a
Ana SayfaLâsiyyemalar70. Hülasa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan…

70. Hülasa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan…

Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Hülasa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan, bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan ve fahr-i kâinat Hazreti Muhammed (a.s.m.) -ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan- haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi, şu kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Hâlık-ı Zîşan: Şan sahibi yaratıcı / Ekmelü’l-halk: Yaratılmışların en mükemmeli / Eşrefü’l-insan: İnsanın en şereflisi)

Böyle uzun cümleleri daha iyi anlayabilmek için madde madde bölmeliyiz. Şimdi aynı metni bir de bölünmüş şekliyle okuyalım:

Hülasa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki:

– Celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan,

– Bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan,

– Ve fahr-i kâinat Hazreti Muhammed (a.s.m.) -ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan- haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi,

– Şu kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor.

Metni bu şekilde böldüğümüzde ihatamız biraz daha kolaylaştı ve daha iyi anladık. Şimdi, anlayışımızı biraz daha üste taşımak için mezkûr cümlelerden ne anladığımızı maddeleyelim:

1. Hâlık-ı Zîşan olan Allahu Teâlâ haşrin geleceğine hükmettiği gibi; Allah’ın celali, cemali ve esması dahi ahiretin vücudunu iktiza eder.

2. Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan haşrin vukuunu haber veriyor. O Kur’an ki bütün semavi kitapların, enbiyanın, evliyanın ve asfiyanın tasdiklerine ve icmaına mazhardır.

3. Fahr-i kâinat olan Hazreti Muhammed (a.s.m.) haşrin vukuunu bildirmiştir. O Hazreti Muhammed (a.s.m.) ki mahlukatın en ekmeli ve insanın en eşrefidir.

4. Kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet eder.

Herhâlde metni şimdi daha iyi anlamışızdır. Bu makamda bir usul dersi yapmak istiyorum:

Üstad Hazretlerinin kendine mahsus bir tarz-ı beyanı var. O tarz-ı beyanın bir vechi şudur:

Sözünü her vakit bir delille kuvvetlendirir. Daha bizler soruyu sormadan -hatta soru aklımıza gelmeden- cevabını verir. Şimdi, bu odak noktasıyla mezkûr dört maddeyi tahlil edelim:

Birinci madde şu idi: Celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…

Bu cümleyi şöyle genişletmiştik: Hâlık-ı Zîşan olan Allahu Teâlâ haşrin geleceğine hükmettiği gibi; Allah’ın celali, cemali ve esması dahi ahiretin vücudunu iktiza eder.

Delilin beyanı olan, “Hâlık-ı Zîşan… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…” cümlesini okuduğumuzda aklımıza şu itiraz gelebilir:

— Allah’ın böyle hükmettiğini nereden bilelim? Bu hükmünü bana bildirmedi ki…

Akla gelebilecek bu itiraza cümlenin başıyla cevap verilmiştir: Celaliyle, cemaliyle, esmasıyla…

Yani bu beyanla şöyle denilmek istenmiş:

— Eğer Allah’ın haşrin vukuuna hükmettiğini ve bu hükmünü peygamberler ve semavi kitaplarla bildirdiğini kabul etmiyorsan, o vakit Allah’ın celalinin, cemalinin ve esmasının ahireti nasıl iktiza ettiklerine bak! Hiç mümkün müdür ki Allah’ın celali, cemali ve esması ahireti iktiza etsin de Allah ahiretin vukuuna hükmetmesin ve bunu insanlara bildirmesin?

Demek, cümlenin “celaliyle, cemaliyle, esmasıyla” kısmı, “Hâlık-ı Zîşan… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…” kısmına kuvvet vermekte ve akla gelebilecek bir şüpheyi -daha akla gelmeden- temizlemektedir.

Şimdi, aynı odak noktasıyla ikinci maddeye bakalım:

İkinci madde şu idi: Bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…

Bu cümleyi şöyle genişletmiştik: Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan haşrin vukuunu ve ahiretin geleceğini haber vermektedir. O Kur’an ki bütün semavi kitapların, enbiyanın, evliyanın ve asfiyanın tasdiklerine ve icmaına mazhardır.

Delilin beyanı olan, “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…” cümlesini okuduğumuzda akla şu itiraz gelebilir:

— Kur’an ya Allah’ın kelamı değilse?

Akla gelebilecek bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden…

Yani bu cümleyle şöyle denilmek istenir:

— O Kur’an ki bütün semavi kitapların, enbiyanın, evliyanın ve asfiyanın tasdiklerine ve icmaına mazhardır. Böyle kuvvetli bir ittifaka mazhar olan bir kitaba şüphe ile bakılmaz ve verdiği haberlerden şüphe edilmez…

Demek, cümlenin “Bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden” kısmı, “Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…” kısmına kuvvet vermekte ve akla gelebilecek bir şüpheyi -daha akla gelmeden- defetmektedir.

Enbiyanın ve semavi kitapların Kur’an’ı tasdik etmesi de şudur: Enbiyanın haber verdiği hakikatler ve semavi kitaplarda bahsi geçen meseleler Kur’an’da da mevcuttur. Dolayısıyla peygamberler ve semavi kitaplar, verdikler haberlerin lisan-ı hâliyle Kur’an’ı tasdik etmekte; hakikatlerin aynı şekilde Kur’an’da geçmesiyle, Kur’an’ın Allah’ın kitabı olduğuna şehadet etmektedirler.

Şimdi, aynı odak noktasıyla üçüncü maddeye bakalım:

Üçüncü madde şu idi: Ve fahr-i kâinat Hazreti Muhammed (a.s.m.) -ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan- haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi…

Bu cümleyi şöyle genişletmiştik: Fahr-i kâinat olan Hazreti Muhammed (a.s.m.) haşrin vukuunu bildirmiştir. O Hazreti Muhammed (a.s.m.) ki mahlukatın en ekmeli ve insanın en eşrefidir.

Delilin beyanı olan, “Hazreti Muhammed (a.s.m.)… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…” cümlesini okuduğumuzda akla şu itiraz gelebilir:

— Ya Hazreti Muhammed Allah’ın peygamberi değilse?

Akla gelebilecek bu itiraza şu şekilde cevap verilir: Fahr-i kâinat, ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan…

Yani bu ifadelerle şöyle denilmek istenir:

— O ki mahlukatın en ekmelidir, insanın en eşrefidir ve fahr-i kâinattır. Böyle mümtaz sıfatlara sahip olan bir zat yalan söylemez ve yalana tenezzül etmez. Madem o ferd-i ferid “Ahiret vardır.” diyor; o hâlde ahiret vardır ve hakikattir…

Demek, cümlenin “fahr-i kâinat, ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan” kısmı, “Hazreti Muhammed (a.s.m.)… haşrin geleceğine hükmettiği gibi…” kısmına kuvvet vermekte ve akla gelebilecek bir şüpheyi -daha akla gelmeden- defetmektedir.

Dördüncü cümlemiz olan, “Şu kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor.” cümlesinin tahlilini sonraki derste yapacağız. Bu sebeple, bu cümlenin kapısını açmıyoruz.

Bu dersimizde bir usul dersi yaptık. Şunu unutmayın: Risale-i Nurlardan azami mertebede istifade edebilmek için, Üstad Hazretlerinin tarz-ı beyanını iyi bilmeli ve neyi niçin zikrettiğini iyi anlamalıyız. Bu sebeple, usul derslerine çok önem vermelisiniz.

Dersimizi burada tamamlayalım. Metnin tefekkürünü sizlere havale ediyorum. Delilleri tefekkür etmeden sonraki mütalaaya sakın geçmeyin. Önce manayı akla, ruha, kalbe ve latifelere iyice yedirin, daha sonra bir sonraki bölüme geçin.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Hülasa: Haşir meselesi öyle bir hakikattir ki:

– Celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan,

– Bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan,

–  Ve fahr-i kâinat Hazreti Muhammed (a.s.m.) -ekmelü’l-halk ve eşrefü’l-insan- haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi,

– Şu kâinat dahi bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin