a
Ana SayfaLâsiyyemalar68. Ve keza, görüyoruz ki Sâni-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî şu inhidama meyyal menzillerde…

68. Ve keza, görüyoruz ki Sâni-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî şu inhidama meyyal menzillerde…

Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, görüyoruz ki Sâni-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî şu inhidama meyyal menzillerde ve zevale mahkûm meydanlarda öyle bir hikmet-i bâhirenin ve bir inayet-i zahirenin ve bir adalet-i âliyenin ve bir merhamet-i câmianın âsârını izhar ediyor ki kalbi paslanmamış, gözü kör olmamış bir insan ayne’l-yakîn ile anlar ki o hikmetten daha ekmel bir hikmet olamaz. Ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil. Ve o emaratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur. Ve o semeratı görünen merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilemez. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Sermedî: Ebedi, daimî olan / İnhidam: Yıkılma, çökme / Hikmet-i bâhire: Apaçık hikmet / Âsâr: Eserler / Ekmel: Daha mükemmel / Ecmel: Daha güzel / Ecell: Daha büyük, daha görkemli / Eşmel: Daha kapsamlı)

Böyle uzun cümleleri anlamanın en kolay yolu cümleyi parçalamaktır. Şimdi bu cümleyi parçalayalım. Üstad Hazretleri:

– Allahu Teâlâ’yı “Sâni-i Sermedî” ve “Sultan-ı Ebedî” olarak vasfetti.

– Yeryüzünü “inhidama meyyal menziller” ve “zevale mahkûm meydanlar” olarak tarif etti.

– Bu menzil ve meydanlarda dört şeyin âsârının gözüktüğünden bahsetti: Hikmet-i bâhire, inayet-i zahire, adalet-i âliye ve merhamet-i câmia.

– Kalbi paslanmamak ve gözü kör olmamak şartıyla her insanın ayne’l-yakîn ile şunu tasdik edeceğini söyledi: O hikmetten daha ekmel bir hikmet, o inayetten daha ecmel bir inayet, o adaletten daha ecell bir adalet ve o merhametten daha eşmel bir merhamet olmaz ve tasavvur edilemez.

İşte Üstadımızın uzun cümlesini parçaladığımızda karşımıza bu maddeler çıktı. Üstad Hazretleri bu makamda dört şeyden bahsediyor: Hikmet, inayet, adalet ve merhamet.

Unutmayın, bizler mütalaa yapıyoruz. Mütalaa demek, kapalı manayı açmak ve mana üzerinde tefekkür etmek demektir. Mana açık da olsa bu tefekkür yapılmalıdır ki mütalaa olsun. Dolayısıyla bu makamda bu dört hakikati -kısa da olsa- tefekkür etmeliyiz. Tefekküre âlemde gözüken hikmet ile başlayalım:

ÂLEMDE GÖZÜKEN HİKMET

Hikmet: Her işte faydaların gözetilmesi, her şeye menfaatlerin takılması, mahlukata hikmetli vazifelerin gördürülmesi ve hiçbir şeyin abes olarak yaratılmamasıdır. Bu işi yapan zata da “Hakîm” denir.

Cenab-ı Hak hakîmdir. Her işinde faydalar gözetmiş, her şeye menfaatler takmış ve zerre miskal israf ve abes iş yapmamıştır. Şimdi, Rabbimizin Hakîm isminin bir kısım tecellilerini şu âlem seyrangâhında tefekkür edelim:

Zehirli bir böceği bal yapma vazifesinde çalıştırmak, onun karnında balı pişirmek ve bu vazifeyi görebilmesi için yüzlerce cihazla onu teçhiz etmek Hakîm isminin bir tecellisidir.

Koyun, deve ve keçi gibi hayvanları bir süt fabrikası yapmak ve o süte onlarca menfaat takmak Hakîm isminin bir tecellisidir.

Kocaman bir ağacı küçücük bir çekirdekten çıkarmak, o ağacın elleri hükmünde olan dallarına meyveler takmak ve o meyvelerin içine onlarca fayda koymak Hakîm isminin bir tecellisidir.

Bulutlardan yağmurları boşaltmak, yer çekimine meydan okutmak, onunla ölü bir toprağı diriltmek ve yağmura yüzlerce menfaatli işi gördürmek Hakîm isminin bir tecellisidir.

Göze gördürmek, kulağa işittirmek, burna koklatmak ve dile bütün lezzetleri fark edebileceği bir kabiliyeti vermek yine Hakîm isminin bir tecellisidir.

Televizyonlarda sağlıklı beslenme uzmanlarını dinleriz. Sebze ve meyvelerin faydalarını anlatırlar. Onların bütün konuştukları, Hakîm isminin bir tecellisinin beyanıdır. Mesela derler:

– Bakla idrar yollarını temizler. Böbrek ağrılarını dindirir.

– Bezelye B1 ve C vitaminlerini, protein, lif ve folik asit içerir. Sinir sisteminde sorunları olanlara tavsiye edilir.

– Ceviz yaprakları ve kabuklarıyla hazırlanan ilaçlar kanı temizler, kansızlığı giderir. İshal ve dizanteriyi keser. Verem ve şeker hastalığında hem besleyici hem de tedavi edicidir.

– Enginar kandaki üre ve kolesterolü düşürür. İdrar söktürür. Kandaki şeker miktarını ayarlar. Damar sertliği ve kalp hastalıklarını önler.

Saymakla bitiremeyeceğimiz sebzeler ve saymakla bitiremeyeceğimiz menfaatler…

İşte bütün bu faydalar ve hikmetler Hakîm isminin bir tecellisidir. Onlar neyi anlatırsa anlatsın, nasıl anlatırsa anlatsın; Arif-i billâh için, Allah’ı anlatıyorlar ve O’nun Hakîm isminden bahsediyorlar.

Yine televizyonlarda doktorları dinleriz. İnsanın azalarını anlatırlar. Onların bütün anlatımları, Hakîm isminin bir tecellisinin beyanıdır. Mesela derler:

– Kalp günde yaklaşık 100 bin, yılda 40 milyon, tüm insan hayatı boyunca yaklaşık 2.5 milyar kere hiç durmadan atar ve yaklaşık 8 ton kanı vücuda pompalar.

– Karaciğer şekeri depolar ve kanda bulunması gereken şeker miktarını ayarlar.

– Akciğer atmosferdeki oksijeni kan dolaşımına nakleder ve kan dolaşımındaki karbondioksiti atmosfere çıkartır.

– Böbrek proteinlerin parçalanması sonucunda oluşan üre gibi zararlı maddeleri vücuttan uzaklaştırır. Diğer yandan vücudun sıvı, mineral ve asit-alkali dengesini de düzenler.

Saymakla bitiremeyeceğimiz azalar ve saymakla bitiremeyeceğimiz menfaatler…

İşte bütün bu faydalar ve hikmetler Hakîm isminin bir tecellisidir. Doktorlar hangi uzvu anlatırsa anlatsın, nasıl anlatırsa anlatsın; Arif-i billâh için, Allah’ı anlatıyorlar ve O’nun Hakîm isminden bahsediyorlar.

Diğer bütün ilimlerin mütehassıslarını, tıp ilminin doktorlarına ve sağlıklı yaşam uzmanlarına kıyas edin ve bilin ki: Her kim, her neyi anlatıyorsa, hangi eşyadan bahsediyorsa, ondaki hangi menfaati gösteriyorsa; ancak ve ancak Hakîm isminin küçük bir tecellisini anlatıyordur. Bilerek veya bilmeyerek!..

ÂLEMDE GÖZÜKEN İNAYET

İnayet yardım etmek demektir. Âlemde gözüken inayet “Muîn” isminin bir tecellisidir.

– Varlıkların yoktan yaratılması

– Onlara hayat verilmesi

– Rızıklandırılması

– Aza ve cihazlarla teçhiz edilmesi

– Terbiye edilmesi

– Hayat şartlarının öğretilmesi

– Elbise giydirilmesi ve suret verilmesi

– Düşmanlarından muhafaza edilmesi

Ve bunlar gibi, saymakla bitiremeyeceğiz kadar çok lütuf ve yardımlar âlemdeki inayet hakikatini ispat etmektedir. Ve yine ispat etmektedir ki: Perde arkasında bir Zat-ı Kerim var ve bu Zat-ı Kerim “Muîn” ism-i şerifiyle müsemmadır.

ÂLEMDE GÖZÜKEN ADALET

Adalet: Her hak sahibine hakkını vermek ve her şeyi hikmet ve maslahata uygun olarak yerli yerine koymak demektir. Adaletin zıttı zulümdür.

Şimdi, şu âleme bakıyor ve görüyoruz ki:

Bütün mahlukatın erzak ve teçhizatı layık-ı veçhiyle veriliyor. Hiçbir mahluk unutulmuyor ve karıştırılmıyor. Sineğe kartal kanadı takılmadığı gibi, kartala da sinek kanadı takılmıyor. Bir varlığın hangi cihazlara ihtiyacı varsa o cihazlar ile donatılıyor. Bizlerin basit ve hakir gördüğü mahlukatın bile hukuku bu cihetten muhafaza ediliyor.

İşte her bir varlığa hassas mizanlarla ve mahsus ölçülerle vücut vermek, suret giydirmek, her şeyi yerli yerine koymak, en münasip cihazlarla teçhiz etmek ve her hak sahibine kabiliyeti nispetinde hakkını vermek nihayetsiz bir adaletle iş görüldüğünü ispat eder.

İşte sineğe 5.000 petekli bir gözün verilmesi bu adaletin neticesidir; balığa yüzgeç, kuşa kanat takılması bu adaletin neticesidir; file hortum, deveye hörgüç verilmesi bu adaletin neticesidir.

Sözün özü: Her mahluka hayatının devamı için cihazlar verilmesi bu adaletin neticesidir.

Şimdi de adaletin başka bir veçhine bakalım:

Adaletin bir ciheti de mazlumların intikamını zalimlerden almaktır. Adaletin bu manasıyla tarih sayfaları zalimlerin feci akıbetleriyle doludur. Firavunlar, Nemrutlar, Karunlar gibi nice zalimlere Adil ism-i şerifiyle semavi tokatlar vurulmuş ve mazlumların hakları onlardan alınmıştır.

Adaletin bir diğer veçhi de şudur:

Âlemdeki dengenin muhafaza edilerek diğer canlıların haklarının korunması adaletin bir tecellisidir. Mesela sadece ıstakoz bir yılda yedi milyon yumurta yumurtlamaktadır. Bu yumurtaların hepsi ıstakoz olsaydı, denizler ıstakozla dolar ve başka hayvanların yaşaması mümkün olmazdı. Bazı engellerle ıstakozun çoğalmasının önüne geçilmiş ve diğer canlıların hakları korunmuştur. İşte bu, adaletin bir tecellisidir.

Yine mezgit balığı senede altı milyon yumurta yumurtlar. Eğer bütün mezgitler yaşasaydı, bir seneye kalmaz denizler mezgitle dolardı. Oysa altı milyon mezgitten ancak bir düzinesi hayatta kalabilmekte ve diğerleri hayvanlara yem olmaktadır. İşte bu, adaletin bir tecellisidir.

Yine atmosferde % 21 oksijen, % 77 azot ve %2 oranında da diğer gazlar vardır. Eğer oksijen %21 oranında değil de biraz daha fazla olsaydı, ocağı yakmak için kibriti çaktığımızda dünyayı yakabilirdik. Ya da biraz daha az olsaydı, boğazımıza bir ip geçirilmiş gibi nefessiz kalırdık. İşte bu denge ve ölçü adaletin bir tecellisidir.

ÂLEMDE GÖZÜKEN RAHMET

Âlemde gözüken rahmet Rahim isminin bir tecellisidir. Şimdi, o bahr-i rahmetten bir damlayı tefekkür edelim:

– Şu âlemin yoktan icadı rahmetin bir tecellisidir.

– Her varlığa kendine mahsus bir elbise giydirmek rahmetin bir tecellisidir.

– Her varlığı farklı şekillerde terbiye etmek rahmetin bir tecellisidir.

– Mahlukata vazifelerini öğretmek rahmetin bir tecellisidir.

– Hayatlarını devam ettirebilmeleri için lazım olan cihazlarla teçhiz etmek rahmetin bir tecellisidir.

– Bütün mahlukatın maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamak rahmetin bir tecellisidir.

– Buluttan yağmuru yağdırmak, zehirli bir böceğin karnında balı pişirmek ve elsiz bir böceğin eliyle ipeği giydirmek rahmetin bir tecellisidir.

– Bahar mevsiminde cennet hurileri tarzında bütün ağaçlara elbiseler giydirmek, çiçek ve meyvelerle süslemek, elleri hükmünde olan kuru dallara meyveler takmak ve bizi beslemek rahmetin bir tecellisidir.

– İnek, deve, koyun ve keçi gibi hayvanları bir süt fabrikası yapmak rahmetin bir tecellisidir.

– Güneş’i dünyamıza bir lamba ve soba, Ay’ı gece lambası ve yıldızları mumlar yapmak yine rahmetin bir tecellisidir.

Şu âlemdeki rahmet tecellileri saymakla bitmez. Hatta insan kendindeki rahmet tecellilerini bile saymakla bitiremez. İnsana takılan her bir aza, ona verilen her bir duygu ve latife rahmetin bir tecellisidir ki bunları da saymakla bitirmek mümkün değildir.

Dört hakikatin -hikmet, inayet, adalet ve merhametin- tefekkürünü denizden bir damla misali yaptık. Üstadımız başta demişti ki:

“Kalbi paslanmamış, gözü kör olmamış bir insan ayne’l-yakîn ile anlar ki o hikmetten daha ekmel bir hikmet olamaz. Ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil. Ve o emaratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur. Ve o semeratı görünen merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilemez.”

Üstadımızın bu tespiti ayn-ı hak ve hakikattir. Vicdanı ve gözü olan herkes bu hükmü tasdik eder.

Üstadımız bu hakikatleri ahiretin varlığına şöyle delil yapıyor:

Öyle ise o sultanın memleketinde daimî mekânlar, sabit meskenler, daimî ve mukim sakinler bulunmazsa, şu görünen hikmet, inayet, merhamet ve adaletin kalp ve fikir sahiplerince inkârları lazım gelir. Ve aynı zamanda o ef’al-i hakîmane sahibinin -hâşâ- sefih, zalim olmasını istilzam eder. Bu ise hakikati zıddına kalbeden bir muhaldir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Mukim: İkamet eden, oturan / Ef’al-i hakîmane: Hikmetli fiiller / Kalbeden: Değiştiren / Muhal: İmkânsız, vukuu mümkün olmayan, hurafe olan nazariye)

Bu beyanda geçen her noktayı daha önce izah etmiştik. Şöyle ki:

– Âlemde görünen hikmetin ve ism-i Hakîm’in ahireti iktizasını 39. derste mütalaa ettik. Aynı mütalaayı 54. derste tekrar ettik.

– Âlemde görünen inayetin ve ism-i Muîn’in ahireti iktizasını 41. derste mütalaa ettik. Aynı mütalaayı 56. derste tekrar ettik.

– Âlemde görünen merhametin ve ism-i Rahim’in ahireti iktizasını 51. derste mütalaa ettik.

– Âlemde görünen adaletin ve ism-i Adil’in ahireti iktizasını 40. derste mütalaa ettik. Aynı mütalaayı 55. derste tekrar ettik.

– Eğer ahiret gelmezse hakikatlerin zıtlarına inkılap edeceğini 49. derste mütalaa ettik.

Yani Üstadımızın mezkûr beyanında mütalaa etmediğimiz hiçbir nokta yok. Hatta bir kısmını iki defa mütalaa ettik. Bununla birlikte, bu mütalaaları tekrar okumanızı ısrarla tavsiye ediyorum. Üstad Hazretleri bir hakikati tekrar etmişse, biz de mütalaayı tekrar etmeli ve aynı hakikati tefekkür etmeliyiz.

Bu makamda şöyle bir soru akla gelebilir:

— Daha önce bahsi geçen deliller niçin aynı eserde -hatta birkaç sayfa sonra- tekrar ediliyor? Bu delillerin mütalaasını daha önce yapmıştık. Tekrar zikrine ne ihtiyaç var?

Elcevab: Tekrar ihtiyaçtan ileri gelmektedir. Demek ruhumuzun, aklımızın, kalbimizin ve diğer latifelerimizin bu hakikatlerin tekrarına ihtiyacı var ki aynı hakikat tekrar ediliyor. Bu usul Kur’an’da da mevcuttur. Bazen bir hakikat bir sayfada birkaç defa tekrar edilir. Bütün bunlar ihtiyacın şiddetindendir.

Dersimizi burada noktalayalım. Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ve keza, görüyoruz ki Sâni-i Sermedî, Sultan-ı Ebedî şu inhidama meyyal menzillerde ve zevale mahkûm meydanlarda öyle bir hikmet-i bâhirenin ve bir inayet-i zahirenin ve bir adalet-i âliyenin ve bir merhamet-i câmianın âsârını izhar ediyor ki kalbi paslanmamış, gözü kör olmamış bir insan ayne’l-yakîn ile anlar ki o hikmetten daha ekmel bir hikmet olamaz. Ve o âsârı görünen inayetten daha ecmel bir inayet kabil değil. Ve o emaratı görünen adaletten daha ecell bir adalet yoktur. Ve o semeratı görünen merhametten daha eşmel bir merhamet tasavvur edilemez.

Öyle ise o sultanın memleketinde daimî mekânlar, sabit meskenler, daimî ve mukim sakinler bulunmazsa, şu görünen hikmet, inayet, merhamet ve adaletin kalp ve fikir sahiplerince inkârları lâzım gelir. Ve aynı zamanda o ef’al-i hakîmane sahibinin -hâşâ- sefih, zalim olmasını istilzam eder. Bu ise hakikati zıddına kalbeden bir muhaldir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin