a
Ana SayfaLâsiyyemalar30. Ve keza, deniz ve nehirlerin yüzünde, şemsin aksini gösteren kabarcıklardaki güneşin parıltısı…

30. Ve keza, deniz ve nehirlerin yüzünde, şemsin aksini gösteren kabarcıklardaki güneşin parıltısı…

Lâsiyyemalar mütalaasına kaldığımız yerden devam ediyoruz:

Ve keza, deniz ve nehirlerin yüzünde, şemsin aksini gösteren kabarcıklardaki güneşin parıltısı, şemsin vücudunu inkâr etmekle mümkün olmadığı gibi… (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Şems: Güneş)

Bu misali çok iyi anlamalıyız. Zira sonrasında gelecek hakikat bu misal üzerine oturacak.

Güneş denizlerdeki her bir damlayı ve her bir şeffaf eşyayı ışığıyla aydınlatıyor. Bu cihetle, her bir şeffaf eşyada güneşin bir parıltısı bulunuyor.

Şimdi birisi, “Güneş yoktur.” dese ve güneşi inkâr etse, ona denilir ki:

— Peki, bu şeffaf eşyada gözüken parıltılar nereden geliyor? Ortada bir parıltı var, ışık var. Bunun bir sahibi olmalı. Ya bir yerden gelmeli veya şeffaf eşyanın bizzat kendisine ait olmalı.

Eğer güneş inkâr edilirse, her bir şeffaf şeyin içinde hakiki bir güneşin var olduğu kabul edilmek zorunda kalınır. Çünkü ortada gözün gördüğü parıltı var. Bu parıltı ya güneşindir ya da şeffaf eşyanın kendisinindir. Eğer kendisininse o zaman içinde bir güneş vardır hatta kendisi bir güneştir. Zira böyle yedi renge sahip olabilmek için güneş gibi bir cisim olmak gerekir.

Bir daha vurgulayalım. Yol iki:

– Ya gökteki güneş kabul edilip bütün şeffaf eşyadaki parıltıların ona ait olduğu ve ondan geldiği kabul edilecek.

– Ya da “Her bir şeffaf eşyanın içinde hakiki bir güneş vardır.” denilecek.

Parıltıların varlığı ancak bu iki yoldan biriyle izah edilebilir.

Üstadımız bu misalden şu hakikate çıkıyor:

…aklı bozuk olmayanlar için, kemal-i intizamla tahavvül ve teceddüd eden şu kâinatın şühudu, bâni ve sâniin vücub-u vücudunun tasdikiyle olabilir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Tahavvül: Değişme / Teceddüd: Yenilenme / Bâni: Bina eden / Sâni: Sanatkâr / Vücub-u vücud: Varlığının vacip oluşu)

Şu âlemde kemal-i intizamla bir tahavvül ve bir teceddüd vardır. Gece gündüzü, gündüz geceyi kovalar. Yaz kışı, kış yazı takip eder. Kışın ölen mahlukat yazın aynen icat ve ihya edilir. Bu intizamlı tahavvül ve teceddüd, perde arkasında bir Nezzam-ı Mutlak’ın varlığını bizlere ispat eder.

Yine ispat eder ki: İntizamla tahavvül ve teceddüd eden şu kâinatın şuhudu -yani varlığının kabulü ve seyri- kâinatın bânii ve sânii olan Allah’ın varlığını kabulle olabilir. Nasıl ki güneş kabul edilmeden şeffaf eşyadaki parıltılar kabul edilemez. Eğer kabul edilse, parıltının varlığı izah edilemez.

Aynen bunun gibi, Allah’ın varlığı kabul edilmeden de kâinatın varlığı kabul edilemez. Eğer kabul edilse, şu kemal-i intizamla devam eden tahavvül ve teceddüd izah edilemez.

Üstadımız şöyle devam ediyor:

Çünkü şu muhteşem kâinatı meşiet ve hikmetiyle tesis ve kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve âdetinin kanunlarıyla tanzim ve inayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ve esma ve sıfatının cilveleriyle tenvir eden ancak ve ancak Bâni ve Sâni’dir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

(Meşiet: İrade / Tafsil: Kısımlara ayırma / Namus: Kanun / Tezyin: Süsleme / Tenvir: Aydınlatma / Bâni: Bina eden / Sâni: Sanatkâr)

Üstad Hazretleri bir cümlede beş noktaya dikkat çekti:

1. Şu kâinatı irade ve hikmetiyle tesis eden,

2. Kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil eden,

3. Âdetinin kanunlarıyla tanzim eden,

4. İnayet ve rahmetinin kanunlarıyla tezyin eden,

5. Esma ve sıfatının cilveleriyle tenvir eden ancak ve ancak bâni ve sâni olan Allah’tır.

Şimdi, bu maddeler üzerine biraz konuşalım:

1. Şu kâinatı irade ve hikmetiyle tesis eden ancak ve ancak bâni ve sâni olan Allah’tır.

Allahu Teâlâ iradesiyle şu âlemin varlığını yokluğuna tercih etmiş, içindeki eşyayı yoktan icat etmiş ve hikmetiyle âlemi tesis etmiştir. Zerre miskal eşya bu irade ve hikmetin haricinde kalmamıştır.

İradeyle tercih edebilmek için “mürid”, hikmetle tesis edebilmek için de “hakîm” olmak gerekir. Bu sıfatlar da mutlak manada ancak Allahu Teâlâ’da bulunur. Bu da ispat eder ki: Şu âlemin bânii ve sânii Allahu Teâlâ’dır.

2. Şu kâinatı kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil eden ancak ve ancak bâni ve sâni olan Allah’tır.

Tafsil lafzı genelde “açıklamak” manasında kullanılır. Ancak buradaki manası “açıklamak” değil, “kısımlara ayırmak”tır. Şu kâinat kaza ve kaderin düsturlarıyla tafsil edilmiş yani kısımlara ayrılmıştır.

Kâinatın tafsilini (kısımlara ayrılmasını) şöyle hayal edebiliriz:

Kâinatı bir binaya benzetsek, her bir galaksi bu binanın bir katı olur. Kâinatta 100 milyar galaksinin olduğu kabul edildiğinde (kimi bilim adamlarına göre bu rakam 2 trilyondur), demek bu kâinat binasının 100 milyar katı var. Samanyolu Galaksisi bu binanın sadece bir katı…

Samanyolu Galaksisi’nde 200-300 milyar arası yıldız vardır. Her bir yıldızı bir oda kabul etsek, demek bu katın 200-300 milyar odası var. Dünya bu odalardan sadece birisi…

Dünya odamız da kıtalara ayrılmış, ülkelere ayrılmış; denizlerle, dağlarla, ovalarla, adalarla vs. tafsil edilmiş. Taksim içinde taksim…

Şimdi sorumuz şu:

— Basit bir bina bile ustasız olamazken, bu şekilde tafsil edilen kâinat binası bâni ve sânisiz olabilir mi?

Hayır, asla olamaz! Kâinatın bu tafsili kaza ve kaderin düsturlarıyla olmuştur. Kader ilm-i İlahiyeyi, kaza da kudret-i Rabbaniyeyi ispat eder.

3. Âdetinin kanunlarıyla tanzim eden ancak ve ancak bâni ve sâni olan Allah’tır.

Allahu Teâlâ’nın adetlerine sünnetullah denir. Bu âlemdeki her bir kanun bu sünnetullahın bir hükmüdür. Sünnetullahın bu hükümleri ile âlem tanzim edilmiştir.

Bu tanzimi ancak şu âlemin bânii ve sânii olan Allahu Teâlâ yapabilir. Zira tanzim fiili ilim, irade, kudret, hikmet ve bunlar gibi daha birçok sıfata sahip olmayı gerektirir. Bu sıfatlara sahip olamayan, âlemin tanzimine fail olamaz. Bu sıfatlar da mutlak manada ancak Allahu Teâlâ’ya mahsustur.

Demek, âdetinin kanunlarıyla şu kâinatı tanzim eden Allahu Teâlâ’dır.

4. İnayet ve rahmetinin kanunlarıyla tezyin eden ancak ve ancak bâni ve sâni olan Allah’tır.

Cenab-ı Hak şu âlemi ve içindeki her bir eşyayı tezyin etmiştir. Her bir varlığı nakış nakış süslemiş, farklı renklere boyamış, aza ve cihazlarla teçhiz etmiş ve ziynetlerle tezyin etmiştir. Bu tezyin bir inayet ve rahmetin neticesidir. Böyle bir inayet ve rahmet de ancak Allahu Teâlâ’ya mahsustur.

5. Esma ve sıfatının cilveleriyle tenvir eden ancak ve ancak bâni ve sâni olan Allah’tır.

Şu âlemdeki her bir eşya Allahu Teâlâ’nın esmâ-i hüsnasının bir kitabı ve sıfat-ı ulyâsının bir mazharıdır. Şu âlemi şenlendiren, tenvir eden, tezyin eden ve tekmil eden bu esma ve sıfatın cilveleridir.

Dilerseniz, bir kuş üzerinde tecelli eden esmâ-i hüsnanın bir kısmını okuyalım. Bu sayede, esmâ-i hüsnanın tecellisiyle âlemin nasıl nurlandığını bir parça görmüş oluruz:

– Bu kuş yok idi, var oldu. Varlığıyla Allah’ın Mûcid, Mübdi, Hâlık ve Mükevvin isimlerine ayna oldu.

– Allah bu kuşa hayat verdi. Hayatıyla Muhyi ismine ayna oldu.

– Allah bu kuşu besledi. Beslenmesiyle Rezzak, Rahman, Mün’im, Münevvil ve Mukit isimlerine ayna oldu.

– Sanatlı vücuduyla Sâni ismine, hikmetli cihazlarıyla Hakîm ismine, suretiyle Musavvir ve Fettah isimlerine ayna oldu.

– Vücudunda onlarca maddenin toplanmasıyla Cami ismine, rengiyle Mülevvin ismine, diğer kuşlara benzememesiyle Mufassıl ismine ayna oldu.

– Vazifesinin ve hayat şartlarının kendisine öğretilmesiyle Rab, Mülakkın ve Sâik isimlerine ayna oldu.

– Bir yumurtadan çıkartılmakla Fâlik ismine, her ihtiyacının karşılanmasıyla Rahim, Vehhab ve Muhsin isimlerine ayna oldu.

– Sureti ve vücudu devamlı değişti. Hâlden hâle girip sonunda bu şeklini aldı. Hâlden hâle girmesiyle de Muhavvil, Mükemmil, Mübeddil ve Mukallib isimlerine ayna oldu.

– Yumurtasındaki hâliyle Evvel ismine, son şekliyle Ahir ismine, varlığıyla Zahir ismine, içinde çalışan fabrikayla Bâtın ismine ayna oldu.

– Güzelliğiyle Mücemmil ve Cemil isimlerine ayna oldu.

– Bu kuş diğer kuşlardan daha güzel, onlardan daha üstün. Bu üstünlüğüyle Mufaddıl ismine ayna oldu.

– Ne kadar çok kuş var. Yaratan ne kadar çok yaratmış. İşte bu çokluğuyla Allah’ın zenginliğini gösterdi, Meliyy ve Ganiyy isimlerine ayna oldu.

– Bu kuş tertemiz! Üzerinde kirin ve pasın eseri yok. Bu temizliğiyle Mutahhir ve Kuddûs isimlerine ayna oldu.

– Her bir azasına onlarca hikmet takılmış. Hikmetli vücudu ve azalarıyla Hakîm ismine ayna oldu.

– Kader programıyla Mukaddir ismine; hayatın kendisine kolaylaştırılmasıyla Müsehhil ve Mühevvin isimlerine; dengeli vücuduyla Adl ismine ayna oldu.

– Yapan elbette yaptığını bilecek. Kudreti onu yapmaya yetecek. Yaptığını görecek ve yapmayı irade edecek. Bütün bunlarla o kelebek Allah’ın Alîm, Kadîr, Basîr ve Mürîd isimlerine ayna oldu.

Daha bunlar gibi onlarca isme ayna oldu, mazhar oldu. İşte esmâ-i hüsnanın tecellileri hem bu kuşu hem de âlemi bu şekilde tenvir etti.

Bu beş maddenin her birini Lem’alar Risalesi’nde uzunca mütalaa etmiştik. Bu makamda sadece bir pencere açmakla yetindik. Ancak siz bu kadarla iktifa etmeyin. Bu beş maddenin her birini derinlemesine tefekkür edin. Âlemi bir kitap gibi elinize alın ve sayfaları üzerinde bu tefekkürü yapın.

Bu dersimizde şu bölümün mütalaasını yaptık:

Ve keza, deniz ve nehirlerin yüzünde, şemsin aksini gösteren kabarcıklardaki güneşin parıltısı, şemsin vücudunu inkâr etmekle mümkün olmadığı gibi, aklı bozuk olmayanlar için, kemal-i intizamla tahavvül ve teceddüd eden şu kâinatın şühudu, bâni ve sâniin vücub-u vücudunun tasdikiyle olabilir.

Çünkü şu muhteşem kâinatı meşiet ve hikmetiyle tesis ve kaza ve kaderinin düsturlarıyla tafsil ve âdetinin kanunlarıyla tanzim ve inayet ve rahmetinin namuslarıyla tezyin ve esma ve sıfatının cilveleriyle tenvir eden ancak ve ancak Bâni ve Sâni’dir. (Mesnevi-i Nuriye, Lâsiyyemalar)

Yazar: Sinan Yılmaz

Paylaş:
Bu Makaleyi Değerlendirin