29. Ve keza, pek çok sanat harikalarına ve nakış ve ziynetlerin garaibine müştemil olan bir binanın…
Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, pek çok sanat harikalarına ve nakış ve ziynetlerin garaibine müştemil olan bir binanın bâni ve sânisiz vücudu mümkün olmadığı gibi… (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Garaib: Hayret edilecek şeyler / Müştemil: İçine alan / Bâni: Bina eden / Sâni: Sanatkâr)
Bir bina görsek… Her taşı nakış nakış süslenmiş. Her taşında neredeyse bir bina kadar sanat var. Böyle bir binanın tesadüfen oluşması mümkün müdür?
Yani bir yerde demir vardı, başka bir yerde çimento, başka yerde tuğla, daha başka bir yerde binaya lazım olan diğer maddeler… Sonra bir rüzgâr esti, binanın vücudu için lazım olan maddeler bu rüzgârın etkisiyle bir araya geldi ve her nasılsa bina kendiliğinden var oldu!
— Bu mümkün müdür ve aklı başında olan birisi buna -velev ki milyonda bir- ihtimal verebilir mi?
Aklı varsa veremez. Çünkü pek çok sanata, nakış ve ziynetin garaibine müştemil bir bina bânisiz ve sânisiz olamaz.
Üstadımız bu misalden şu hakikate çıkıyor:
Bu âlemin vücudu da Sâni’in vücuduna tabidir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
— Basit bir bina bile bânisiz ve sânisiz olamazsa, bu âlemin sânisiz olması hiç mümkün müdür?
Ben bazen Allah’ın varlığı hakkında şüphesi olan biriyle karşılaşıyorum. Ona diyorum ki:
— Sen Allah’ı görmediğin için inanmakta zorlanıyorsun. Peki, şu binaya bak. Şu binanın ustasını gördün mü? Bu bina yapılırken burada hazır mıydın?
Bana diyor ki: Yok, görmedim.
Ben de ona diyorum ki:
— Madem gözünle görmediğini inkâr ediyorsun o hâlde bu binanın ustasını da inkâr et. De ki: “Bu bina tesadüfen oldu, kendi kendine oldu.” Bunu diyebilir misin, bu binanın ustasını inkâr edebilir misin?
Diyor ki: Yok, edemem. Usta olmadan bina olmaz.
Ben de diyorum ki:
— Şu basit bina bile ustasız olamıyor. Sen ustasını görmediğin hâlde kabul ediyorsun. Peki, şu kâinat bu binadan daha mı sanatsız daha mı basit? Binanın ustasını -görmediğin hâlde- kabul ediyorsun da kâinatın hâlıkını neden kabul edemiyorsun? Göz sanatı görür, akıl sanatkârına intikal eder. Sen aklın yapacağı işi gözden bekliyorsun…
Evet, şu âlemin varlığı Allah’ın varlığına tabidir. Allah kabul edilmezse âlemin varlığı izah edilemez.
Üstadımız şöyle diyor:
Dalalet sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu bunsuz tasdik edemezler. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
Dalalet ve küfür de bir sarhoşluktur. Bu sarhoşlukta boğulmayan -yani aklını ve vicdanını kaybetmeyen ve küfrüne ilim gözüyle bakan kimse- kâinatı Allahsız tasdik edemez. Çünkü kâinatın varlığı Allah’ın varlığına bağlıdır.
– Mesela kitabın varlığı kâtibin varlığına bağlıdır. Kâtibin varlığı kabul edilmeden, kitabın varlığı tasdik edilemez.
– Masanın varlığı marangozun varlığına tabidir. Marangoz kabul edilmeden, masanın varlığı tasdik edilemez.
– Bir iğnenin varlığı ustasının varlığına tabidir. Usta kabul edilmeden, iğnenin varlığı tasdik edilemez.
– Binanın varlığı bâninin varlığına tabidir. Bâninin varlığı kabul edilmeden, binanın varlığı tasdik edilemez.
Aynen bunlar gibi, kâinatın varlığı da Allah’ın varlığına tabidir. Allah’ın varlığı kabul edilmeden, kâinatın varlığı tasdik edilemez yani “Kâinat vardır.” denilemez. Eğer denilse, kâinatın varlığı neyle izah edilecek?
Üstadımız uluhiyet ile kâinat arasındaki telazumu (birbirini gerekli kılmasını) izah etti. Bu telazumun bir cihetini önceki derste mütalaa etmiştik. Farklı cihetlerine bir iki ders daha devam edeceğiz. Daha sonra da diğer iman hakikatleri arasındaki telazumu işleyeceğiz.
Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:
Ve keza, pek çok sanat harikalarına ve nakış ve ziynetlerin garaibine müştemil olan bir binanın bâni ve sânisiz vücudu mümkün olmadığı gibi, bu âlemin vücudu da Sâni’in vücuduna tabidir. Dalalet sarhoşluğuyla sarhoş olmayanlar, onu bunsuz tasdik edemezler. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
Yazar: Sinan Yılmaz