a
Ana SayfaLâsiyyemalar34. Ve keza, kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle olur.

34. Ve keza, kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle olur.

Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

Kemal-i cemal: Güzellikteki mükemmelliktir. Kemal-i cemale bâliğ olmak ise güzellikteki bu mükemmelliğe ulaşmak ve bu güzelliğe sahip olmaktır. Yani güzelliğinde hiçbir kusurun, eksikliğin ve çirkinliğin bulunmamasıdır.

Kemal-i hüsn-ü sanat: Güzel sanattaki mükemmelliktir. Şu âlemdeki her eşyanın hüsn-ü sanatı kemal mertebededir; her bir eşya kemal-i hüsn-ü sanata sahiptir.

Cenab-ı Hak her varlığı kemal-i hüsn-ü sanatla -yani güzel sanatın en mükemmel hâliyle- yaratmıştır. Bu kemal-i hüsn-ü sanat da kemal-i cemale bâliğdir yani güzelliğin en kemal noktasındadır.

Elbette güzelliğin en kemal noktasına ulaşan bu kemal-i hüsnü sanat ancak resullerin delaletiyle olur. Eğer resuller bu hüsn-ü sanata dikkat çekmez ve bu sanatı göstermezse, akıl tek başına bu sanatı keşfedemez ve neticede sanat gizlenir hatta zıddına inkılap eder.

Cümledeki kavramları açıkladık. Şimdi de manası üzerine biraz tefekkür edelim ve şu sorunun cevabını bulalım:

— Neden kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle oluyor? Sanat eserleri önümüzde, onlar göstermeden biz görüp anlayamaz mıyız?

Üstad Hazretleri bu meseleyi 23. Söz’ün 1. Mebhasının 1. Noktasında çok mükemmel izah etmiş. Evvela bu izahı okuyalım, daha sonra üzerine tahlil yapalım:

“İnsan nur-u iman ile âlâ-yı illiyyîne çıkar, cennete layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü iman insanı Sâni-i Zülcelal’ine nisbet ediyor. İman bir intisabtır.

Öyle ise insan, iman ile insanda tezahür eden sanat-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır. Küfür o nisbeti kateder. O kat’dan sanat-ı Rabbâniye gizlenir, kıymeti dahi yalnız madde itibarıyla olur. Madde ise hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan kıymeti hiç hükmündedir. Bu sırrı bir temsil ile beyan edeceğiz:

Mesela insanların sanatları içinde nasıl ki maddenin kıymeti ile sanatın kıymeti ayrı ayrıdır; bazen müsavi, bazen madde daha kıymettar, bazen oluyor ki beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir sanat bulunuyor. Belki bazen antika olan bir sanat bir milyon kıymeti aldığı hâlde maddesi beş kuruşa da değmiyor.

İşte öyle antika bir sanat, antikacıların çarşısına gidilse, hârikapîşe ve pek eski hünerver sanatkârına nisbet ederek, o sanatkârı yâd etmekle ve o sanatla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir pahasına alınabilir.

İşte insan Cenab-ı Hakk’ın böyle antika bir sanatıdır ve en nazik ve nazenin bir mucize-i kudretidir ki insanı bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır.

Eğer nur-u iman içine girse, üstündeki bütün manidar nakışlar o ışıkla okunur. O mümin şuur ile okur ve o intisabla okutur. Yani “Sâni-i Zülcelal’in masnuuyum, mahlukuyum, rahmet ve keremine mazharım.” gibi manalarla, insandaki sanat-ı Rabbâniye tezâhür eder. Demek, Sâni’ine intisabtan ibaret olan iman insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhar eder…”

(Âlâ-yı illiyyîn: Yücelerin en yücesi / Zulmet-i küfür: Küfrün karanlığı / Esfel-i sâfilîn: Aşağıların aşağısı / Sâni-i Zülcelal: Celal sahibi sanatkâr (Allah) / Nisbet etmek: Bağlamak / İntisab: Bağlanma / Nukuş-u esmâ-i Rabbâniye: Rabbanî olan isimlerin nakışları / Katetmek: Kesmek / Fâniye: Fani / Zâile: Geçip giden, yok olan / Hârikapîşe: Harika eserler yapan / Hünerver: Hünerli / Misal-i musaggar: Küçültülmüş misal / Masnu: Sanatla yapılmış eser)

Metnin devamını 23. Söz’den okursunuz. Biz bu makamda bize lazım olan bölümü okuduk. En son cümleye dikkat edelim: “…insandaki sanat-ı Rabbâniye tezâhür eder. Demek, Sâni’ine intisabtan ibaret olan iman insandaki bütün âsâr-ı sanatı izhar eder.”

İşte bize lazım olan cümle bu… İnsandaki ve diğer varlıklardaki kemal-i hüsn-ü sanatı gösterecek şey imandır. Çünkü iman o varlığı Allah’a nispet ediyor; bu nispet sayesinde de o varlıktaki hüsn-ü sanat tezahür ediyor.

Varlıkların hüsn-ü sanatı mana-yı harfîsinde gizlidir, mana-yı ismîsinde değil. Mana-yı harfîsi, Allah’ın isim ve sıfatlarına bakan yüzüdür. Bu yüze bakan cihetiyle, her varlık antika bir sanat eseri, Rabbanî bir mektup ve İlahî bir kasidedir.

Mana-yı ismî ciheti ise zatına bakan yüzüdür. Bu yüze bakan cihetiyle sadece zahirî bir nakış ve fâni bir süsten ibarettir. Bu cihetiyle, her varlık yokluğa mahkûm ve zevale gidicidir. Bu da ondaki sanatın gizlenmesine ve görünmemesine sebep olur.

Şimdi sorumuz şu:

— Bizler varlıkların bu mana-yı harfî cihetine nasıl bakacağız? Bunu bize kim öğretecek?

— Bize imanı kim ders verecek? O iman ki varlıklardaki hüsn-ü sanatın gözükmesinin sebebidir. Bunu bize kim öğretecek?

Bunu bize resuller öğretecek ve onlar ders verecek. Yoksa insanın bunları tek başına keşfetmeye ne gücü vardır ne de kabiliyeti. Bir resul gelmeli, iman nurunu yakmalı, varlıklar üzerinde tecelli eden İlahî isimleri öğretmeli ve bu cihetle mahlukatın nasıl bir kıymet kazandığını ve her birinin antika bir sanat eseri hükmüne geçtiğini ders vermeli.

Bu olmazsa -tahlilini yaptığımız cümleye dönelim- kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat gizlenir. Bu durumda, eşyanın bu kadar sanatlı yaratılmasının da hiçbir manası olmaz. Hatta bu kadar masraf israfa döner.

O hâlde bu delili şöylece maddeleyebiliriz:

1. Cenab-ı Hak Sâni ismiyle müsemmadır ve bu ismin tecellisini göstermek için her varlığı antika bir sanat eseri hükmünde yaratmıştır.

2. Varlıklar Allah’ın Sâni isminin tecellisiyle kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanata mazhar olmuşlardır.

3. Ancak varlıklardaki bu sanatın gözükmesi, onlarda tecelli eden İlahî isimlerin okunmasıyla ve onların Allah’a nispet edilmesiyle mümkündür. Eğer eşya tesadüfün oyuncağı kabul edilirse, bu sanat kaybolur ve nazarlardan gizlenir.

4. Bu durumda, bu hüsn-ü sanata dikkatleri celbedecek, varlıklarda tecelli eden İlahî isimleri öğretecek ve eşyaya mana-yı harfîyle bakmayı ders verecek resullerin vücudu lazımdır. Onlar olmalı ki sanat sanatsızlığa ve güzellik çirkinliğe inkılap etmesin.

5. O hâlde resullerin vücudu, göz önündeki hüsn-ü sanatın vücudu kadar katidir. Göz önündeki kemal-i hüsn-ü sanatı inkâr edemeyen, resullerin varlığını da inkâr edemez. Zira böyle kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle olur.

Herhâlde Üstad Hazretlerinin mezkûr cümlesinin manası anlaşılmıştır. Cümleyi bir daha okuyarak dersimizi tamamlayalım:

Ve keza, kemal-i cemale bâliğ olan kemal-i hüsn-ü sanat resullerin delaletiyle olur. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin