كل دعوَى her bir dava üzerinde vardır من دَعاوِيه onun davalarından خواتمَ جميعِ الكاملين bütün kâmillerin mühürleri.
Sanki onun davalarından her bir dava üzerinde bütün kâmillerin mühürleri vardır.
İzah: Peygamber Efendimiz (a.s.m.) birçok davayla ortaya çıkmış. Mesela demiş ki: Allah birdir, öldükten sonra dirilme haktır, cennet haktır, cehennem haktır, hesap haktır, mizan haktır ve hakeza…
Bunlar gibi birçok davada bulunmuş. Bütün kâmiller de Peygamberimizin bu davalarını tasdik etmiş. Kâmillerden murad başta peygamberler, evliya ve asfiya denilen âlim ve allamelerdir. Efendimiz (a.s.m.) hangi davayı ilan etmişse bu zatlar o davanın altına mühürlerini basmış ve “Evet, doğrudur.” demişler.
اذ çünkü بينما sırada تراه sen onu gördüğün لا إله إلا هو قال لا إله إلا هو derken وادّعى التوحيدَ ve tevhidi dava ederken…
Çünkü sen onu لا إله إلا هو derken ve tevhidi dava ederken gördüğün sırada…
فاذا birden نسمع işitiyoruz من الماضي والمستقبل maziden ve müstakbelden من الصفيْن النورانييْن nurlu iki saftan اي شموسِ البشر ونجومِه yani beşerin güneşlerinden ve yıldızlarından القاعدين في دائرة الذكر daire-i zikirde oturan عينَ تلك الكلمةِ aynı bu kelimeyi.
Birden maziden ve müstakbelden, nurlu iki saftan -yani daire-i zikirde oturan beşerin güneşlerinden ve yıldızlarından- aynı bu kelimeyi işitiyoruz.
Not: بينما “iken, sırada” manasında bir edattır. Kendisinin cevabı olarak gelen cümlenin başında genellikle müfacee (sürpriz) edatı olan اذ veya اذا bulunur.
İzah: Beşerin güneşleri ifadesiyle “peygamberler”, yıldızları ifadesiyle de “evliya ve asfiya” kastedilmiştir.
Peygamberimiz (a.s.m.)’ı zikir halkasının serzâkiri kabul ettiğimizde, geçmiş peygamberler ve önceki kâmil insanlar bu halkanın sağ tarafında; ümmet-i Muhammed’in bütün kâmilleri, evliyasından allamesine, müçtehidinden müfessirine, muhaddisinden mütekellimine kadar bütün kâmiller bu zikir halkasının sol tarafındadır. Bütün geçmiş ve gelecek kâmiller Peygamberimizin zikir halkasında bir zâkir olmuşlar. Her biri “Lâ ilâhe illâllah” sözünü kendine rükn-i iman (imanın bir şartı) ve vird-i zeban (her daim tekrar edilen bir zikir) yapmış.
فيُكرِّرونها onu tekrar ediyorlar ويَتَّفقون عليها ve onda müttefiktirler مع rağmen اختلافِ مسالكهم mesleklerinin ihtilafına وتَباينِ مشاربهم ve meşreblerinin farklılığına.
Onu tekrar ediyorlar ve mesleklerinin ihtilafına ve meşreblerinin farklılığına rağmen onda müttefiktirler.
فكأنهم sanki onlar يقولون diyorlar بالاجماع hep birlikte صدقت وبالحق نطقت doğru söyledin ve hakkı konuştun.
Sanki onlar hep birlikte “Doğru söyledin ve hakkı konuştun.” diyorlar.
İzah: Aynı muhitte, aynı fıtratta, aynı meslekte ve aynı zamanda yaşamış olan kişiler aynı şeyi söyleyebilir ve birbirlerinin davasını tasdik edebilir. Lakin Efendimiz (a.s.m.)’ın tasdikçileri böyle değil. Aynı zamanda yaşamamışlar, aynı mekânda bulunmamışlar, aynı meslekten ve meşrebten değiller ve farklı fıtratlara sahipler. Buna rağmen kelime-i tevhid Mevleviler gibi, o kâmillerin ağzında deveran ve cevelan etmiş.
ولا حدَّ لِلوَهم أن يَمدَّ يده vehmin elini uzatmasına hiçbir haddi yoktur لردِّ دعوى bir davanın reddine تأيّدت بشهادات şehadetleriyle desteklenmiş مَن لا يُحدُّ من الشاهدين hadsiz şahitlerin الذين o şahitler ki تزكيهم onları tezkiye ediyor معجزاتُهم وكراماتهم mucizeleri ve kerametleri.
Mucizelerinin ve kerametlerinin kendilerini tezkiye ettiği hadsiz şahitlerin şehadetleriyle desteklenmiş bir davanın reddine, vehmin elini uzatmasına hiçbir haddi yoktur.
İzah: Tevhidi inkâr edebilmek için tevhidi ilan ve tasdik eden bütün peygamberleri, evliyayı, asfiyayı ve bütün kâmil zatları inkâr etmek gerekir. Tevhidin böyle hadsiz şahitleri vardır. Böyle hadsiz şahitleri olan bir davaya ve bu davanın dava vekiline (a.s.m.) hangi vehmin haddi var ki ona elini uzatabilsin, o davayı ve o dava vekilini çürütebilsin?
Yazar: Sinan Yılmaz