32. Ve keza, ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz…
Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise irsal-i rusül ile olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Tezahür: Görünme / İrsal-i rusül: Peygamberler göndermek)
Bundan önceki cümleler uluhiyet ile kâinat arasındaki telazuma (birbirini gerekli kılmasına) aitti. Bu cümleyle birlikte uluhiyet ile risalet arasındaki telazuma başlıyoruz. Üstadımız bu telazumun altı cihetini gösterecek.
Altı cihetin mütalaa edileceği bu derslere çok önem vermeliyiz. Çünkü bu dersler deizmin bel kemiğini kıracak derslerdir. Malumunuz deistler Allah’ı -onlara göre, bir yaratıcıyı- kabul ediyorlar ancak peygamberleri inkâr ediyorlar. Bu dersler onlara tam bir cevap mahiyetindeki derslerdir. Bu dersleri deistlere karşı kullanmış biri olarak diyorum ki: Bu hakikatlere karşı söyleyecek hiçbir söz bulamıyorlar ve ilzam oluyorlar.
Sizler de deizm bataklığına düşen gençlerimizi oradan kurtarmak için bu dersleri çok iyi kavramalı ve muhtaçların yardımına koşmalısınız.
Bu girizgâhtan sonra şimdi, Üstadımızın mezkûr beyanının mütalaasına başlayalım:
Üstadımız dedi ki: Ve keza, ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise irsal-i rusül ile olur.
Evet, nasıl ki güneş ziyasız olamaz ve güneşin vücudu ziyanın vücudunu iktiza eder. Aynen öyle de uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Bu sırdan dolayı Şems-i Ezel ve Ebed olan Allahu Teâlâ bu âlemi yaratmış ve bu şekilde tezahür etmiştir. Yani şöyle sorsak:
— Şu nakış nakış süslenmiş kuşlar, kelebekler, çiçekler, ağaçlar ve diğer bütün varlıklar niçin yaratılmıştır?
Elcevab: Bütün bunlar uluhiyetin tezahür etmek istemesi sebebiyle yaratılmıştır. Çünkü uluhiyet tezahürsüz olmaz; güneşin ziyasız olamayacağı gibi… Allahu Teâlâ kendini bildirmek istiyor, tanıttırmak istiyor, varlığından haberdar etmek istiyor; bu sebeplerden dolayı da şu kâinatı icat ediyor.
— Peki, mezkûr gaye sadece kâinatın icadıyla tahakkuk eder mi?
Hayır, etmez. Zira birçok kişi şirk bataklığına düşer; eşyanın icadını Allah’tan değil, sebeplerden bilir. İşte ateşe tapanlar, puta tapanlar, güneşe tapanlar; tabiatı ve sebepleri fail-i hakiki zannedenler…
— Peki, bu durumda ne gerekli?
Bir peygamber vasıtasıyla nazarların kesretten vahdete çevrilmesi gerekli. Yani bir peygamberin şirke düşen ahaliye şöyle demesi gerekli:
— Ey insanlar! Şu âlemin yegâne sahibi Allahu Teâlâ’dır. Sizi de taptıklarınızı da O yaratmıştır. Şu eşya O’nun icadıyla vücud bulmuş ve O’nun iradesiyle yokluk karanlıklarından varlık âlemine çıkmıştır. Bu eşyayla O’nun uluhiyetini tasdik edin ve hiçbir şeyi O’na şirk koşmayın…
Eğer bir peygamberin bu dersi olmazsa kâinatın yaratılış gayesi yok olur. Çünkü kâinat uluhiyetin bilinmesi için yaratılmıştır. Bu da ancak peygamberlerin dersi ve talimiyle gerçekleşir.
Yani madem Allahu Teâlâ kendisini tanıttırmak ve bildirmek istiyor, o hâlde peygamberler göndermeli ve onlara kitaplar inzal ederek kendini tanıtmalıdır. Aksi takdirde bizler O’nu tanıyamayız. Mesela bakın, yaratıcıya “Allah” dedik. O’nun isminin Allah olduğunu bize peygamberler öğretti. Bir düşünün, peygamberler olmasaydı yaratıcımızın adını bile bilemezdik.
— Uluhiyetinin tezahürü ve zatının bilinmesi için şu âlemi yaratan ve bu sebeple her varlığı nakış nakış süsleyen Allahu Teâlâ’nın, peygamberler vasıtasıyla kendini bildirmemesi hiç mümkün müdür?
— Kendini bildirmek için bu kadar masraf yapan Zat, nasıl olur da bilinmenin en kısa yolu olan peygamberleri göndermez ve kitapları indirmez?
Sözün özü: Allahu Teâlâ uluhiyetinin tezahürü -yani ilahlığının bilinmesi- için şu âlemi yaratmıştır. Elbette bu gayenin tahakkuku peygamberlerin gönderilmesine bağlıdır.
Uluhiyetin risaleti iktiza etmesi bahsine sonraki derste devam edeceğiz. Başta dediğimiz gibi, Üstadımız bu telazumun altı cihetini gösterecek. Birinci ciheti mütalaa etmiş olduk. Cümleyi bir daha okuyarak dersimizi tamamlayalım:
Ve keza, ziyasız güneşin vücudu mümkün olmadığı gibi, uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise irsal-i rusül ile olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
Yazar: Sinan Yılmaz