64. Ve keza, bu âlemde pek ihtişamlı bir rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları…
Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:
Ve keza, bu âlemde pek ihtişamlı bir rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir.
Evet, görüyoruz ki koca arz -sekenesiyle beraber- ehlî, zelil, muti bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir. Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevi gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tabi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Ehlî: Evcil / Muti: İtaatkâr / Raks: Dans)
Üstad Hazretleri bu makamda, saltanat-ı rububiyetin şaşaalı eserlerini nazara verdi. Sonra da diyecek ki: Böyle şaşaalı eserleri olan bir saltanat-ı rububiyet, bu dar ve fâni âleme sığmaz. Kendine layık mekânlar ve eserlerini teşhir edebileceği sergiler ister. Bunlar da ahirettedir.
Üstadımız mezkûr beyanında, saltanat-ı rububiyetin şaşaalı eserlerine numune olarak dört şeyi gösterdi:
1. Koca arzın -sekenesiyle beraber- zelil ve muti bir hayvan gibi o rububiyetin altında beslenmesi.
2. Güzde ölmesi ve baharda dirilmesi.
3. Bir Mevlevi gibi olan raksının, hareketinin ve sair bütün işlerinin o emre tabi olması.
4. Güneşin -gezegenleriyle birlikte- tanziminin, teshirinin ve sair vaziyetlerinin aynı emre bağlı olması.
Bütün bunlar o saltanat-ı rububiyetin şaşaalı eserleridir. Tabii bu eserler sadece bunlarla sınırlı değildir. Üstad Hazretleri bir pencere açıyor ve hakikati biraz seyrettiriyor. Meselenin odak noktasını kaybetmeden farklı pencereler açmayı da fikrimize havale ediyor.
Üstadımız şöyle devam ediyor:
Hâlbuki azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zayıf, zail, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fâni dünya üzerine kaim olamaz. Ancak bu dünya, o azametli rububiyetin pek azim ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mucizelerini teşhir ve ilan için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki tahrip edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve baki bir âleme cüz olmak için tebdil edilecektir.
Binaenaleyh bu tebeddülat ma’rezi olan âlemin Sânii için diğer tagayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zaruridir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
(Mütebeddil: Değişen / Ma’rez: Sergi, meşher)
Bu delilin mütalaasını 48. derste yapmıştık. Üstadımız orada şöyle demişti:
“Bu küçük menziller, meydanlar o azamete daimî bir mekân olamaz. Çünkü bu gibi zâil, mütebeddil şeyler o müstekar saltanata makar olamaz. Evet, o Sultan şu küçük menzilde ve meydanda çok şeyleri, içtimaları, iftirakları gösteriyor. Fakat bizzat maksat o şeyler değildir. Ancak ahiretin meydan-ı ekberinde vukua gelecek hâllerin, emirlerin numunelerini göstermektir. Çünkü o mahşer-i azîmde yapılacak muameleler, bu küçücük numunelere göre cereyan edecektir. Demek, bu menzilde gösterilen fâni, zail hâller, o âlemde baki ve daimî semereler verecektir.”
Üstadımız mezkûr ifadesiyle bu delili daha önce beyan etmişti. Bizler de meseleyi o makamda mütalaa etmiştik. Bu makamda aynı mütalaayı tekrar ederek konuyu pekiştireceğiz:
“En güzel misaller Allah’a aittir.” diyerek, Üstadımızın ifade ettiği mezkûr hakikate şu misal dürbünüyle bakalım:
Dünyanın en zengin insanını düşünelim. Mesela bu kişi Katar Şeyhi olsun… Katar Şeyhinin doğudaki bir köye muhtar olduğunu farz ediyoruz. Küçücük bir köye muhtar oldu… Bu durumda şöyle düşünürüz:
— Koca Katar Şeyhi… Dünyanın en zengin insanı… Serveti saymakla bitmez, harcamakla tükenmez… Bu koca şeyh bu köyde ne yapacak? Hazinesini nereye harcayacak? Bu köyün büyüklüğü topu topu kaç metre ki bu şeyhin zenginliğine mahal olabilsin? Hadi çeşme yaptı, köprü yaptı, onu yaptı, bunu yaptı; köyün dört bir yanı eserle doldu. İyi de Katar Şeyhi daha servetinin binde birini bile harcamadı… Bu köy küçüklüğü sebebiyle bu servete mahal ve mazhar olamıyor. Bu durumda, servetinin kalan kısmını ne yapacak?
Verdiğimiz misal çok sönük bir misal… Zira Katar şeyhi de olsa fânidir, zevale mahkumdur; serveti sonlu ve zenginliği sınırlıdır. Allahu Teâlâ ise bakidir, ebedîdir; bitmez ve tükenmez hazinelerin sahibidir.
Katar Şeyhine nispetle bir köy neyse, Allah’a nispetle de şu kâinat ve dünya odur. Hatta o bile değildir. Böyle zâil ve mütebeddil şeyler, o haşmetli saltanatın tecellisine mahal ve mazhar olamaz. O saltanat bu dünyaya sığmaz.
— Dünyanın büyüklüğü nedir ki Allah’ın servetini içine alsın ve saltanatının haşmetine hakiki bir ayna olsun?
İşte bu hâl ispat eder ki: Allah’ın saltanatının haşmetini gösterecek ve bu haşmete mahal olacak sabit mekânlar ve daimî menziller lazımdır. Bu mekân ve menziller de ahiret yurdundadır.
Meselenin daha geniş tefekkürünü sizlerin tefekkür âlemine havale ediyoruz. Metni yavaş yavaş okuyarak hakikati tefekkür edelim. Tefekkür ederken de delilin odak noktasını kaybetmemeye dikkat edelim.
Şimdi metni tefekkür için bir daha okuyoruz :
Ve keza, bu âlemde pek ihtişamlı bir rububiyet âsârıyla şaşaalı bir saltanatın şuaları görünmektedir.
Evet, görüyoruz ki koca arz -sekenesiyle beraber- ehlî, zelil, muti bir hayvan gibi o rububiyetin emri altında beslenir. Güzde ölmesi, baharda dirilmesi ve bir Mevlevi gibi raks ve hareketi ve sair bütün işleri o emre tabi olduğu gibi, şemsin de seyyaratıyla tanzim ve teshiri ve sair vaziyetleri o emre bağlıdır.
Hâlbuki azametli şu rububiyet-i sermediye ve bu saltanat-ı ebediye şöyle zayıf, zail, muvakkat temeller ve esaslar üzerine bina edilemez. Ve bu mütebeddil, belalı, kederli, fâni dünya üzerine kaim olamaz. Ancak bu dünya, o azametli rububiyetin pek azim ve geniş dairesi içinde insanları tecrübe ve imtihan, kudretin mucizelerini teşhir ve ilan için kurulmuş muvakkat bir menzildir ki tahrip edilip pek muazzam, geniş, ebedî ve baki bir âleme cüz olmak için tebdil edilecektir.
Binaenaleyh bu tebeddülat ma’rezi olan âlemin Sânii için diğer tagayyürsüz, sabit bir âlemin vücudu zaruridir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)
Yazar: Sinan Yılmaz