71. Şu kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor…
Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Şu kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Âyât: Ayetler)
Şu kâinata kalem-i kudretle yazılmış bir Kur’an gözüyle baksak; yeryüzü bu Kur’an’ın bir sayfası, her nev bu sayfanın bir ayeti ve her fert bu sayfanın bir kelimesi olur.
İşte bu Kur’an-ı azim-i kâinat bütün âyâtıyla -yani bütün nevleriyle- ve kelimatıyla -yani bütün fertleriyle- haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor. Birazdan bu şehadetin iki ciheti beyan edilecek.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Hatta her bir cüzün, cüzî olsun küllî olsun, cüz olsun küll olsun, iki vechi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar, vahdaniyete delalet eder. Diğer vecihle de ahirete nazırdır ki haşrin, ahiretin vücutlarını ister. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
İlk önce cüz ve cüzî, küll ve küllî kavramlarının manasını öğrenelim:
Küll: Parçalardan oluşan bütündür. Cüz ise küllü oluşturan parçalardır.
– Mesela ben bir küll’üm. Elim, kolum, ayağım ve diğer azalarım ise cüzdür.
– Yine bir ağaç bir külldür. Ağacın yaprağı, çiçeği ve meyvesi ise cüzdür.
– Bir fil külldür. Filin hortumu, ayakları, kulakları ve diğer azaları cüzdür.
– Yeryüzünün tamamını bir küll olarak düşünsek; dağlar, denizler, ovalar, ormanlar vs. o küll’ün cüzleri olurlar.
– Güneş sistemimizi bir küll olarak düşünsek, her bir gezegen o küll’ün bir cüzüdür.
Peki, küllî nedir?
Küllî: Küll hükmündeki varlıklardan oluşan bütündür.
– Mesela ben küll isem insan kavramı küllîdir.
– Yine bir at küll ise hayvan kavramı küllîdir.
– Bir çiçek küll ise nebatat kavramı küllîdir.
Küllînin hariçte vücudu yoktur. Bu bir şahs-ı manevinin, bir nevin ve bir cinsin ismidir. Zihinlerde teşekkül eden bir mana olup bir vücudu yoktur. Bazı şeyler vardır ki bunların vücudu olmamakla birlikte, yokluklarına da hükmedilemez. Mesela sağ, sol, alt, üst gibi kavramlar bu tip kavramlardandır. Bunların bir vücudu yoktur lakin yokluklarına da hükmedilemez. Yani ne vardır ne de yoktur. Bunlara emr-i nisbî, emr-i itibarî ya da emr-i izafî denir. İşte küllî kavramı da bir emr-i nisbîdir. Küll hükmündeki varlıkların şahs-ı manevisini temsil eder. Bir neve veya cinse işaret eder.
Küll, cüz ve küllî kavramlarının manasını öğrendik. Peki, cüzî nedir?
Cüzî: Küllîyi oluşturan fertlerdir. Mesela insan nevi küllî, bir insan ise onun cüzîsi olur.
Biraz evvel insana küll demiştik, şimdi cüzî dedik. Bu, insanın nispetine göredir.
– İnsanın azalarına cüz nazarıyla bakılırsa, insana küll nazarıyla bakılır.
– Eğer insan nevine küllî nazarıyla bakılırsa, bu sefer insana cüzî nazarıyla bakılır.
– Yine bir ağaca meyvesi, yaprağı ve çiçeği nazara alınarak bakılırsa, ağaç küll; çiçek, meyve ve yaprakları cüz olur.
– Eğer ağaç nevi nazara alınsa, bu durumda, ağaç nevi küllî; ağacın kendisi ise cüzî olur.
Demek, bir varlık bir cihetten küll, diğer bir cihetten cüzî olabilir.
Bilgiyi bir daha tekrar edelim:
Parçalardan oluşan ferde “küll” denir. Onu oluşturan parçalara “cüz” denir. Küll’lerin oluşturduğu şahs-ı maneviyeye ve neve “küllî” denir. O neve ait her bir ferde de “cüzî” denir.
Üstadımız dedi ki: Her bir cüzün, cüzî olsun küllî olsun, cüz olsun küll olsun, iki vechi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar, vahdaniyete delalet eder. Diğer vecihle de ahirete nazırdır ki haşrin, ahiretin vücutlarını ister.
Bu beyandan anlıyoruz ki: Her bir varlık, bir cihetle Allah’ın vücub-u vücuduna ve vahdetine şahittir, diğer bir cihetle de ahirete nazırdır ve ahiretin vücuduna ister. Bu, bütün cüz ve cüzîler ve bütün küll ve küllîler için geçerlidir.
— Peki, ahiretin vücudunu nasıl isterler?
Üstad Hazretleri bir misalini şöyle veriyor:
Mesela bir insan kendi vücuduyla, hüsn-ü sanatıyla Sâniin vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ettiği gibi, âmâl ve istidatları ebede kadar uzandığı hâlde pek süratle ölüm ve zevali, ahiretin vücuduna delalet eder. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Âmâl: Emeller / İstidat: Kabiliyet)
İnsan, varlığı ve hüsn-ü sanatı cihetiyle Allah’ın varlığına ve birliğine şahittir. Bu bahsi hem Lem’alar Risalesi’nde hem de Lâsiyyemalar Risalesi’nin başında onlarca defa mütalaa etmiştik. Bu sebeple tekrar izahını yapmıyor; izahını o derslere havale ediyoruz.
İnsan, varlığı ve hüsn-ü sanatı cihetiyle Allah’ın varlığına ve birliğine şahit olduğu gibi; emelleri, duyguları ve kabiliyeti cihetiyle de ahiretin varlığına şahittir ve vücuduna delalet eder. Zira insanın emel ve duyguları ebede uzanmış iken, kendisi ölüme mahkûmdur ve pek çabuk zevale gider. Yani insanın mahiyeti ile yaşadığı hayat arasında hiçbir münasebet yoktur. Duygu ve emelleri ebede uzanırken, kendisi ölüme ve zevale koşar. İşte bu hâl ispat eder ki insan sadece bu fâni hayat için yaratılmamıştır.
Bu hakikate şu misal dürbünüyle bakabiliriz:
Farzımuhal, Karadeniz’den daha büyük bir balık görseniz, hemen anlarsınız ki bu balık bu denizin balığı değil; o denizden çok daha büyük başka bir denizin balığıdır. Aynen bunun gibi, şu insanın emel ve duyguları da bu dünyaya sığmamakta ve bu dünya denizi insanı tatmin etmemektedir. O hâlde bu insan balığı başka bir denize namzettir ki o da ahirettir.
Hem insandaki akıl, hafıza, dil, kulak gibi terazilerle bunların tarttıkları şeyleri mukayese edersek, terazilerin tartılan şeylerden daha kıymetli olduğunu görürüz. Demek bu teraziler sadece bu fâni dünyayı kazanmak için verilmemiştir. Bunun tersini iddia etmek, ancak göz önündeki şu hikmeti inkâr etmekle mümkündür. Bunu da hiçbir akıl sahibi yapamaz.
Üstad Hazretleri, mevcudatın ahireti istediğine dair ikinci delili şöyle beyan ediyor:
Bütün mevcudatta görünen intizam-ı hikmet, tezyin-i inayet, taltif-i rahmet, tevzin-i adalet, Sâni-i Hakîm’in vücud ve vahdetine şahit oldukları gibi, ahiretin ve saadet-i ebediyenin de icad ve vücudlarına delalet ederler. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(İntizam-ı hikmet: Hikmetin intizamı; her şeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak tam bir intizam içinde olması / Tezyin-i inayet: Allah’ın inayetinin süslemesi / Taltif-i rahmet: Rahmet-i İlahiyenin lütuflarda bulunması / Tevzin-i adalet: Adaletin her şeyi teraziye alması; her hak sahibine hakkının tam ve eksiksiz verilmesindeki denge/ Sâni-i Hakîm: Hikmet sahibi sanatkâr)
Üstad Hazretleri şu âlemde ve her bir mevcutta gözüken dört hakikatten bahsetti. Bunlar:
1. İntizam-ı hikmet: Şu âlemdeki her bir eşyada hikmetin bir intizamı vardır. Sinek kadından tutun semavatın kandillerine kadar, hiçbir şey hikmetin bu intizamından hariç kalmamıştır.
2. Tezyin-i inayet: Şu âlemdeki her mahluka yardım edilmekte ve neye ihtiyacı varsa ona yetiştirilmektedir. İnayetin bu güzelliği zerreden şemse kadar her şeyde gözükmekte ve tezyin-i inayet âlemi ihata etmektedir.
3. Taltif-i rahmet: Her bir mevcuda -âdi olsun âli olsun- rahmetle muamele edilmekte, en hakir mahlukat dahi rahmetin bu taltifine mazhar olmaktadır. Kim bir sineği mütalaa etse bu hakikati tasdik eder.
4. Tevzin-i adalet: Her bir hak sahibine hakkı verilmiş ve adaletin dengesi her şeyde gözetilmiştir. Bir kısım zalimlere ilişilmemesi müstesna, şu âlemde nihayet derecede bir adalet tecellisi gözükmekte ve bu adalet her şeyi kuşatmaktadır.
(Not: Bu hakikatler daha önceki derslerimizde detaylı bir şekilde mütalaa edildiğinden burada birkaç cümleyle yetindik. İntizam-ı hikmet 54. derste, tezyin-i inayet 56. derste, taltif-i rahmet 51. derste, tevzin-i adalet de 55. derste mütalaa edilmişti.)
Üstadımız bu dört hakikati beyan ettikten sonra dedi ki: Bu hakikatler Sâni-i Hakîm olan Allahu Teâlâ’nın vücud ve vahdetine –yani varlığına ve birliğine- şahit oldukları gibi, ahiretin ve saadet-i ebediyenin de icad ve vücudlarına delalet ederler.
Bizler bu hakikatlerin ahiretin varlığına olan delaletlerini önceki derslerimizde mütalaa etmiştik. Şöyle ki:
1. İntizam-ı hikmetin ahireti iktizasını 39 ve 54. derslerde mütalaa etmiştik.
2. Tezyin-i inayetin ahireti iktizasını 41 ve 56. derslerde mütalaa etmiştik.
3. Taltif-i rahmetin ahireti iktizasını 51. derste mütalaa etmiştik.
4. Tevzin-i adaletin ahireti iktizasını 40 ve 55. derslerde mütalaa etmiştik.
Dilerseniz bu dersleri tekrar okuyabilirsiniz.
Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir:
— Daha önce bahsi geçen deliller eserin sonunda niçin tekrar ediliyor? Tekrara ne ihtiyaç var?
Bu soruya iki farklı şekilde cevap verilebilir:
1. Tekrar ihtiyaçtan ileri gelmektedir. Ruhumuzun, aklımızın, kalp ve diğer latifelerimizin bu hakikatlerin tekrarına ihtiyacı var ki aynı hakikat tekrar ediliyor. Bu usul Kur’an’da da mevcuttur. Bazen bir hakikat bir sayfada birkaç defa tekrar edilir. Bütün bunlar ihtiyacın şiddetindendir.
2. İlm-i belagatta bir kaidedir ki: Söze metnin odak noktası olan bir cümleyle başlanır; sonra bu cümle uzunca izah edilir, dal ve budaklara ayrılır ve en sonda bütün izahlar cemedilerek kısaca icmal yapılır. Bu, belagatta bir sanattır. Üstad Hazretleri de aynı sanatı icra ediyor. Şöyle ki:
Üstadımız en başta şöyle demişti: Aziz arkadaş! İman-ı billâh ile ahiret imanı arasındaki telâzuma geldik. Hazır ol, dinle.
Böyle dedikten sonra ahiretin delillerini saymaya başladı. Saydı, saydı, saydı ve en sona geldiğinde bütün saydıklarını topladı. Dolayısıyla bu sondaki beyanlar tekrar değil, bir icmal ve toplamadır.
Üstadımız Lâsiyyemalar Risalesi’ni şu salavatla tamamlıyor:
اَللّٰهُمَّ اجْعَلْنَا مِنْ اَهْلِ السَّعَادَةِ وَاحْشُرْنَا فى زُمْرَةِ السُّعَدَاءِ وَ اَدْخِلْنَا الْجَنَّةَ مَعَ السُّعَدَاءِ بِشَفَاعَةِ نَبِيِّكَ الْمُخْتَارِ فَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَيْهِ وَعَلٰى اٰلِه كَمَا يَليقُ بِرَحْمَتِكَ وَ بِحُرْمَتِه اٰمينَ اٰمينَ اٰمينَ
“Ey Allah’ımız! Bizi saadet ehlinden kıl, saidler zümresinde haşret ve saidlerle beraber, Nebiyy-i Muhtârının şefaatiyle cennete sok. Ona ve âline de senin rahmetine ve onun hürmetine layık bir şekilde salât ve selam et. Âmin, âmin, âmin.”
Rabbimize hamdüsena olsun, Lâsiyyemalar Risalesi’nin mütalaasını bizlere tamamlattı. Sizlere şunu tavsiye ediyorum:
Lâsiyyemalar Risalesi’ni -Üstadımızın metninden- baştan sonra bir daha okuyun. Bakın bakalım, anlayamadığınız bir cümle var mı? Eğer böyle bir cümle çıkarsa, o cümlenin izahını yaptığımız yeri bulup izahını tekrar okuyun.
Yazar: Sinan Yılmaz