a
Ana SayfaLâsiyyemalar10. Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup…

10. Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup…

Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup, o mevcudun Sâni-i Ehad ve Samed’in mülkü ve eser-i sanatı olduğuna şehadet ediyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Sikke: Damga / Hâtem: Mühür)

Üstadımız, Allahu Teâlâ’yı Sâni-i Ehad ve Samed olmakla vasfetti.

Ehad: Allah’ın bir ve tek olmasıdır.

Samed ise: Hiçbir şeye muhtaç olmayıp her şeyin O’na muhtaç olmasıdır.

O hâlde Sâni-i Ehad ve Samed demek: Tek olan, ortağı olmayan, her şeyin kendisine muhtaç olup kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan sanatkâr demektir.

Üstadımız kısaca “Allahu Teâlâ” deyip geçebilirdi. Ancak böyle yapmamış, Allah’ı Sâni-i Ehad ve Samed olmakla vasfetmiş. Bunun sebebi şu: Üstadımız Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanıtıyor, en basit cümlelerde bile marifetullah dersi yapıyor.

Burada dedi ki: Her bir mevcudun üstünde Sâni-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup…

Sikke: Madenî paranın üzerine vurulan damgadır. Bu damgayla o paranın devlete ait olduğu ispat edilir.

Allahu Teâlâ her varlık üzerine kendine mahsus sikkesini vurmuştur. Bu sikkenin lisan-ı hâliyle, “Bütün eşya benimdir.” der.

Hâtem: Mühür demektir. Mühür eskiden imza yerine kullanılan küçük alettir. Padişah mühürlerini duymuşsunuzdur. Bir mektubun üzerine mührünü bastı mı o mühürden anlarsınız ki bu mektup padişaha aittir.

Zerreden şemse kadar her bir varlık da Allah’ın bir mektubu hükmündedir. Cenab-ı Mevla o mektuplar üzerine kendine has mührünü vurmuş ve bu mührün lisan-ı hâliyle, “Bütün mevcudat benimdir.” demiş.

Üstadımız bir hâtemin izahına şöyle başlıyor:

Evet, gayr-ı mütenahi ehadiyet sikkelerinden ve samedâniyet hâtemlerinden, yalnız bahar mevsiminde sahife-i arza darb edilen sikkeye bak ki şu zikredilecek müteselsil fıkralar, cümleler o sikkeyi güneş gibi gösteriyorlar ve izhar ediyorlar. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Gayr-ı mütenahi: Sonsuz / Ehadiyet: Allah’ın birliği / Sikke: Damga / Samedâniyet: Her şey kendisine muhtaç olduğu hâlde, Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmaması / Hâtem: Mühür / Darb edilen: Vurulan / Müteselsil: Peş peşe)

Cenab-ı Hak şu âleme ve âlemdeki her bir mahluka ehadiyetinin hadsiz sikkelerini ve samed oluşunun hadsiz mühürlerini vurmuş. Üstadımız bu bölümde, bahar mevsimi zamanında yeryüzüne vurulan ehadiyet sikkelerinden ve samedâniyet mühürlerinden bir taneyi beyan edecek. İlk önce bu harikulade icattaki sekiz noktaya dikkat çekecek, daha sonra bu noktaları Allah’ın ehad ve samed olduğuna delil yapacak.

Bu bölümde mütalaa edeceğimiz cümleleri daha önce Lem’alar Risalesi’nde de mütalaa etmiştik. Şunu çok defa dile getirdim:

Bazen bir derste sadece bir cümlenin izahını yapıyoruz. Bu sebeple de yavaş yavaş ilerlediğimizi zannediyorsunuz. Hâlbuki hızlı ilerliyoruz. Çünkü tahlilini yaptığımız bir cümle belki Risalelerde on yerde geçiyor. Dolayısıyla bir cümlenin değil, on cümlenin mütalaasını yapıyoruz. Cümleyi ilk okuduğumuz yerde mütalaanın hakkını verip manayı tam anlayabilirsek, bu manayı tefekkürle akla ve kalbe tam işletebilirsek ve mananın meleke hâline gelmesini sağlayabilirsek; o cümleyi bir daha okuduğumuzda anlamaya çalışmakla uğraşmaz, sadece tefekkürle telezzüz ederiz.

Lem’alar Risalesi’ni bizimle beraber mütalaa etmeyenler için metnin devamında gelecek cümleleri bir daha izah edeceğiz.

Evet, sahife-i arzda pek garip, hakîmâne bir icad görünüyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Garip: Hayret verici, şaşırtıcı / Hakîmâne: Hikmetli bir şekilde)

Sahife-i arzda yani yeryüzünde, bahusus bahar mevsiminde, öyle bir icat görünüyor ki bu icat pek gariptir yani görenleri hayrete düşürüp şaşırtır. Ve pek hakîmânedir yani her bir fiil ve icatta bir değil, binler fayda ve menfaat vardır. Bunun böyle olduğuna bütün fennî ilimler şahittir. Zaten fenlerin konusu da bu hikmeti keşfetmektir.

Üstadımız şimdi, bu garip ve hakimâne icatta sekiz noktaya dikkat çekecek. Şöyle diyor:

Bu görünen icadın gösterdiği kuvvet ve faaliyeti görmek istersen, şu gelen fıkralara dikkat et!

1. O icad fiili, pek azîm ve geniş bir sehavet-i mutlakadan geliyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Azîm: Büyük / Sehavet-i mutlaka: Sonsuz cömertlik)

Sehavet-i mutlaka “sonsuz cömertlik” demektir. Yeryüzü sayfasında gördüğümüz icat böyle sonsuz bir cömertlikten geliyor. Önce bu hakikati insan üzerinde tefekkür edelim:

Saniyede 4 insan ve günde yaklaşık 350.000 insan yaratılıyor. Her birine göz, kulak, dil gibi yüzlerce cihaz ve alet takılıyor.

— Acaba gözün fiyatı nedir? Mesela siz gözünüzü satsanız, kaça satarsınız?

Dünyayı verseler vermezsiniz. Allah’ın cömertliğine bakın ki her gün 350.000 insana bedavadan göz veriyor.

— Peki, kulağınızın, dilinizin, el ve ayaklarınızın fiyatı nedir? Bunları kaça satarsınız?

Bunları da dünya verilse vermezsiniz. Hâlbuki Allah her gün 350.000 insana bunları karşılıksız veriyor.

— Peki, kalbinizin, midenizin, aklınızın ve diğer cihazlarınızın fiyatı nedir? Bunları kaça satarsınız veya kaça alırsınız?

Dünyaya bedel bunları da satmaz ve dünyayı verseniz bunları alamazsınız. Hâlbuki Allahu Teâlâ her saniye dört insana bunları bedava veriyor.

Şimdi, insanı bir kenara bırakıp hayvanata bakalım:

Her kuşa kanat takılmış, her hayvana elbise dikilmiş, her bir mahluk binler aza ve cihazla donatılmış. Bunlar kıymetsiz midir ki böyle bedavadan verilmiş? Yoo, çok kıymetlidir lakin mahlukatın Rabbi olan Allah çok cömerttir. Cömertliği sebebiyle mahlukatı böyle cihaz ve azalarla donatmış. Yoksa mahlukat bunun milyonda birini bulamazdı.

Mesela insan aslanın kürküne sahip olabilmek için binlerce lira ödüyor. Ama aslan o kürke bedava sahip olmuş, hiçbir şey ödememiş. Aslan gibi, her mahluk ihtiyacı olduğu şeye bedava sahip olmuş. İşte bu hâl Allah’ın sonsuz cömertliğinden ileri geliyor.

Biraz da bu cömertliği nebatat üzerinde tefekkür edelim:

Bahar mevsimine bakıyoruz: Çiçeklerden, ağaçlardan, meyvelerden ve nebatattan, rakamlara sığmayacak kadar çok mahlukat her an yaratılıyor. Farklı elbiselerle süslenip farklı renklere boyanıyor; hadsiz aza ve cihazlar onlara hibe ediliyor. İşte bu hibeler Allah’ın cömertliğinden geliyor.

İnsan Allah’ın cömertliğini bir gün değil bir yıl tefekkür etse yine de bitiremez. Sözün özü şu:

Yeryüzünde, bahusus bahar mevsiminde gözüken icat fiili pek büyük ve geniş bir sehavet-i mutlakadan (sonsuz bir cömertlikten) geliyor. Böyle bir cömertlik de ancak Allah’a mahsus bir sıfattır.

Bugünkü vazifemiz bu cömertliğin tecellisini âlemde görmek, bunun üzerine tefekkür etmek ve tefekkür ederken de Allah’ı bu cömertliği ifade eden isimlerle -Kerim, Ganiyy, Vehhab, Rahman, Rezzak gibi isimlerle- zikretmek olsun.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Arkadaş! Her bir mevcudun üstünde, Sâni-i Ehad ve Samed’in bir sikkesi, bir hâtemi olup, o mevcudun Sâni-i Ehad ve Samed’in mülkü ve eser-i sanatı olduğuna şehadet ediyorlar.

Evet, gayr-ı mütenahi ehadiyet sikkelerinden ve samedâniyet hâtemlerinden, yalnız bahar mevsiminde sahife-i arza darb edilen sikkeye bak ki şu zikredilecek müteselsil fıkralar, cümleler o sikkeyi güneş gibi gösteriyorlar ve izhar ediyorlar.

Evet, sahife-i arzda pek garip, hakîmâne bir icad görünüyor. Bu görünen icadın gösterdiği kuvvet ve faaliyeti görmek istersen, şu gelen fıkralara dikkat et!

1. O icad fiili, pek azîm ve geniş bir sehavet-i mutlakadan geliyor. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin