6. Maahaza, bir semere, bir şecerenin bir misal-i musaggarıdır. Ve o semeredeki çekirdek…
Üstadımız küfrün içindeki muhâlâtı beyan ediyordu. Kaldığımız yerden devam edelim:
Maahaza, bir semere, bir şecerenin bir misal-i musaggarıdır. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Maahaza: Bununla birlikte / Semere: Meyve / Şecere: Ağaç / Misal-i musaggar: Küçültülmüş misali)
Bir ağacı küçültsek meyvesi olur, meyveyi büyütsek ağaç olur. Meyve ağacın misal-i musaggarı yani küçültülmüş hâlidir.
– Ağaçta hangi elementler varsa, meyvede aynısı vardır. Aradaki tek fark kemiyet yani miktarca azlık veya çokluktur.
– Ağaç hangi kanunlara tabi ise meyve de aynı kanunlara tabidir.
– Ağaç yaşamak için neye ihtiyaç duyuyorsa, meyve de aynı şeylere ihtiyaç duyar.
– Ağacın hangi eşyayla alakası varsa, meyvenin de aynı eşyayla alakası vardır.
– Ağaçta nasıl bir sanat varsa, küçük bir ölçekte aynı sanat meyvede de vardır.
– Ağaç nasıl boyanmışsa, meyve de öyle boyanmıştır.
– Ağaca nasıl bir şekil verilmişse, meyveye de öyle bir şekil verilmiştir.
Bunlar gibi onlarca benzerlikler sebebiyle, meyve ağacın misal-i musaggarı yani küçük bir numunesidir. Ağacı küçültsek meyvesi olur, meyveyi büyütsek ağaç olur.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Ve o semeredeki çekirdek, o şecerenin defter-i a’mâlidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Semere: Meyve / Şecere: Ağaç / Defter-i a’mâl: Amel defteri)
Üstadımız ilk önce ağaç ile meyveyi kıyas etti ve meyvenin ağacın misal-i musaggarı olduğunu söyledi. Şimdi de meyvenin çekirdeğine dikkati çekiyor ve diyor ki:
Meyvedeki çekirdek, ağacın amel defteridir. Ağacın tarihçe-i hayatı o çekirdekte yazılmıştır. Yani bir ağacın doğumundan ölümüne kadar her hâli çekirdeğinde kaydedilmiştir. O çekirdeği alıp toprağa attığımızda, ağacın amel defteri açılmış olur.
Üstadımız buraya kadar iki hakikatten bahsetti:
1. Meyvenin ağacın misal-i musaggarı olması.
2. Çekirdeğinde ağacın tarihçe-i hayatının yazılması ve çekirdeğin ağacın amel defteri olması.
Üstadımız bu hakikatleri birazdan bir neticeye bağlayacak. Şöyle devam ediyor:
Bu itibarla, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nevine, belki küre-i arza nazırdır. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Semere: Meyve / Şecere: Ağaç / Nazır: Nazar eden, bakan)
Basit gördüğümüz meyveye tahkiki bir nazarla baktığımızda karşımıza bambaşka bir hakikat çıkıyor. Bu hakikati şöylece maddeleyelim:
1. Madem meyve ağacın misal-i musaggarıdır ve madem o meyvenin çekirdeğinde ağacın bütün tarihçe-i hayatı yazılmış, o hâlde bu meyve ağacın tamamına nazırdır.
2. Ağacın kendi neviyle de bir alakası vardır. Bu durumda, ağacın meyvesi ağacın nevine nazırdır.
3. Ağacın yeryüzüyle de bir alakası vardır. Bu durumda, ağacın meyvesi yeryüzüne de nazırdır.
Yani meyvenin hem kendi ağacıyla, hem kendi neviyle, hem de yeryüzüyle bir alakası ve münasebetleri vardır.
Üstad Hazretleri bu tahlilden şu neticeye ulaşıyor:
Öyleyse bir semerenin sanatındaki azamet-i maneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Semere: Meyve / Arz: Yeryüzü / Cesamet: Büyüklük)
Şu neticeye ulaştık: Çekirdek deyip, meyve deyip geçemeyiz. Yani “Şu küçüktür, bu sebeple de kıymetsizdir.” diyemeyiz. Çünkü küçük gördüğümüz meyve, ağacının misal-i musaggarıdır. Kıymetsiz gördüğümüz çekirdek ağacın tarihçe-i hayatını taşıyor. Meyvenin hem kendi ağacıyla, hem neviyle, hem de yeryüzüyle bir alakası var.
İşte bu sebeplerden dolayı, bir meyvenin sanatındaki azamet-i maneviye yeryüzünün büyüklüğü nisbetindedir.
Peki, bir meyvedeki sanatın yeryüzünün büyüklüğü nisbetinde olması bizi hangi neticeye ulaştıracak? Şu neticeye:
O zerreyi, sanatça hâvi olduğu o azamet-i maneviyeyle bina eden, arzı haml ve bina etmekten âciz olmayacaktır. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Hâvi olduğu: İçine aldığı / Arz: Yeryüzü / Haml: Taşımak)
İşte Üstadımız neticeye bağladı. Netice şu:
En küçük varlıklarda yeryüzü büyüklüğünde bir sanat vardır. Atomdan tutun ağacın meyvesine, ağacın meyvesinden meyvenin çekirdeğine kadar, her şey son derece sanatla yaratılıyor.
– Bir çekirdekteki sanat, meyvedeki sanatı geçemese de onun gerisinde kalmıyor.
– Bir meyvedeki güzellik, ağaca yetişemese de aşağıya düşmüyor.
– Bir atomdaki mucize-i sanat, güneşi geçemese de güneşin altında kalmıyor…
Bu durumda, bir atoma, bir çekirdeğe, bir meyveye veya bunlar gibi küçük bir mahluka sahiplik iddiasında bulunabilmek için yeryüzünü bina edebilecek, kâinatı halk edebilecek ve yıldızları sapan taşı gibi çevirebilecek bir kudrete ihtiyaç vardır. Bunları yapamayan, meyveye sahiplik iddiasında bulunamaz.
Bu delilin odak noktası şu:
Eğer birisi çıkıp, “Tamam, kâinatı Allah yarattı ama bu meyve veya bu sinek tesadüfen oldu; onu sebepler yarattı veya tabiat yaptı.” derse işte bizim cevabımız bu olacak. Üstadımız yaptığı izahla bu iddianın bel kemiğini kırdı. Bunu iddia edene diyor ki:
– Ağacın meyvesine bak, ağaca bir misal-i musaggar olmuş.
– Meyvenin çekirdeğine bak, ağacın amel defteri olmuş; kocaman ağacın tarihçe-i hayatı onda yazılmış.
– Bak, bu meyvenin ağacıyla alakası var, neviyle alakası var, yeryüzüyle alakası var.
– Hem sanatında öyle bir azamet-i maneviye var ki yeryüzü büyüklüğündedir.
– Bu meyveyi böyle yaratabilen, yeryüzünü yaratmaktan âciz olmayacaktır. Eğer senin fail kabul ettiğin esbap ve tabiat yeryüzünü yaratabilirse, içindeki mahlukatı icat edebilirse, onların tedbir ve idaresini yapabilirse; o zaman sadece meyveyi değil, bütün yeryüzünü onlara hamlet. Yok, eğer bunu yapamazlarsa, bir meyveyi dahi onlara hamledemezsin.
Üstadımız bu makamda kâfire şöyle diyor:
Acaba o kâfir münkir, kalbinde böyle bir küfrü taşımakla, akıl ve zekâ iddiasında bulunması kadar bir ahmaklık var mıdır? (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Münkir: İnkâr eden)
Üstadımız gerçekten de küfrün bel kemiğini kırmış. Kâfire diyor ki: Kalbinde böyle bir küfrü taşırken, akıl ve zekâ sahibi olduğunu iddia etmen tam bir ahmaklıktır!
Dersimizi burada tamamlayalım. Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Maahaza, bir semere, bir şecerenin bir misal-i musaggarıdır. Ve o semeredeki çekirdek, o şecerenin defter-i a’mâlidir. O ağacın tarih-i hayatı o çekirdekte yazılıdır. Bu itibarla, bir semere şecerenin tamamına, belki o şecerenin nevine, belki küre-i arza nazırdır.
Öyleyse bir semerenin sanatındaki azamet-i maneviyesi, arzın cesameti nisbetindedir. O zerreyi, sanatça hâvi olduğu o azamet-i maneviyeyle bina eden, arzı haml ve bina etmekten âciz olmayacaktır.
Acaba o kâfir münkir, kalbinde böyle bir küfrü taşımakla, akıl ve zeka iddiasında bulunması kadar bir ahmaklık var mıdır? (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
Yazar: Sinan Yılmaz